Güneş’in bir kızıl deve dönüşeceği ve yüz yıla kalmadan Dünya’yı yutacağı ortaya çıktı. Tüm insanlığa yetecek uzay istasyonları inşa etmek imkansızdı ve yakın bir zamanda yeni bir gezegene de taşınamazdık. Ancak bir ihtimal daha vardı: Eski çağlardaki destanları andıran bir çözüm… Dünya’nın stratejik noktalarına füzyon enerjisiyle çalışan binlerce itici yerleştirildi ve Alfa Centauri sistemine doğru 2500 yıllık bir yolculuğa çıkıldı. Dünya hedefine doğru ilerlerken, hayatta kalmayı başaran insanlarsa devasa yer altı şehirlerine sığındı. Çünkü artık Dünya’nın yüzeyi yaşanamayacak kadar soğuktu.
Üç Cisim Problemi, Karanlık Orman gibi romanların yazarı Cixin Liu‘nun aynı adlı kısa öyküsünden uyarlanan The Wandering Earth’ün konusu kısaca böyle. Büyük bilimkurgu filmleri insanlar hakkındadır aslında, sadece teknolojiler hakkında değil. Frant Gwo‘nun yönettiği The Wandering Earth, Çinli bir ailenin üç jenerasyonu üzerine odaklanıyor. Büyükbaba Gan Zi’ang (Ng Man-tat), baba Liu Peiqiang (Wu Jing) ve oğul Liu Qi (Qu Chuxiao). Film, Birleşik Dünya Hükümeti’nin gezegeni ve insanlığı kurtaracak planı açıklaması ile başlıyor. Plan Dünya’yı Güneş Sistemi’nin dışına taşımak. Bu yolculuğun rehberi ise devasa büyüklükteki bir uzay istasyonu. Liu Peiqiang, bu uzay istasyonundaki ekipte yer almaya gönüllü olur. Bu onu tam yirmi yıl boyunca Dünya’dan uzakta, uzayda tutacaktır. Bu esnada, yedi yaşındaki oğlu Liu Qi neler olup bittiğini hâlâ anlayamamaktadır. Film on yedi yıl ileri sarar. Her şey çok sert bir hâl almıştır. Dünya, artık ciddi ciddi Güneş Sistemi’nin dışına doğru sürüklenmekte, Jüpiter’in devasa çekim etkisini bir mancınık gibi kullanabilmek için pozisyon almaktadır.
Bu noktada Liu Qi artık mükemmel fakat hafiften mizantropik bir teknoloji uzmanı olup çıkmıştır. Tuhaf teknolojiler yaratmakla uğraşıp duruyor ve hiç tanımadığı babasının hasretini çekiyordur. Annesi de dramaya drama katarcasına Liu henüz küçük bir çocukken ölmüştür. Bu yüzden büyükbabası tarafından yetiştirilmiştir. Bir de aile, Han Duo (Zhao Jinmai) isimli yetim bir kızı evlatlık edinmiştir. Han daha ergenlik çağındadır. Filmin erkek ağırlıklı kadrosundaki o mekanik havayı dağıtan ve biraz insanilik katan birkaç elementten biridir.
Jüpiter’in yanından geçerlerken her şey plana göre gidiyordur, ta ki Dünya’nın ekseninde on derecelik bir kayma tespit edilene kadar. Şimdi Dünya Jüpiter’in kütle çekim kuvvetini bir mancınık gibi kullanarak hızlanmak yerine bu dev gezegenin yörüngesine doğru çekiliyordur. Üstelik Dünya’yı taşıyan neredeyse tüm iticiler kapanmış durumdadır. Bu da zaten filmin konusundaki temel elementtir. Günü kurtarmak Qi, Han Dao, sert komutan Wang Lei (Li Guangjie), biliminsanı Li Yiyi (Zhang Yichi) ve yarı Avustralyalı yarı Çinli olan Tim’e (Mike Sui) kalmıştır. Görevleri, Sulawesi bölgesindeki ekvatoryal iticiyi çok geç olmadan tekrar aktif duruma getirmektir.
Bu akıcı ve destansı bilimkurgu macerasında beğenilecek bir sürü şey var. Çekirdek hikayenin şeffaflığı, etkileyici setler, dış çekimler ve yer altı şehirlerinin sağlam gerçekçiliği… Tüm iyi bilimkurgular gibi izleyicisinin bazı şeyleri sorgulamasını sağlıyor. Örneğin kimi kurtarmalıyız? Hayatta kalmak için hangi bedeli ödemeye razıyız? Tüm Dünya’da kıyamet koparken ne tür planlar yapabiliriz? Görsel efektleri de Hollywood’un en iyi bilimkurguları ile yarışacak kadar iyi. Tabii Base FX, Pixomondo, Bottleship FX, Weta ve Macrograph gibi görsel efekt ekiplerinin de bu dev bütçeli projeye dahil olduğunu bilmek şaşırtıcı değil.
Tüm bu olumlu özelliklerine karşın, The Wandering Earth öyle aman aman muhteşemlikte bir film de değil. Tüm gezegeni yörüngesinin dışına çıkartıp uzayda hareket ettirecek kadar güçlü teknolojileri bir şekilde açıklayabiliriz. Füzyon enerjisi ile çalıştırılan binlerce iticiden bahsediyoruz. Bunlar önce Dünya’nın dönüşünü durduruyor. Bu sırada da mahşeri gelgitler meydana geliyor. Zaten filmin geçtiği tarihlerde üç milyar insandan bahsediliyor. Bu süreçte insan nüfusu epey azalmış. Fakat dönüşü tamamen durmuş olmasına rağmen, gezegen hâlâ bir atmosfere sahip gibi görünüyor. Üstelik Jüpiter civarına kadar geldiğine göre, artık uzayda bir hayli ilerlemiş demektir; bu da Dünya atmosferini komple silip atabilir ya da büsbütün bozabilir.
İnsanlığın nüfusu azalsa da, hâlâ milyarlarla ifade edilebilecek durumda. Üç milyar insanı kapsayacak kadar büyük yer altı şehirlerinin nasıl kurulabildiği de düşündürücü. Fakat devasa büyüklükteki binlerce füzyon reaktörünün Dünya’yı yörüngesinin dışına savurduğu bir filmin gerçekliğinde bunu da bir şekilde açıklamak mümkün. Peki ya on yedi sene boyunca kimsenin eksendeki on derecelik sapmayı fark etmemesi? Ve tabii Dünya yüzeyindeki korkunç soğuğa rağmen hâlâ bazı araçların sıkıntı çıkarmadan çalışması? Oyunculuklarda da bazı mantık hataları var tabii. Örneğin Han Duo, sızlanıp duran bir ergenken, bazen insanlara ilham veren bir hatip olabiliyor. Bunun haricinde Liu Qi ve Liu Peiqiang arasındaki gergin baba-oğul ilişkisine çok az değinilmiş. Diğer bilimkurgu filmlerinde olduğu gibi, bunda da insan dev bütçenin, muhteşem görsel efektlerin iyi bir bilimkurgu filmi yaratmaya yetip yetmeyeceğini sorguluyor.
Filmin politik bir yönü de var. Bütçesinden bahsettik. Çin, doğuda yükselen kızıl bir ejderha görünümünde. Dolayısıyla ABD ile yalnızca ekonomik değil, artık sanatsal anlamda da rekabet etmeyi amaçlıyor. Hakeza The Wandering Earth için “Çin’in Interstellar’ı” yakıştırması yapılmaya başlandı bile. Zaten filmde Amerikalılardan pek bahsedilmiyor. Filmde görebileceğiniz tek Amerikan bayrağı bir tabutun üzerine serilmiş durumda. Birleşik Dünya Hükümeti’nde Ruslar’ın temsilcisi var, Fransızlar’ın var, İngilizler’in var, diğer ulusların da var, ama Amerikalılar’ın yok! MOSS’u saymazsak tabii. Fakat bu MOSS da nedir? Yazının başlarında bahsettiğimiz uzay istasyonunun kontrolünü elinde tutan bir bilgisayar sistemi. Bir nevi 2001: A Space Oddysey’deki HAL gibi. Bu da herhalde Amerikalılar’ın temsilcisi!
The Wandering Earth’ü izleyen bir Amerikalı’nın hissettikleri, Amerikan yapımı bilimkurgu filmlerini izleyen bir Çinlinin hissettikleri ile aşağı yukarı aynı olacaktır. Marslı filminde Amerikalıların Çinlilerden yardım istemesi gibi birkaç istisnayı saymazsak, Amerikan filmlerinde Çin pek görünmez mesela. Filmin henüz Türk sinemalarında gösterime girip girmeyeceği bilinmiyor. Fakat internete düştüğü söylense de boşuna umutlanmamak lazım. Çince ve altyazısız. Tabii İngilizce bilen biriyseniz ve altyazılı izlemek istiyorsanız da hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz, çünkü çok fazla diyalog var ve ne olup bittiğini anlamak için çoğunu yakalamanız lazım.
Sonuç olarak The Wandering Earth, tüm eksi ve artı yönleriyle yine de oldukça keyifli bir film. Jüpiter civarına gelmiş buzdan bir dünya, o gaz devinin tanrısal çekimine karşı koyan insanların maceraları, yapay zeka, füzyon teknolojileri, kozmik yolculuk ve daha nicesi… Kimi mantık hataları ve aksamalar, The Wandering Earth’ün dev bir yapım olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu, giderek büyüyen Çin’in sadece ekonomi ve askeri değil, sanatsal alanlarda da iddia sahibi olduğunun bir göstergesi aynı zamanda…
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade
Kaynaklar: