Artık hayatla çok fazla bağım kalmamıştı. Her geçen saat, aleyhime işliyordu. Yazılımcılar’ı bulmam çok uzun sürmedi. Taleplerimi dikkatle dinlediler. İlk başlarda anlattıklarımdan şüphe duysalar da, ses tonumdaki heyecan ve adanmış bakışlarım, ilk adımı atmamızı sağladı. Hafif esintili ve güneşli bir Kaliforniya sabahında başlayan konuşmamız, bembeyaz ve steril laboratuvarın koridorlarında devam etti. Birkaç kişiye daha hikâyemi anlattım, gözlerindeki hayret beni mutlu etmişti. Süreci başlatmayı kabul ettiler.
Beynim ve sinir sistemim üzerine yoğunlaşacaktık. Günlük yaşama dair simülasyonları içeren testlere katılacaktım. Çok fazla ve çok yoğun şekilde uyaran vereceklerdi bana, hepsine karşı ayrı ayrı oluşturacağım tepkiye odaklanacaklardı. En karmaşık ölçüm cihazları, her tepki ve hareketimden sorumlu sinir ağlarını saptayacaktı. Deneyler devam ettikçe daha fazla sinir ağı ve örüntüsüne ulaşılacak, beynimin modellenmesi hakkında daha kapsamlı fikirler geliştirilecekti. Teorik olarak, yol haritamız hazır sayılırdı. Birkaç yıl önce sinek beyni tamamen modellenmişti, fare beyninin tamamlanmasına çok az kalmıştı.
Ve burada, beni halen hayatta tutan nihai motivasyonumun eşliğinde, inanılmaz bir çalışma yürütülecekti. Bir süre daha “normal hayata” dönme seçeneğim tartışıldı. Tekrardan sokağa çıkmayı zaten hiç istemiyordum, kafamda 2 kglik EEG cihazları olduğu halde, sağlıklı bir sosyal yaşam sürdüremeyeceğime karar verildi en sonunda. Algılarım ölçüldü, çeşitli fiziksel uyaranlara karşı verdiğim tepkilerin neredeyse tamamı modellendi. Karmaşık cihazlar alnımı ve şakaklarımı kuşatmışken, anılarımı anlattırdılar bana. Çok fazla soru sordular. Üzüldüm, sinirlendim ve bazen özlem duydum. Yaşadığım hiçbir duygu değişikliği detektörlerden kaçamıyordu. Hayat defterimi kapatmaya karar verdikten hemen sonra başlayan bu süreç, tahmin ettiğimden daha yıpratıcı hale geliyordu. Yaşamıma dair bütün hesapları kapattığımı sanıyordum, ama hiç tanımadığım insanlar saatlerce yaşamımı sorguluyordu. Dijital kayıtlar ve fotoğraflar eşliğinde, duygu ve düşüncelerime dair bitmek bilmez sorgular…
Sıcak, nem, kötü koku ve mide bulantısı….Çok denklemli fonksiyonlar ve aritmetik testleri…Ülkelerin başkentlerini saymak…Beyin dalgalarım ölçülürken seks yapmak…Nefret ettiğim insanları anlatmak…Aklıma gelebilen her değişik durumu yapay olarak yarattılar, düşünebildiğim her şeyi sordular…Sanki küçücük bir bebek gibi, yeni yaşamıma hazırlanıyordum.
Ses, görüntü, koku ve dokunma testlerim olumlu geçti, duyular ve tepkilere dair tatmin edici boyutlarda sinirsel modellemeler hazırlandı. Canlı hafızam sayesinde, anılarım bir çizgiye oturtulabildi, imkânların elverdiği şekilde modellendi. Saatlerce yazı yazdım, tek bir insanın bilgisinin sınırlarına dair yeterince kayıt alındı. Testlerin sonucunda çok fazla data birikti, anlamlı hale getirebilmek için süper bilgisayarlar günlerce analiz yaptı. Yazılımcılar hiçbir sonuçtan emin olamıyordu, çünkü bu işi ilk kez bir insan üzerinde yapıyorlardı. Tahminlerinin çok ötesinde, belki de teorik olarak hesaplanan değere çok yakın miktarda sinirsel örüntü modellemişlerdi. Ama milyonlarca sayısal değer, denklem ve sinirsel örüntü yumağının, bir İnsanın benliği anlamına geldiğinden nasıl emin olabilirlerdi ki?
Nihayet araya girdim. Ve sorulması gereken soruları sordum. Artık daha fazla algı-düşünce testini sağlıklı şekilde sürdürebilecek sabrım kalmamıştı. Peki ya günlük yaşama geri dönmek, daha ileri teknolojiler geliştirilinceye kadar süreci ertelemek? Bu seçenek benim için ölümle eşdeğerdi. Yolculuğa çıkarken, bir son ya da geri dönüş ihtimalinin olmadığını biliyordum. Önüme kaygıyla getirdikleri bütün kâğıtları imzaladım. 40 yaşında, bedenimin ve zihnimin doruk noktasında, Bilim’e teslim oldum. Onlardan son 1 gün istedim. Kim olduğumu anlatmak için, son 1 gün. Neredeyse hayatımda yer etmiş herkesi çağırdım, beni öldü sanan eski arkadaşlarımı, ebeveynlerimi ve eşimi. Hepsi orada olacaktı, geçmişime dair bütün insanlar. Bugünüm orada olacaktı, Yazılımcılar. Jeff Bezos, Elon Musk, Mark Zuckerberg, Tim Cook, Richard Branson, Lisa Randall, Craig Venter katılacaktı toplantıya. Ray Kurzweil de orada olacaktı, Tekillik’in yaratıcısı.
Geçmişin ve bugünümün birbirini kucakladığı günde, anlatacak çok şeyim olacaktı.
Buraya geldiğim zaman, bana ısrarla kim olduğumu sordunuz. Bir odaya oturtup, benliğimi anlattırmak istediniz.
Ve ben her seferinde, bunun kelimelerle mümkün olamayacağını söyledim.
“Ses tonu değiştikçe, alınan sinyaller dalgalanıyor…”
20. yüzyılın son yıllarında, et, kan ve kemikten ibaret bir bedende, insan bir anneden doğdum. Bilincimi kazandım ve ismimin Evren olduğunu öğrendim. Bastığım toprak, içtiğim su, soluduğum hava ve üzerimdeki yıldızlı gökyüzü demek olan Evren. Büyüdüm, insanları tanıdım, hayatı tanıdım. Çoğunlukla da bir insan gibi yaşamaya çalıştım.
“Yazılımcılar deneyin sonuna geldiklerinin farkında, ağzından çıkan kelimelerden çok, aldıkları beyin dalgalarına yoğunlaşmış durumdalar.”
Belki de insan taklidi yaptım. Yaşıyor gibi göründüm. Milyarlarca insan geçti bu dünyadan. Doğdular, kimliklerini kazandılar. Büyüdüler, inandıkları şeyler için savaştılar. Birbirlerini tanıdılar, dost oldular. Seviştiler ve soylarını sürdürdüler. Yaşam dedikleri süreçte, kuşaklar boyu aynı döngüyü sürdürdüler.
“Deneylerde saptanan yüksek seviyeli sinyallere ulaşılıyor, yeni sinirsel örüntülerin modellenme ihtimali var.”
Bugün buradayım çünkü, hayat denilen bu kısırdöngüyü reddediyorum. Buradayım çünkü, milyarların izlediği yolu reddediyorum. Buradayım çünkü, ölmeyi reddediyorum. Buradayım çünkü, insan olmayı reddediyorum.
“Yazılımcılar mutlu olmaya başladı, modellenen sinirsel örüntü giderek karmaşıklaşıyor…”
Her şey Büyük Patlama’yla başladı. Boşlukta bir ışık çaktı, sonra sessizce yıldızlar oluştu. Güneşi gördük ilk önce, sonra dünyada bulduk kendimizi. Okyanus diplerindeki ilkel çorba, akıl almaz karmaşıklığa ulaştı. Ve Büyük Patlama’dan 13, ilkel çorbadan 3 milyar yıl sonra, insan ayağa kalktı. Kafasını kaldırdı ve gökyüzünü baktı, çevresine izledi ve diğer insanları tanıdı. Ve sürekli sorular sordu. Evren sürekli karmaşıklaştı, entropi giderek arttı. Ve karmaşıklık ve yok oluş arasındaki ince denge, insan beynini yarattı. Başlangıç’tan 13 milyar yıl sonra, bilinen en karmaşık nesneye, insan beynine sahip olduk. “Sinyaller ve modellenen sinirsel örüntüler, deneylerde ulaşılan en yüksek seviyede.”
Milyarlarca insan yaşadı, binlerce beyin; insanlık tarihinde kalıcı izler bıraktı. Ve şimdi, sadece tarihe değil, bütün Varoluş’a iz bırakma zamanı. Bu beyin, Evren’in yarattığı en karmaşık nesne, milyarlarca sinirsel ağın oluşturduğu örüntü, bedenimle birlikte ölmeyecek. Et, kemik ve kan, kaderimiz olmayacak.
“Daha önce hiçbir deneyde rastlanmayan dalgalar ve sinyaller ortaya çıkıyor, süper bilgisayar daha karmaşık analizlere başlıyor.”
İzleyin beni, insanlığın en büyük yolculuğu karşınızda gerçekleşiyor. Beynin ölümlü bedenden kurtuluşuna tanık olun. İnsanlığın ulaştığı nihai noktaya tanık olun. Et, kan ve kemikten kurtuluyoruz, ölümlü bedenden kurtuluyoruz. Zaman anlamını yitiriyor, artık saate bakmak yok.
“Süper bilgisayar ilk kez alınan sinyalleri analiz etti, en karmaşık sinirsel örüntüleri modellediler. Yazılımcılar, bu seviyeye bir daha ulaşılamayacağını düşünüyor.”
Evet, bedenimizle ölmüyoruz, zamanı öldürüyoruz şu an. DNA’dan kurtuluyorum, hücrelerden kurtuluyorum, organik bedenimden kurtuluyorum. Beynim kanatlanıyor, kendine yeni bir yuva arıyor. Tekillik kollarını açmış bekliyor. Zaman ileriye doğru işlemeyecek bir anlığına da olsa. Zaman ve mekan grafiğinde dik bir çizgi yükseliyor. Gözlerinizi ayırmayın benden, Evren’i oluşturan fikirler ışıkla buluşuyor. Yeteneklerim, zihnim ve bütün benliğim, organik bileşenlerden ayrılıyor. Zamanın öldüğü, sonsuzluğun başladığı noktada; saf enerjiyle birleştiriyorum zihnimi. Şahit olun, Evren ayağa kalkıyor. Kulaklarınızı açın, 13 milyar yıllık Varoluş’un sesi tekrar yankılanıyor.
Şahit olun, Evren uyanıyor.
“Ulaşılan anormal seviyeden dolayı, geri dönüşü olmayan süreç başlatıldı. Organik beyin adım adım fonksiyonunu yitirecek, yerine kalıcı yapay örüntüler inşa edilecek. İnorganik beyin modellenmesi nihayet başladı…”