Güneş Sistemi’nde Dünya haricinde üç tane kayalık gezegen daha var. Bunlar Venüs, Mars ve Merkür. Üçünde de henüz yaşamın varlığına dair bir kanıt yok. Üstelik bu üç gezegen Dünya’dan tamamen farklı ve “yaşam” için son derece olumsuz özelliklere sahip. Yine de insanlar belki bir gün bu üç gezegenden birinde yaşama dair izler bulunacak diye umut ediyor. Hatta yakında Mars’a koloni kurmayı düşünenler de var. Peki ya Güneş Sistemi, Dünya benzeri kayalık gezegenler konusunda bu kadar umutsuz bir durumda olmasaydı ve Dünyamızın bir ikizi bulunsaydı tarih ne yönde değişirdi? Alternatif bir gerçeklikte belki de böyle bir gezegen vardır ve oradaki insanların kaderini kökten değiştirecektir kuşkusuz. İnsanların evrene bakış açısı gerçek anlamda ikircikli bir yön kazanırdı herhalde. Hatta o alternatif gerçeklikte yaşayan insanların, bu gerçeklikte yaşayan insanlarla tamamen farklı bir düşünce sistemi geliştirmesi muhtemeldir.
İnsanlar tarihten bu yana kainatta yalnız olup olmadıklarını merak eder. Kainat ıssız ve yabancı görünüyor tüm haliyle. Çünkü geceyi çağrıştırıyor. Sonsuz bir gece. Kainat bir yana, Dünya bile yüz yıl öncesine kadar ürkütücü derecede boş bir yerdi. 1920’deki insan nüfusu 2 milyara yakındı. Bugünden kat kat daha az. Üstelik o zamanlar insanların dünyası daha küçüktü. Arabası olmayan biri belki de kasabasının karşısında duran dağın ardındaki yerleri hiç görmemişti. Oysa şimdi dünya daha büyük. İnsanlar dünyanın daha çok farkında. Dünya hızla kalabalıklaşsa da, insanlar birbiriyle daha sık iletişim kursa da belki de o derin yalnızlıklarının farkına daha çok varıyorlar. İnsanlar öteden beri bunun farkındaydı aslında. Mitolojilere, halk hikayelerine bakınca insan özellikleri kazandırılmış yaratıklarla karşılaşıyoruz ya da destansı özellikleri olan insansı varlıklarla. Mesela on kafası olan bir şeytan ya da fil kafalı bir insan. Bazılarına göre Yüzüklerin Efendisi’nin bu kadar sevilmesi karakterlerin insana benzeyen ama insan olmayan varlıklarla konuşabilmesiydi…
İnsanlar sahiden ne kadar yalnız olduklarının farkında. Dünya’da insanlar gibi başka bir varlık daha yok. Belki de bazı robotların ya da cansız mankenlerin bu denli ürkütücü görünmesinin sebeplerinden biri bu. İnsana çok benzeyen, neredeyse insanın yansıması olan ama ondan tamamen farklı, cansız bir nesne. İnsanlar masallara, fantastik hikayelere ihtiyaç duyuyor, bilinmeyenin ürkütücülüğünü çekici buluyor bir noktada. Hepsi bu derin yalnızlığın sebebi. Peki ya başka bir Dünya daha olsaydı ve orada insana benzeyen varlıklar bulunsaydı, bu yalnızlık diner miydi? İnsanlar bir anda yaşamın kainata bolca sepelenmiş olduğu yanılgısına kapılmazdı belki, ama daha çok umut edebilirlerdi… Ya da tam tersi olurdu; iki Dünya’nın varlıkları birbiriyle iletişime geçince bir anda aslında kainatta tek başına kalmış bir şeyin iki ayrı yarısı oldukları fikrine kapılırlardı.
Tüm bir insanlık, aslında kozmik bir vücudu andırıyor. Bu vücut sayısız mutasyonun ardından doğup iki ayak üzerinde yürümeye başladı, yıldızları toplayabileceği hayalini kurdu ama hep korkunç bir dürtüyle karşı karşıya: Yıkım. Bu iki Dünya’nın varlıkları birbiriyle iletişime geçince belki de kainatın tek gerçeği olan yıkımı tetikleyebilirlerdi. Birbirlerini yok edebilirlerdi… Ama hakikatte işler asla o kadar da karamsar değildir. Kötü bir olay yaşanır, etkisi bilinç üzerinde amansız hasarlar bırakır ve bundan sonra her şey daha iyiye doğru gitmeye başlar, ta ki yeni bir felakete kadar. Alternatif gerçeklikteki insanların ikiz Dünya’yı keşfetmesi ile birlikte bir anda uzay savaşları ya da korkunç felaketler yaşanacak diye bir kaide yok. Zaten alternatif gerçeklikteki insanlar, uzunca bir süre, ikiz Dünya’yı mitolojiden ibaret bir yer olarak düşünürlerdi.
Kendi gerçekliğimizde de insanlar öteden beri gökyüzünü gözlemliyor. Hatta kadim çağlarda bile gökyüzü cisimlerinin hareketlerini hesaplayabiliyorlardı. İşin aslı, bu gün bile Güneş Tutulmaları sayesinde tarih hakkında daha kesin bir fikir edinilebiliyor. Gelgelelim, kendi gerçekliğimizde gözlemlenen cisimlerden hiçbiri Dünya’ya benzemiyor. Gökyüzüne çıplak gözle bakınca sadece iri ışık damlaları görünüyor. Gelişmiş bir teleskopla bakınca ise onlar kainatın ıssız gecesinde asılı duran yaşamdan yoksun ıssız bir kıyamet gibi görünüyorlar. Alternatif gerçeklikte de insanlar ikiz Dünya’yı ilk başlarda diğer gezegenler hatta yıldızlar ile karıştırabilirdi. Parlak, mavi bir yıldız. İkiz Dünya, sahici Dünya’dan çok da uzakta olmazdı herhalde, Goldilocks Bölgesi’nde bir yerlerde. Dolayısıyla Dünya’dan bakınca çıplak gözle bile gözlemlenebilirdi.
Gelgelelim gökyüzü uzun zamandır insanların ilgisini çekiyor olsa bile, gökyüzü ile sahiden ilgilenen kesim, nüfusun geneline kıyasla her zaman azınlığı oluşturur. Haruki Murakami’nin meşhur 1Q84 eserinde karakterler iki ayın olduğu bir gerçekliğe geçince, insanların aslında “gerçek ayın yanında beliren ikinci bir aydan” hâlâ haberdar olmadığını fark ediyordu. Çünkü büyük şehirlerde kimse gökyüzü ile pek ilgilenmez. Kimse gökyüzüne bakmıyor, ikinci Ay’ın orada olduğunu fark etmiyordu. Karakterlerden biri bir anda gökyüzünü rahatça gözlemleyebileceği bir parkta iken fark ediyordu bu gerçeği… Ve tabii gerçekliğinin değiştiğini.
Bizim bahsettiğimiz alternatif evrende bile Dünya’nın sahiden bir ikizi olduğunun keşfedilmesi belki de Rönesans döneminde gerçekleşecekti. İlkel teleskoplar ile bakınca bile belki de ikiz Dünya’nın okyanuslara, hatta yeşil arazilere sahip olduğu görülebilirdi. Bu keşif büyük bir heyecan yaratırdı. Belki de gizli tutulması istenirdi ilk başlarda. Alternatif evrendeki bilim kurumlarına hükmeden yapılar teleskopları vesaire yasaklardı. Öyle ki kimse bir teleskobun nasıl yapıldığını bilemeyecek hale gelirdi. Kendileri ise ya o ikiz Dünya’yı yok saymaya karar verir ya da gizli gizli araştırmayı sürdürürdü.
Belki de ikiz Dünya’nın varlığı halka açıklanır, ya da bir şekilde sızdırılır, büyük insan topluluklarına ispat edilir ve bir anda oraya ulaşma telaşı başlardı. İnsanlar, belki de, o Dünya’da uyanabilmek için topluca intihar etmeye başlardı ya da AROG filmindeki malum kuleden falan inşa ederlerdi. İkiz Dünya’nın keşfi insanlığı epey bir harekete geçirirdi kuşkusuz. Peki ya sahici Dünya’da bunlar olurken, ikiz Dünya’da neler gerçekleşiyor olabilir? Belki de ikiz Dünya insanlar için pek de uygun olmayan bir şekilde gelişecekti; Warhammer 40K’daki cehennem dünyası Catachan’ın bir benzeri. İnsanlar yine de oraya tamah edecektir. Kendi gerçekliğimizde bile Mars’a ve daha ötesine gitme hayalleri kuruluyor. Alternatif gerçeklikte ise bu hayal, sahiden eyleme dökülebilsin diye bütün insanlığın uğrunda yarıştığı bir amaca dönüşebilirdi. Belki de alternatif gerçeklikteki dünya bir Jules Verne eserinden hallice ya da steampunk/dizelpunk arası bir evrede olurdu. İnsanlık Dünya’nın ikizine ulaşabilmek için belki de sahip olduğu her şeyi harcayıp, ölmekte olan sahici Dünyalarında sonu beklemeye koyulurdu…
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade