Sinema sektörü, 2000’li yıllara geçtikten sonra gözümüzün pasını silen birçok bilimkurgu filmini beyaz perdeye taşıdı. Fakat bu dönemden önce bile yabana atılamayacak filmler mevcuttu. 90’lı yılların sonuna gelirken The Matrix fırtınası başladı. Elbette 99 senesi The Matrix’ten ibaret değildi. 1984 yılında oldukça ses getiren Polis Akademisi filminin yönetmeni Hugh Wilson, senaristliğini Billy Kelly ile birlikte üstlendiği Blast Form the Past (Geçmişin Sığınağı) sayesinde dikkatleri üzerine çekmekte zorlanmadı. Oyuncu kadrosunda The Mummy filmiyle büyük başarı yakalayan Brendan Fraser’ı barındıran yapım, dünya çapında 40 milyon dolarlık bir hasılat da elde etti.
Komedi ve drama yönleriyle öne çıkan Blast Form the Past, bir yandan da bilimkurguya göz kırpıyor. Babası tarafından inşa edilmiş bir sığınakta yaşayan Adam Webber’ın 35 yıl sonra sığınaktan çıkmasını izliyoruz. Bu da bir nevi zamanda yolculuk hikayesine dönmekte gecikmiyor. Yıl 1962’dir ve Amerika ile Sovyetler Birliği nükleer savaşın eşiğindedir. Devletine aşırı bağlı olan Dr. Calvin, evinde verdiği bir parti sırasında radyodan gelen uyarı üzerine partiyi sonlandırır. Zira radyoda her an bir füze saldırısı yapılacağı söylenmektedir. Hamile karısıyla beraber yıllardır üzerinde çalıştığı sığınağa geçen Dr. Calvin, bir yandan da savaş ve onun neden olabileceği zararlar hakkında konuşurken şehrin semalarında gezen arızalı bir uçaktan habersizdir. Olan olur ve uçak yaşadıkları evin üzerine düşerek büyük bir patlamaya yol açar. Sığınağa yeni giriş yapan çift de bu patlamayı savaşa yorar. Çiftimiz, yukarı çıkan asansörün tıkanması ve sığınağın da olası gazlara karşı kendini kilitlemesi sonucu tam 35 sene burada mahsur kalır.
Sığınakta doğan ve anne – babasının dürüst ve ahlaki eğitimleri sayesinde saf ve temiz bir çocukluk geçiren Adam Webber, bu noktadan sonra anlatının merkezindeki isim haline geliyor. Bu süreçte paten sürmeyi, okuyup yazmayı, sosyal ilişkileri, görgü kurallarını ve hatta Fransızca konuşmayı dahi öğreniyor. Ebeveynlerin çocuklarına verdiği eğitimin önemine, ayrıca teknolojinin ve uçuk kaçık aşırı fikirlerin toplum üzerindeki etkisine de değinen film, bazı sahnelerinde de seyircisini soru işaretleriyle baş başa bırakıyor. Zira çiftin ortadan kayboluşunu pek de umursamayan halk bir yana, Calvin’in inşa ettiği sığınak da adeta bir AVM’yi andırıyor. Sığınakta yok yok! Alışveriş yapabileceğiniz bir market ve balık tutabileceğiniz bir havuz en dikkat çeken detaylar örneğin.
O gün geliyor ve sığınaktaki esaret dolu hayat sona eriyor. Dışarıda neler olup bittiğini öğrenmek isteyen Dr. Calvin yukarı çıkmaya karar veriyor. Bu arada, ailemiz sığınakta yaşamını sürdürürken yukarıda da tam bir toplumsal deri değişimi yaşanıyor. Bunu da ailenin eski evi üzerinden takip ediyoruz. Evin yerine önce bir fastfood restoranı açıldığını, daha sonra bu restoranın alkollü bir işletmeye dönüştüğünü ve nihayetinde de bir rocker mekanı haline geldiğini görüyoruz. İşte Dr. Calvin, zamanla terk edilmiş bir yere dönüşen bu kafeye çıkıyor ve bir sarhoşla karşılaşıyor. Bulaşıcı hastalıklara ve zehirli gazlara karşı koruyucu elbiselerle dışarı çıkan kahramanımız, çok geçmeden kendisini “gerçek olamayacak” bir düzende buluveriyor. Trans bir fahişeyle, kendisini Tanrı zanneden sarhoşlarla ve garip giyimli insanlarla karşılaşan Dr. Calvin, soluğu tekrar sığınakta alıyor. Karşılaştığı manzarayı ise radyasyona maruz kalan insanların “tuhaf” mutantlara dönüştüğü şeklinde yorumluyor.
Filmimiz, devam eden bu dakikalarda toplumun zaman içindeki değişimine hem komik hem de eleştirel bir yorum getiriyor. Kılık kıyafet değişiminin, cinsiyet özgürlüğünün ve erozyona uğrayan Tanrı kavramının bir kara kedi olarak önümüze sunulması, yayımlandığı dönemde filme dair olumlu eleştirilerin odağında yer aldı. Hikayenin başlangıçtaki durgunluğu ise babasının rahatsızlanması sonucu ilk kez dış dünyaya çıkan Adam Webber sayesinde biraz olsun aşılıyor. Bu andan itibaren finale kadar Adam’ı ve çevresiyle olan komik etkileşimlerini izleyerek eğleniyoruz.
Aşk, komedi ve macera dolu ikinci perde, hız kazanan olaylar silsilesiyle bizi bir yandan eğlendirirken bir yandan da arka planda işleyen önemli mesajların içine çekmeyi başarıyor. Kısacası, yeni düzenin getirdiği olumsuzluklara parmak basması, Adam’ı geçmişle gelecek arasındaki çatışmanın öznesine dönüştürmesi Blast From the Past’i değerli bir film kılıyor. Öyle ya da böyle; eh işte dediğimiz sahneleri göz ardı edersek ve güncel tarihe göre değerlendirirsek, Geçmişin Sığınağı hem nostaljik havasıyla hem de geçmişi ve geleceği bir arada tutan kurgusuyla ailecek izlenilebilecek bir yapım…