Terminator 3 Rise Of The Machines

Makinelerin Yükselişi, İnsanlığın Düşüşü: Terminator 3

Bilimkurgunun başlangıç günlerinde, kavramsal yazarlar ile uzay operası üretenler arasında derin bir uçurum vardı. John W. Campbell Jr.’ın daha sonra ismini Analog olarak değiştireceği Astounding Science Fiction dergisi, zeki işlere ev sahipliği yapmasıyla biliniyordu. Amazing, Imagination ve Thrilling Wonder Stories dergilerinin kapaklarında ise metal sütyenli kahramanları kovalayan böcek gözlü canavarlar yer alıyordu. James Cameron’ın imgeleminden doğan Terminator serisinin ilk iki filmi için Campbell’ın kavramsal yolunu takip ettiklerini söyleyebiliriz. Her iki filmde de, zaman yolculuğunun paradokslarıyla zarif bir şekilde oynanıyor, aksiyon sahneleri arkasındaki karmaşık hikâyeden güç alınıyordu. Henüz var olmayan bir dünyadan sorumlu olan Sarah Connor’ın (Linda Hamilton) ve daha sonra oğlu John Connor’ın ikilemlerinde gerçekten acı dolu bir dokunaklılık vardı. Her iki filmde de Arnold Schwarzenegger’in canlandırdığı Terminatorlerin izlediği protokoller arasındaki fark, Asimov’un Üç Robot Yasası‘nın da yeniden bir programlanması gibiydi.

1991 yılında gösterime giren ikinci Terminator filmi, bilgisayar destekli özel efekt teknolojilerinin o zamanki en son hâlini temsil ediyordu. Özellikle Robert Patrick’in canlandırdığı sıvı metalin şekil değiştirmesi esnasında ortaya çıkan görseller enfesti. Şimdi ise bu görsel efekt teknolojileri artık aksiyon sahnelerinin etkisini artırmak için değil, temel olarak onları yaratmak için neredeyse her sahnede kullanılıyor. Ayrıca, ilk Terminator devam filmini dudak uçuklatan bir şekilde yaratan CGI (bilgisayarda üretilmiş görseller) şimdi ev bilgisayarlarıyla uğraşan herkes tarafından, üstelik Midjourney, DALL-E ve Stable Diffusion gibi yapay zekâ uygulamalarıyla taklit edilebilir durumda. Bu da serinin görselliğinin, tıpkı kendi gelecek kabus senaryosunda olduğu gibi yapay zekâdaki teknolojik ilerleme sayesinde sıradanlaşarak yok olacağı riskini çağrıştırıyor.

2003 yılında gösterime giren, Jonathan Mostaw’ın yönettiği “Terminator 3: Rise of the Machines(Makinelerin Yükselişi), daha çok yeni moda aksiyon gerilimlerinin ruhuna sahip. Bu üçüncü film, ilk iki filmin Campbellvari geleneğinden uzaklaşarak Thrilling Wonder Stories geleneğine daha uygun. Belki de bu filmdeki hikâye daha zayıf ve daha yüzeysel olduğu için karakterler ilk iki filmdeki aynı etkiyi yaratmıyor. İkinci filmde insanlığın gelecekteki kurtarıcısı John Connor‘ın ergenliğini Edward Furlong oynuyordu. Üçüncü filmde ise Furlong madde bağımlısı olduğundan bu rolü Nick Stahl canlandırıyor. Stahl, başlangıçta gelecekteki Skynet tarafından yakalanmamak için sistemin dışında gözlerden uzak bir hayat yaşadığını ve “geleceğin yükünü üzerinde hissettiğini” söylese de, anlaşılamayan bir kaderin kurbanı olmuş bir adamdan çok, bir aksiyon figürü gibi duruyor.

Üçüncü bir Terminator filminin çekimine giden yol uzun oldu ve sorunlar yaşandı (telif hakkı anlaşmazlıkları, bütçe sorunları, program çakışmaları vb). Film, ikinci filmden on yıl sonra sinemalara geldiğinde, artık yazar/yönetmen James Cameron’ın dâhil olmadığı ve yıldız Arnold Schwarzenegger‘ın kariyerinin durgunluğa girdiği bir dönemdi. Zaten Schwarzenegger bu üçüncü filmin ardından siyasete atılarak Kaliforniya Valisi olma yolunda ilerlemeye başlayacaktı.

SPOILER BAŞLANGICI!

1995 yılında onu öldürmek için gönderilen T-1000 durdurulmuş olsa da John Connor’ın içi rahat değildir. 1997’de öngörülen nükleer kıyametin gerçekleşmediğini bilse de huzur içinde yaşamamakta, sistemin dışında bir kaçak olarak hayatını sürdürmeye devam etmektedir. Hiç gelmeyen bir savaşa bir ömür boyu hazırlıklı olmanın getirdiği travmayla boğuşan birine dönüşmüştür. John Connor, Kate Brewster adında bir veterinerle (Claire Danes) dükkanına gizlice ilaç çalmak için girdiğinde tanışır ve geleceğin ölüm listesinde olduklarını öğrendikten ve kabullendikten sonra bir araya gelerek gezegeni kurtarmak için mücadeleye girişirler.

Bu filmde ilk iki filmin efsanevi yönetmeni James Cameron yok. “Kutsal Anne” Sarah Connor da kanserden ölmüş durumda, çünkü Linda Hamilton bu yeni filmde oynamayı kabul etmeyince onun yerine geçebilecek karizmada birini bulmak muhtemelen çok daha zor olurdu. Üçüncü filmde, John Connor ve gelecekteki karısı Kate’i, bazen Terminatrix olarak da adlandırılan ve buz gibi gözlere sahip, Kristanna Loken’in canlandırdığı T-X adlı yeni model bir Terminator takip ediyor. T-X, çağdaş Los Angeles’ta John Connor’ı ve gelecekteki silah arkadaşlarını bulup yok etmeye programlı bir dişi Terminatör. Bu yok edici karakterin duygusuz ve korkutucu olması gerekse de, ikinci filmde Robert Patrick’in canlandırdığı kötü Terminator ürkütücü ve tehditkar iken, Loken’in canlandırdığı model seksi bir “femme fatale” mankeni andırıyor. Bütün vücudu aslında sıvı metal olduğundan göğüslerini kapatmak için ayrı bir metal sütyene ihtiyaç duymuyor, gerektiğinde de erkekleri etkilemek için memelerini şişirerek büyütebiliyor.

John ve Kate’i korumak için gelecekten gönderilen Terminator T-101’i bu filmde de Arnold Schwarzenegger canlandırıyor. Garip bir şekilde, ikinci filmdeki Terminator ile aynı olmasa da kullandığı bazı replikler sanki ilk iki filmi izlemiş diye düşündürüyor. Günümüz zamanına çırılçıplak geldiğinden üstüne bir şeyler giyebilmek için girdiği striptiz bardan, ikinci filmden farklı olarak eşcinsel erkek dansçıdan aldığı daha feminen kıyafetlerle çıkıyor. Taktığı güneş gözlüğü bu sefer simli ve parlak. Bu sahneyle film, gösterime her yeniden girdiğinde toplumda değişen cinsiyet algılarına da bir gönderme yapıyor ki bunun örneğini serinin en son filmi Dark Fate’de de görmüştük.

Terminator 3, 2000’li yılların başında geçtiğinden o yılların gelişmekte olan teknolojilerinden interneti ve nanoteknolojiyi de hikâyenin içine yedirmesiyle dikkat çekiyor. Terminatrix, ağzından çıkardığı modem sesiyle küresel ağa bağlanarak bir bilgisayar virüsünü enjekte ediyor. İlk iki filmde yapay zekâyla baş etmenin neden zor olduğu sorusuna da böylelikle yanıt veriliyor, çünkü o artık yeryüzündeki bütün makinelere sızabilen bir yazılım. Nihai hedefi ise ordunun elindeki yapay zekâ kontrol yazılımı olan Skynet. Buradaki ironi trajikomik, zira internet teknolojisi ilk kez 1970’lerde ARPANET adıyla Amerikan ordusu tarafından olası bir nükleer savaş sonrasında iletişimin devamı için icat edilmişken, filme göre insanlık medeniyetini yok edecek olan nükleer savaş internet yüzünden çıkıyor ve makinelerin yükselişi de bu şekilde gerçekleşiyor. Terminatrix, vücudundan aktardığı nanobotlar sayesinde arabalar dâhil olmak üzere orduya ait ilk terminator prototip robotlarının da donanımlarını dönüştürerek onları kablosuz iletişim kurabilen aygıtlara çeviriyor ve uzaktan kontrol edebiliyor.

Serinin üçüncü filmi, John Connor’ın nasıl direnişi örgütleyen bir lidere dönüştüğünün yanıtını da vermesiyle mantıksal bir boşluğu kapatıyor. Kate’in babası, Amerikan ordusunda henüz sahaya sürülmeyen üst düzey robotik silahları üreten Ar-Ge biriminin başındaki kişi. Bu noktada felsefi bir konu olarak kader teması devreye giriyor. Çünkü Kate ile John’un, ikinci filmde sıvı metal terminatorün Connor’ın peşine düşmeye başlamasından bir gün önce öpüşerek aralarında duygusal bir yakınlığın tohumlarının atıldığını öğreniyoruz. Fakat gelecek ötelenince, bu aşk da yarım kalıyor. Kate’in babasının yönlendirmesiyle, ABD hükümetinin olası bir nükleer savaşta üst düzey devlet yetkililerinin korunması için inşa edilmiş yer altı sığınağına gidiyorlar. Tabii ki aslında Skynet’i kapatabilecekleri bir yere gittiklerini zannediyorlar. Bu sığınaktaki teknoloji 70’lerden kaldığı için ve internete bağlı olmadığından güvenli. Arnold Schwarzenegger ile özdeşleşen sibernetik organizma terminator ise kendi enerji bataryasını Terminatrix’in ağzına sokarak onu patlatıp yok edebiliyor.

Filmin sonunda, ilk iki filmdir bahsi edilen ve ertelenen Kıyamet Günü’nün, Terminatrix’in internete sızdırdığı bilgisayar virüsü tarafından ele geçirilen Skynet yapay zekâ yazılımının ateşlediği kıtalar arası nükleer füzeler eliyle gerçekleştiğini görüyoruz. Bu son, acımasız ve kesin: Nükleer füzeler dünya genelinde milyarlarca insanı yok etmek için ateşlenirken, John ve Kate de bir sığınakta kilitli. İnsanlık direnişinin gelecekteki lideri Kıyamet Günü’nü durdurmak için değil, onunla başa çıkmak için var olmuş. Terminator 3: Makinelerin Yükselişi’nde dünya sona eriyor çünkü böyle olmak zorunda; nükleer bir soykırım olmadan Terminator serisi olmaz. Filmin kurgusal mitosunun zayıflığı sloganlarına da yansıyor: “Yine döneceğim,” ifadesinde artık hiçbir şiirsellik yok.

SPOILER SONU!

Yönetmen Jonathan Mostow, bu filmde James Cameron’ın enerjisini eksik bırakıyor, özellikle canlılık kazandıran kovalamaca sahnelerinde. 90 dakika boyunca, önceki filmlerin tüm zekâsı ve çoğu duygusu, silahlara ve heyecana öncelik vermek amacıyla bekletiliyor. Ancak son sahneler, gerçekten şaşırtıcı ve etkileyici bir final sunarak serinin ilk iki filminin sonundaki kötümserlik ve kararlılık karışımını tekrar hatırlatıyor. Terminator filmleri, Terminator Salvation dışında gelecekle savaşmakla daha çok ilgilenir. Gördüğümüz gelecek izleri genellikle kasvetlidir: insanlık medeniyeti, Skynet adlı asi yapay zekânın dünyanın nükleer silah stokunu ele geçirerek en büyük tehdit olarak gördüğü insanlığa karşı saldırmasının ardından yıkılmış, enkaza dönüşmüştür. Bu filmlerin amacı da budur, yani her zaman kendi kaderimize doğru ilerliyoruz. Terminator 3, belki bu noktayı diğerlerinden daha sert bir şekilde vurguluyor. Makinelerin Yükselişi, yaklaşan kaderimizi önledikten sonra ne olacağını anlatıyor ve cevap pek de iyiye işaret etmiyor.

Günümüzde, Makinelerin Yükselişi’nin gösterime girmesinden 20 yıl sonrasında bu filmi vurgulanmaya değer kılan şey, karanlık bitişi. Makinelerin Yükselişi aslında yeni bir zeminde gezinmeye ilgi duymuyor. Dark Fate dışındaki devam filmleri, James Cameron’ın ilk iki filmde yer vermediği konuları keşfetmeyi pek umursamıyor, ancak hikâyelerinin beyhude olması modern sinematik manzarada yeni bir anlam kazanıyor. Sinemada varoluşsal dehşetten çok şey elde edebilirsiniz. Belki de bu bir narsisizmin yan ürünüdür; Terminator filmlerinin dünyasında, pastadan daha büyük bir pay almak, daha fazla kontrol elde etmek, nihayetinde de kendi yok oluşumuzun mimarları olmak için daha ileri gitmek zorundayız. Makinelerin Yükselişi istemeden bunu savunuyor: Öncelikle insanlığın galip gelmesini görmek için izler gibi görünsek de, bir anda dünyanın sonu için sevinçle tezahürat yaptığımız bir filme dönüşüyor. Kıyamet Günü, filmde de söylendiği gibi gerçekten kaçınılmaz.

Terminator 3, kesinlikle kötü bir film değil, ancak seri için büyük bir sıçrama ya da ilerleme de sunmuyor. Sonlara doğru biraz havalı bir hâl aldığı, kötü adamlarıyla biraz fazla Robocop’a benzediği söylenebilir. Görselliğinde ise dönemin birçok bilimkurgu filminde gördüğümüz o bilimkurgu gümüşü mevcut. Bu, Mostow’un filmine aslında gereğinden fazla zarar veriyor. Mostow, Terminator 3: Makinelerin Yükselişi’nde seriye yeni bir kimlik sunamıyor, yine de film en azından sürükleyici ve zekâ gerektirmeyen bir aksiyon içeriyor. Haddini biliyor ve aslında eğlence amaçlı olduğunu izleyiciye çeşitli sahneler boyunca hatırlatıyor. Bu yönüyle ilk iki filmin parodisi hükmünde ama bunu da bilerek yapıyor. Bütün bunlara rağmen Terminator 3, şaşırtıcı derecede iyi bir devam filmi olarak ortaya çıkıyor, belki de Cameron dâhil olmadan yapılabilecek en iyisi…

Yararlanılan Kaynaklar:

Önceki Sonraki

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

Beklenen Fiyasko: Borderlands

İlk olarak 2009 yılında Gearbox Software çatısı altında çıkışını yapan Borderlands, 2800’lü yıllarda, konusu Pandora …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin