Esir (eter, ether, aether), ilk ve orta çağlarda uzayın yapısını oluşturduğu düşünülen maddenin adıdır. Fuat Sezgin’in İslamda Bilim ve Teknik adlı kitabında esirin tanımı şöyle veriliyor:
“Gökyüzünün ve yıldızların tözü esîr olarak adlandırılır. Esîr bir unsur olmakla birlikte, bilinen dört unsurdan ayrıdır ve ebedidir.“
Burada birkaç açıklama yapmam gerekiyor. Yukarıdaki tanımda “unsur” olarak bahsedilen şeyler dört taneydi: Toprak, hava, su ve ateş. İlk Çağ filozofları, evrendeki bütün maddenin bu dört unsurdan oluştuğunu düşünmüşlerdi.
Aristo bu dört unsura esir adını verdiği beşincisini eklemiştir. Aristo’ya göre esir, göklerin ana maddesiydi. Böylece Aristo yerle göğü felsefi olarak birbirinden ayırmış oluyordu. Bilim ve felsefede olduğu kadar dinler için de önemli bir ayrımdı bu. Buna göre yer, yani Dünya, dört elementten oluşmuştur; ancak gökler bu dört elementten farklı olan esirden yapılmıştır. Böylece yer ve gök, kendisini oluşturan unsurlar nezdinde birbirinden ayrılmış oluyordu. Daha sonra da açıklayacağımız gibi Aristo’nun kozmolojisinde bu ayrım önemlidir. Çünkü onun Evren görüşünde yer ile göğün davranışları birbirinden farklıydı; o halde, onları oluşturan unsurlar aynı olamazdı.
Esirin matematiksel kökeni: Eski Yunanlıların matematik görüşlerinde önemli bir yer tutan beş (yalnızca beş) tane Platonik cisim vardı. Bunlar, tetrahedron, küp, oktahedron, dodekahedron ve ikosahedron. (Platonik cisim, birbiriyle eşit açılarda kesişen düzgün çokgen biçimindeki yüzlere sahip cisme denir. Yunanlılar bu cisimlerin yalnızca beş tane olduğunu kanıtlamışlar; bunu da en önemli keşifleri olarak görmüşlerdir.)
Platonik Katılar: Aristo’nun öğretmeni olan Platon’un felsefesinde bu cisimler önemli bir yer tutuyordu. Platon, dört ana unsurun atomlarının Platonik katılar biçiminde olduğuna inanıyordu. Buna göre toprağın atomları küp, havanınki düzgün sekizgen, suyunki düzgün yirmiyüzlü, ateşinki ise düzgün dörtyüzlü biçimindeydi. Platon’a göre beşinci katı olan düzgün onikiyüzlü, takımyıldızların inşasında kullanılmıştı.
Platon’un ana unsurlar için yaptığı seçimler Platonik katıların özellikleri ile uyumluydu. Ateş, keskin ve yakıcıydı; bu nedenle batıcı olan düzgün dörtyüzlü ateş için seçilmiştir. Su ise en küresel katı olan düzgün yirmiyüzlüye suyun akıcılığı yakıştırılmış. Toprak için ise küp seçilmiş, çünkü küp en dengeli katıydı.
Aristo’nun bu sisteme göklerin ana unsuru olan esiri eklediğini söylemiştik. Esir’in özellikleri diğer unsurlara benzemiyordu. Örneğin, dört unsurun hareket biçimi doğrusaldı; buna karşılık esirin doğal hareket biçimi çemberdi. (Gezegenlerin Dünya etrafındaki hareketine istinaden.)
Aristo fiziği şaşırtıcı derecede tutarlı ve etkileyici bir sistem oluşturuyordu. O yer yüzünde cisimlerin doğrusal biçimde hareket ettiğini farz etmiştir ki gerçekten de düz yüzeylerdeki cisimler böyle hareket eder. Aristo, havaya fırlatılan taşların ve güllelerin de doğrusal hareket yaptığını farz etmiştir. (Yanlışlığı ancak 16. yüzyılda Galileo tarafından anlaşılmıştır.)
Gök cisimleri (Güneş, Ay ve gezegenler) Dünya’nın etrafında çembersel hareket yapıyolardı. (Dönme hareketi.) Aristo, bunun esirin temel özelliği olduğunu iddia etmiştir. Böylece yer ile gök arasındaki hareket farkını açıklamıştı. Aristo’ya göre evren Ayüstü ve Ayaltı olmak üzere iki bölüme ayrılıyordu. Ayaltı evren, yani Dünya doğal hareket biçimi doğrusal olan 4 elementten yapılmıştı. Bu dört unsur hiçbir şekilde mükemmel değildi; birbirine dönüşebiliyorlardı. (Yunan felsefe ve dininde değişim aşağılık, dünyevi bir şey olarak görülür.) Dolayısıyla mükemmellikten uzaklardı. Tersine, ayüstü evren doğal hareketi daire olan eterden yapılmıştı ve değişmez olduğu için mükemmeldi. Zaten gök cisimlerinin dairesel hareket yapmaları gerekirdi, çünkü daire en mükemmel cisimdi (Dairenin mükemmel olduğu iddiası Pisagorcu felsefenin etkisini gösterir.) Ayrıca Aristo, ilk hareket ettirici etmen olan tanrının, son gök katmanı (felek) olan sabit yıldızlar küresinde bulunduğunu, bu kürenin tanrı tarafından hareket ettirildiğini ve bu hareketin diğer küreleri de döndürdüğünü söyleyerek hem fiziği teolojiyle birleştiriyor, hem de sabit yıldızları öteden beri tanrılarla ilişkilendiren halk inancını temellendirmiş oluyordu.
Aristo’ya göre yeryüzünde gerçekleşen hareket sonludur. Yani hareket eden her cisim doğal yerine ulaşınca durur. (Bu düşüncenin altında Yunanlıların adalet anlayışı yatar. Yunanlılar adaleti “her şeyin ait olduğu yerde bulunması” şeklinde algılamışlardır.) Taş, toprak unsurundan yapıldığı için yerin merkezine doğru hareket eder ve oraya ulaşınca durur. Duman, hava unsurundan yapıldığı için, havaya ulaşmak ister ve ulaşınca da hareketi sona erer. Ancak göklerde durum böyle değildi. Gök cisimleri hiç durmadan devinimlerini sürdürürler. (Babillerin binlerce yıldan beri yaptığı gözlemlere göre, gökyüzünde değişim yoktur.) Aristo gök cisimlerinin esirden yapıldığı için sonsuza dek devindiklerini düşünmüştür.
Aristo esirin düzgün onikiyüzlü biçiminde olduğunu söylememiştir. Belki de bunun çok doğal bir sonuç olduğunu düşünmüştür.
Sonuç olarak; yer yüzündeki yasaların gökteki yasalardan görünüşte farklı oluşu, ilk çağ düşünürleri tarafından böyle çözümlenmiştir.
Gökler Üzerine adlı yapıtında Aristo şöyle diyor:
“Dünya dışında bulunan cisimler için farklı bir şey vardır ki, o hem büsbütün farklı hem de ayrık bir yapıya sahiptir. Bu ‘şey’ her ne ise, onun özelliği yerden uzaklaşıldığı ölçüde artar. Dünya’dan en uzaktaki bu ilkin madde hem ebedi hem de değişmezdir. Çünkü tanrılar kesinlikle vardır ve onlar ölümsüzdür. Herkesin hemfikir olduğu gibi onlar, evrenin en üst katlarına yerleşmişlerdir. Duyularımızın verdiği kanıtlar, tabi insan yanılgılarının sınırları ölçüsünde, tarihsel kayıtlarımızın geriye gittiği kadarıyla diyebiliriz ki geçmişte göklerde hiç bir değişim yaşanmamıştır. Böylece ilkin madde toprak, hava, su ve ateşten farklı olmalıdır. Buna aether diyoruz, çünkü o sonsuza dek hareket halindedir.”
(Marriage and Divorce of Astronomy and Astrology History of Astral Prediction from Antiquity to Newton by Gordon Fisher)
Aristo’nun söylediğini özetlersek: yer ile göğü oluşturan unsurlar aynı olamaz. Gökler değişmez olduğu için onu oluşturan unsur da değişemez. (Eski Yunan felsefe ve dininde, değişim ölümle özdeşleştirilmiştir.)
Esirin dinsel kökeni: Her ne kadar Eski Yunan felsefesi dinden bağımsız bir düşünce sistemi olarak görülse de gerçekte dinden ve halkın boş inançlarından çokça etkilenmiştir. Sokrates Neden Öldürüldü? adlı yazımda Sokrates ve Platon felsefesinin bir Eski Yunan dogması olan adalet kavramı tarafından nasıl şekillendirildiğini anlatmıştım. Aynı şekilde Platon ve özellikle de Aristo’da görülen yer – gök ayrımı ve esir kavramı da elbette ki dinden, halkın boş inançlarından etkilenmiştir.
Aristo Aether adını mitolojiden almıştır. Yunan Mitolojisinde ilk tanrılardan olan (sonradan Zeus tarafından öldürülen) Aether, havanın en üst katmanının tanrısıydı. Buna göre, Aether’in bir çeşit gök tanrı olduğunu söyleyebiliriz.
Aether aynı zamanda tanrıların soluduğu hava anlamına da geliyordu. Buna göre gökler aether denen bu hava ile doluydu. Yunan anlayışında yıldızlar ve gezegenler tanrı kabul edildiğine göre, göklerin de Aether’den yapılması herhalde kaçınılmaz olmalıydı.
Aether aynı zamanda ışığın da tanrısıdır. Sonradan eter teorileri ışığı açıklamak için kullanılacak, hatta ona Luminoferus Eter (Işıksal Eter) denecektir.
Yunanlılar felsefelerini ve kozmolojilerini inşa ederken halkın mitolojisinden nasıl yararlandılarsa, rönesans adamları da Eski Yunan filozoflarından yararlanmışlardır. Örneğin Kepler kozmolojisini oluştururken Platonik katılara baş vurmuş, yıllarca gezegenlerin yörünge yarıçapları ile platonik katılar arasında ilişki kurmaya çalışmıştır; ta ki sonunda kendi meşhur gezegen kanunları olan Kepler Yasaları‘nı buluncaya kadar da bu çabasına devam etti.
Yunan Kozmolojisi: Yunan kozmolojisi (evrenbilimi), Mısır ve Babil astronomisine dayanır. Buna göre gökyüzü içinde Güneş, Ay, gezegenler ve sabit yıldızları barındıran 10 kattan oluşmaktadır. Bu katları iç içe geçmiş eş merkezli kristal küreler olarak düşünmüşlerdir. Aristo bu kristal kürelerin kendilerinin de esirden yapıldığını düşünmüştü. Bütün kürelerin merkezinde Dünya vardı. Dünya (yer) evrenin merkezi idi.
Buna göre, en alttaki küre Ay’ın bulunduğu küreydi (ilk kat, birinci felek.) Evren, Ay’ın altı ve Ay’ın üstü olarak ikiye bölünmüştü. Ay’ın altını “yer”, üstünü ise “gök” olarak adlandırabiliriz. Ay’ın altı, dört unsurdan (dört elementten) yapılmıştı; bu yüzden değişime açık, ölümlü ve sonluydu. Tersine, Ay’ın üstü denen küreler ise esirden yapılmıştı ve ölümsüz ve değişmezdi.
Ancak Tyco Brahe tarafından Ay altının Ay üstünden hiç de farklı olmadığını anlaşılmıştı. Bu bulgu iki önemli gözlemle teyit edilmiştir. Birincisi, o yıllarda gözlenen bir süpernova patlamasıdır. Tycho’nun gözlem yatığı sıralarda gökyüzünde yeni bir yıldız (nova) belirmiştir. Bu yıldız aylarca gökyüzünde kalmıştı, hatta ilk günlerde gündüz bile görülebilecek kadar parlaktı. Tycho yaptığı hesaplarla, novanın Ay’dan uzakta olduğunu bulmuştur; böylece Ay üstü uzayda hiç bir şeyin değişmediği görüşü yıkılmıştır.
İkinci olay büyük bir kuyruklu yıldızın gözlemiydi. Bu kuyruklu yıldız Tycho’nun hedefi olmuştur. Tycho, bu kuyruklu yıldızın Ay’dan uzakta olduğunu kanıtladı. Böylece eskiden bir atmosfer olayı sanılan kuyruklu yıldızların gerçekte Ay üstü uzaya ait bir olgu olduğu anlaşıldı ki bu da değişmeyen uzay kavramına aykırıydı. Yani gökler de yer gibi değişmekteydi.
Yine de esir kavramı yaşamaya devam etmiştir. Bunu da az önce bahsettiğimiz bilim adamlarının sonuncusu olan Newton sürdürmüştür. Newton, gezegenlerin hareketini açıklayan kanunları bulan kişidir ve eski çağ astronomisini sonlandırmış ve modern fiziği matematiksel temellere oturtmuştur. Aynı zamanda ışık üzerine de önemli çalışmalar yapmıştır. Newton yerçekimi kanununu bulan kişidir.
1670’e kadar yaptığı çalışmaların belli bir aşamasında Newton da “evrensel ince bir madde” ya da “aether (esir)” adını verdiği bir maddenin varlığını ileri sürdü. Bu madde sayesinde yer çekim ve diğer kuvvetlerin aktarımını açıklayabilecekti. Bu bir çeşit büyük birleşik kuram ya da Her Şeyin Teorisi (HŞT) idi. Newton asla bu kuramını asla tam olarak işler hale getiremediği halde evrensel esir fikrini hiç bir zaman terk etmedi. Optik adlı çalışmasının sonunda (1730) çok ince, aşırı derecede elastik ve aktif ama sıvı olmayan, esirsel bir ortamın varlığını ileri sürdü. Bütün cisimleri sarmalayan bu ortamın göklerin tamamına yayıldığını iddia etti. Ayrıca bu madde görmenin mekanizmasını da açıklayabilirdi. (Marriage and Divorce of Astronomy and Astrology History of Astral Prediction from Antiquity to Newton by Gordon Fisher)
Newton, esir maddesini uzaktan etkiyi açıklamak için kullanıyordu. Mükemmel kuramının tek eksiği, boşlukta gök cisimlerinin birbirine nasıl etki yapabildiği sorunuydu. Newton, gezegenlerin hareketini yer çekimi kuvvetiyle matematiksel olarak açıklamıştı ama, boş uzaydaki onca büyük mesafelerden nasıl olup da bu kuvvetlerin hissedilebildiğini, bir başka deyişle bir cismin bir başka cismi uzaktan nasıl etkileyebildiğini açıklayamamıştı. Esir, kuvvetlerin aktarımını sağlayan bir ortam görevi görmekteydi. Aksi taktirde kuramının eksik olacağını hissediyordu.
Haftaya devam etmek üzere…