nauru kapak

Aydınlıktan Karanlığa: Nauru

Ütopya, her türlü olumlu durumun var olduğu hayali bir ideal toplum ya da ülkedir. Distopya, ütopyanın karşıtıdır. Baskıcı ve totaliter bir rejimin var olduğu, özgürlüklerin kısıtlandığı hayali bir toplum ya da ülke resmeder. Post-Apokaliptik anlatılarda ise çoğunlukla küresel bazen de bölgesel bir doğal veya yapay felaket sonucu devlet sistemi kısmen veya tamamen çöker. Böylesi bir dünyada insanların yaşama ve var olma çabalarını izleriz.

Bilimkurgunun bu üç teması, insanların geleceğini yorumluyor ve olası bir yeni dünyayı insanlara anlatıyor. Ütopya, sanatta ve bilimde büyük gelişmelerin yaşandığı rönesans döneminde ortaya çıktı. Dünyanın genel itibariyle olumlu bir seyre yönelmesi sonucunda parlak bir geleceğin insanlığı beklediği düşünülüyordu. Distopya ise çevre kirliliği, aç gözlü şirket politikaları ve siyasilerin de bu şirketler tarafından satın alındığı ve ülke yönetiminin şirketlerin çıkarına göre yapıldığı bir dönem olan sanayi devriminde ortaya çıktı. Bu gidişin sonunun kötü olduğunu düşünen bilimkurgu yazarları, insanlığı olumsuz bir geleceğin beklediğini düşledi. Post-Apokaliptik ise ikinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktı. Özellikle de silah endüstrisinin korkunç derecede ilerlemesi ve soğuk savaşın da ivmesiyle dünyanın yaşanmaz hâle gelebileceği öngörüldü.

Bu üç hayali durum aslında insanlığın geleceğine dair birer uyarı ve öğüt özelliği de taşıyordu. Ancak tüm bu senaryoların sanatta kalmadığını, üç süreci de gerçekten yaşamış ve hâlen de yaşamakta olan bir ülke olduğunu biliyor muydunuz?

Eski bir İngiliz sömürgesi olan Nauru, Pasifik Okyanusu’nda yer alan küçük bir ada ülkesidir. Tarihi boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşmış olan bu ada, özellikle 20. yüzyılın ortalarında yaşadığı ekonomik yükseliş ve ardından gelen çevre kirliliği ve ekonomik çöküş ile dikkat çekmektedir. Nauru, ilk olarak Mikronezyalı ve Polinezyalı denizciler tarafından yerleşim yeri olarak kullanıldı. 19. yüzyılın sonlarına doğru geç kaldığı sömürgecilik faaliyetlerine İngiliz ve Fransız sömürgelerini işgal ederek başlayan Alman İmparatorluğu’nun kontrolüne giren ada, I. Dünya Savaşı sonrasında Avustralya, Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık tarafından geri alındı ve yönetilmeye başlandı. 1968 yılında bağımsızlığını kazandı, kısa sürede büyük bir ekonomik yükseliş yaşadı.

Nauru’nun ekonomik yükselişi, adada bulunan zengin fosfat yataklarına dayanmaktadır. Fosfat, tarımda gübre olarak kullanılan önemli bir mineraldir ve Nauru dünyada fosfatın en çok görüldüğü yerlerden biridir. 20. yüzyılın ortalarında dünyanın en büyük fosfat üreticilerinden biri hâline geldi. Bu dönemde, fosfat madenciliği sayesinde Nauru’nun kişi başına düşen geliri dünya ortalamasının çok üzerine çıktı ve ada halkı refah içinde yaşadı. Adada müthiş bir lüks ve şatafat vardı. Nauru bir dönem kişi başı gelirde dünya birincisi bile oldu. Nauru’nun fosfat madenciliği sayesinde yaşadığı ekonomik yükseliş, ütopyanın bir yansıması olarak görülebilir. Bu dönemde, Nauru adeta bir ütopya gibi görünüyordu; herkesin ekonomik olarak güvende olduğu, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yüksek standartlarda sunulduğu bir toplum. Öyle ki dünyanın her yerinden insanlar o dönemde ‘kapağı Nauru’ya atmak ve bu zenginlik ve refahtan nasiplenmek istiyordu.’

Nauru’da bir maden alanı, 2007. Fotoğraf: Lorrie Graham

Ancak, fosfat madenciliği Nauru’nun çevresine büyük zararlar verdi. Madencilik faaliyetleri, adanın büyük bir kısmını tahrip etti ve doğal yaşam alanlarını ortadan kaldırdı. Toprak erozyonu, su kaynaklarının kirlenmesi ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi çevresel sorunlar, Nauru’nun ekosistemini ciddi şekilde etkiledi. Ayrıca, madencilik faaliyetlerinin sona ermesiyle birlikte ada halkı işsizlik ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bir dönem dünyanın en zenginleri olan Naurulular, zaman içinde adeta ekmeğe muhtaç duruma geldi. Tüm bu gelişmeler önce Nauru’yu bir distopyaya dönüştürdü. Çevre kirliliği ve sosyal sorunlar, ada halkının yaşam kalitesini düşürdü ve ekonomik eşitsizlikler arttı. Zaman içinde Nauru’nun önde gelen zenginleri kendilerini adadan kurtarmayı başardı. Bu süreçte insan kaçakçılığı yapanlar servetine servet kattı. Ne var ki bu rakamları herkes ödeyemedi ve nüfusun ağırlıklı bölümü artık çorak topraklara dönmüş ve iş imkânlarının olmadığı bu adada kaderiyle baş başa kaldı.

İşsizlik ve yoksulluk, distopik bir geleceğin habercisi oldu. Ekonomik krizle birlikte Nauru’daki politikacılar, toplumsal düzeni sağlamak ve iktidarlarını korumak amacıyla daha baskıcı politikalar üretmeye başladı. Bu politikalar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, muhalefetin susturulması ve güvenlik güçlerine verilen yetkilerin artırılması gibi önlemleri içeriyordu. Baskıcı politikalar, halkın hükümete olan güvenini sarstı ve toplumsal gerilimi arttırdı. Ekonomik çöküş ve sosyal sorunlar, Nauru’da suç oranlarının yükselmesine de neden oldu. İşsizlik ve yoksulluk, insanların geçimini sağlamak için yasa dışı yollara başvurmasına yol açtı. Hırsızlık, uyuşturucu ticareti ve şiddet suçları, adada yaygın hâle geldi. Suç oranlarının yükselmesi, toplumsal huzursuzluğu daha da arttırdı ve güvenlik sorunlarını derinleştirdi. Suç arttıkça baskı arttı, baskı arttıkça da suç oranları yükseldi. Bu kısır döngü adayı giderek distopik bir ülkeye çevirdi.

Nauru’nun fosfat rezervlerinin tükenmesiyle birlikte yaşadığı ekonomik çöküş, Distopyadan Post-Apokaliptik bir geleceğe doğru yol almaktadır. Madencilikten elde edilen gelirlerin azalması, adadaki yaşam standartlarının dibi görmesine ve hükümetin mali kaynaklarını tüketmesine sebep oldu. Ayrıca madencilik sonucu çöle dönen topraklar nedeniyle ülkede tarım ve hayvancılık faaliyetleri de çöktü. Nauru, çok geçmeden uluslararası yardımlara bağımlı hâle geldi ve ekonomik olarak ayakta kalma mücadelesi vermeye başladı. Günümüzde ada halkı, sınırlı kaynaklarla hayatta kalma mücadelesi veriyor ve geleceğe dair belirsizliklerle karşı karşıya. Fosfat madenciliği sonrası çöle dönen topraklarıyla ve burada var olma mücadelesi veren halkıyla Nauru, adeta bir felaket sonrası hayatta kalma mücadelesini konu alan post-apokaliptik filmleri andırıyor.

Nauru, dünyanın en yüksek sigara içme oranlarından birine sahip. Yetişkin nüfusun %42’si sigara bağımlısı. Bu yüksek sigara içme oranı, kalp damar ve solunum yolu hastalıklarının yanı sıra kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Ayrıca, Nauru’da obezite oranı da çok yüksek. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, Nauru’da yetişkinlerin %94.5’i aşırı kilolu veya obez ve obezite oranı %71.7. Nauru halkının ağırlıklı beslenmesi kızartılmış hamurdan yapılan yemeklere dayanıyor. Sebze ve et tüketimi yok denecek kadar az. Bu durum, diyabet ve kalp damar hastalıkları gibi kronik rahatsızlıkların yaygınlığını da artırıyor. Hâliyle Nauru’da yaşam ortalaması son derece düşük. Alkol ve uyuşturucu kullanımının da yaygın olduğu ülkede, spor yapan insan sayısı yok denecek kadar az.

Nauru’nun tarihi, ütopyadan distopyaya ve post-apokaliptik bir geleceğe doğru dramatik bir dönüşüm sergiliyor. Fosfat madenciliği sayesinde kısa sürede büyük bir refah yaşayan Nauru, madenciliğin sona ermesiyle çevresel ve ekonomik sorunlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Ülkenin bu ibretlik öyküsü, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımının önemini ve çevresel korumanın ekonomik kalkınma ile nasıl dengelenmesi gerektiğini göstermesi bakımından ders niteliğinde. Kısacası Nauru, bilimkurgunun yaygın üç anlatısıyla ilişkilendirildiğinde, insanlığın doğa ile olan ilişkisini ve bu ilişkinin sonuçlarını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir…

Yazar: Halil Alpaslan Hamevioğlu

1980 Polatlı doğumluyum. 80'ler ve 90'lar kuşağında yetişmiş bir bireyim. O devrin her bireyi gibi ben de bilimkurguyu video kasetlerden tanıdım. Sonra özel kanallar geldi. Hayal dünyam iyice genişledi. Eh, gerçek yaşamda da dünyanın içinden geçtiği dönüşümü gördüm. Sovyetler'in bitişini, Berlin Duvarı'nın yıkılışını, popüler kültürün tüm dünyayı etkisi altına alışını... Bir gün okulum bitti ve hem gördüklerimi hem de yaşadıklarımı yeni nesillere aktarayım dedim. Öğretim görevlisi oldum. Gazi Üniversitesi’nde başlayan, Başkent Üniversitesi’nde devam eden öğreticiliğimde ülke sınırlarını aştım ve kendimi Amsterdam Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde buldum. Oldum olası yazmayı sevmişimdir. Âşık olduğum bilimkurguyu ve yazma hobimi de burada birleştireyim dedim. Şimdiden iyi okumalar.

İlginizi Çekebilir

skull island

Skull Island: Dev Canavarlar, Küçük Espriler

İnsanların King Kong‘u, Godzilla‘yı veya King Kong vs. Godzilla‘yı izlemesindeki ana motivasyon, büyük canavarların ortalığı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin