dinozor

Soyu Tükenmiş Canlıları Yeniden Üretmek Etik mi?

Başlığı okur okumaz eminim ki aklınıza meşhur bilimkurgu filmi Jurassic Park –ve ardından Jurassic World serisi- geldi. Bu filmlerde, fosilleşmiş sivrisineklerdeki dinozor kanı DNA’sı kullanılarak, soyları 65 milyon yıl önce tükenen dinozorlar genetik mühendisliği teknikleriyle yeniden hayata getiriliyordu. DNA molekülünün yarılanma ömrü (521 yıl) nedeniyle, bir fosil örneğinden sağlam DNA bağı elde edebilmenin teorik limiti 6.8 milyon yıl olarak hesaplanıyor (1). Fakat sıcaklık, nem, oksitlenme gibi doğal bozunma etkileri bu süreyi daha da kısaltarak yaklaşık 1 milyon yıla çekiyor. Bu da demek ki, soyu en fazla 1 milyon yıl önce tükenmiş canlılar teorik olarak yeniden üretilebilir. Yine de buzullar gibi daha uygun koşullarda, şimdiye dek bulunan en eski DNA örneği olarak 1.2 milyon yıl öncesine ait mamut DNA’sının keşfi, aralarında ODTÜ’den araştırmacıların da imzasıyla Nature dergisinde yayımlandı (2). Bu çalışmalar ve buluşlar, evrim tarihinin arkeolojisini çıkarmak adına şüphesiz çok verimli. Fakat başka bir uygulama alanı soyu tükenmiş canlıları yeniden üretmek olabilir.

Jurassic Park bilimkurgu filmiyle popülerlik kazanan bu fikrin ilk somut örneği aslında 2013 yılında gerçekleşti (3). Soyu 30 yıl önce tükenen bir kurbağa türü, klonlama yöntemiyle embriyo seviyesine kadar yeniden oluşturuldu. Benzer çalışmalar, akraba türlerin genetiği kullanılarak soyu tükenen başka diğer canlılar için de arzu ediliyor: 1936’da soyu tükenen Tasmanya kaplanı, 1914’te soyu tükenen yolcu güvercini ve evcil ineklerin atası olan, 17. Yüzyılda 1627’de soyu tükendiği kayıtlara geçen Avrupa bizonu (yaban öküzü) gibi. Bu üçüne ek olarak yeniden hayata döndürülmesi zaman zaman gündeme gelen soyu tükenen hayvanlar ise (yıl bilgileriyle) şöyle (4): Pirene keçisi (2000), Siyah Serçe (1987), Carolina Papağanı (1904), Büyük Penguen (1844), Güney Afrika Zebrası (1870’ler), Deniz İneği / Steller (1769), Dodo Kuşu (1640), Mamut (4000 yıl önce), İrlanda geyiği (7700 yıl önce), Kılıç Dişli Kaplan / Smilodon (10.000 yıl önce)… Bu listede sadece hayvanlar değil, sayısız bitki türü de elbette sayılabilir.

Gündeme gelen başka bir “soy döndürme” projesi ise, Neandertaller gibi soyları tükenen insan türlerini kapsıyor. İnsan genomu projesine de ön ayak olan isimler arasında yer alan, Harvard Tıp Okulu’ndan George Church, 2013 yılında topladığı Neandertal fosil örneklerini kullanarak soyları yaklaşık 35.000 yıl önce tükenmiş olan bu insan türünün fetüsünü oluşturabileceğini ve bunu karnında taşımaya gönüllü bir kadını aradığını duyurmuştu (5).
Elbette bütün bu somut projeler ve tahayyüller bizi iki ana soruya taşıyor. Birincisi, soyu tükenmiş canlıları yeniden üretmek neden istenebilir? İkincisi ve belki de daha önemli olanı ise, başlıkta da sorduğumuz üzere soyu tükenmiş canlıları yeniden dünyaya getirmek etik mi?

İlk soruya belki de basitçe bilimsel merak diye yanıt verilebilir. Yapabiliyor olmanın kendine has cazibesi, insanın doğa üzerindeki egemenliğini kurma yolunda başardığı yeni bir aşama, teknobilimsel uygarlık adına yeni bir zafer, ya da başka klasik çağrışımlarla Tanrı rolüne öykünmek, hatta Frankenstein kompleksi. Ekonomik açıdan yeni bir sektör kurmak bile olası yanıtlar arasında sayılabilir: sizce soyu tükenmiş canlıların sergilendiği bir hayvanat bahçesinin giriş biletleri kaç lira olurdu? Tabii ki burada akla hemen, filmde benzer bir hırsla kurulan Jurassic Park’ın akıbeti geliyor.

İlk soruya başka bir alternatif yanıt, soyları tükenen canlıları yeniden üretmenin onlara karşı üstlenmemiz gereken bir sorumluluk, adeta bir borç olduğu. Çünkü, yukarıda adlarını saydığımız canlılar hep insan faaliyetleri sonucu yeryüzünden silindiler: kâh avlanıp öldürülerek, kâh doğal alanları tahrip edilerek… Neandertallerin bile “tür kırım” kurbanı olduğu, kaynak savaşları nedeniyle ortadan kaldırıldıkları, onların yok oluşuna dair teoriler arasında ön plana çıkıyor (6). Dolayısıyla, madem bu canlıların soyları doğrudan veya dolaylı olarak insanlar yüzünden tükendi, o halde onları yeniden üretmek de insanlara düşen etik sorumluluğun bir gereği olmalı denilebilir.

Fakat bu yazının da başlıkta sorduğu üzere, akla gelen başka etik ikilemler mevcut. Soyları tükenmiş bu canlılar yeterli sayıda üretilip doğal ortamlarında yaşamazlarsa, bir tematik parkta veya hayvanat bahçesinde sadece seyirlik birer nesne muamelesi görürlerse veya yaşamlarını bir laboratuvarda geçirirlerse bu etik bir davranış olur mu? “Doğal ortam” konusu da yine düşünülmesi gereken ayrı bir husus. Çünkü mesela mamutlar gibi soyları binlerce yıl önce tükenen canlıların doğal ortamlarının günümüzde kalmadığını biliyoruz. Bu canlılar yeniden hayata getirilirken, onların zamanındaki geçmiş beslenme zincirinde bulunan bitki ve hayvanlar ne olacak? Ya da adeta genetik bir zaman yolculuğu yaparak günümüzde yeniden tabiata salınırlarsa, mevcut ekosistem bundan nasıl etkilenecek, doğanın dengesi bozulmayacak mı? (7)

Başka bir itiraz ise, Dünya dışında Mars gibi gezegenleri terraforming (dünyalaştırma) mühendisliği ile yaşama uygun hale getirme projelerine karşı yapılan itirazları hatırlatıyor. Dünyanın mevcut halinde, iklim değişikliği ve ekolojik kirlenme nedeniyle hayvan soyları tükenme tehlikesi altındayken neden onları kurtarmak, dünya habitatını geri dönüşü olmayan bir krize sokmamak için uğraşmıyoruz da, soyları çoktan tükenmiş canlıları yeniden hayata getirmek üzerinde kafa yorup para harcıyoruz? (8) Bütün bu sayılan etik itirazların haklılık payı mevcut.

Bilimkurgu dışındaki fantastik eserlerde ve modern kimyanın doğuşundan önceki simya çalışmalarında en büyük tabulardan biri, ölüleri diriltmek amacıyla çabalamak. Bu kültürel tabu, ilk modern bilimkurgu olan Frankenstein’da da karşımıza çıkıyor. Belki de soyu tükenmiş canlıları DNA’larından klonlayarak yeniden hayata döndürmek de bu anlamda felaketlere yol açacak, insanlığa –ve ekosisteme- hayır getirmeyecek. Hem zaten Jurassic Park’ın sonu da bu anlamda pek iyi bitmemişti, değil mi?

Peki sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz? Soyu tükenmiş canlılar sizce yeniden üretilmeli mi? Bu konudaki görüşlerinizi yorum kısmında belirtebilirsiniz.

Yararlanılan Kaynaklar:

  • Evrim Ağacı 1 | 2 | 3 | 5 |
  • Onedio (4)
  • BilimFili (6)
  • The Conversation (7)
  • The Guardian (8)

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

uzay-yasam-canli

Uzay Boşluğunda Yaşayan Canlılar Olabilir mi?

Bir organizmanın uzay boşluğuna uyum sağlaması ya da orada yaşayacak şekilde evrim geçirmesi mümkün müdür? …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin