bilimkurgu

Gerçeğin Eşiğinde Bilimkurgu

Bu yazının ilginç bir hikâyesi var; en azından benim için. Şiir, tiyatro oyunu, öykü, roman; ne türde yazarsanız yazın şunu iyi bilirsiniz: Edebi türler, size dilin olağan sınırları dışında sözler etmenizi sağlar. Nazım Hikmet’in[1] lügatinden kelimelerle ifade edersem, “maveradan ses duyar” ve “satırların nescine koyarsınız, o anlaşılmayan şeyi.” Benim de aklımda, ancak bir roman genişliğinde ve derinliğinde ifade edebileceğimi düşündüğüm bir sözüm vardı ve yıllarca bu sözü nasıl edebi bir türle söylerim diye düşünürken, önüme bilimkurgu türü çıkıverdi. Aklınıza düşen o fikir bir tohum gibidir ve edebiyatın çok sesli söylemi olmadan bu fikrin yeşerip filizlenmeyeceğini bilirsiniz.

İşte benim söylemek istediğim söz, her nasıl olduysa, bilimkurgunun sonsuz vahasında tomurcuklanıverdi. Bu yazı, yayımlanmak için yayınevinde sıra bekleyen ‘Döngü’ isimli bir üçleme romanın yazılış sürecinde, bilimkurgu türüyle olan sarsılmaz dostluğumun nasıl oluştuğunu anlatıyor. Bunu yaparken de edebi bir tür olarak bilimkurgunun olanaklarına ve sınırlılıklarına işaret ederek bireysel yolculuğum boyunca çoğunlukla el yordamıyla keşfettiğim bazı unsurlara değiniyor.

Bilimin Normalleşmesi ve Kurgunun Yeni Sınırları

Eğitim teknolojileri alanında araştırmalar yapan Stephen Bax’ın[2] (2011) normalleşme kuramı, günümüz bilimkurgu edebiyatının güncel dinamiklerini anlatmak için bana güzel bir giriş fırsatı veriyor. Normalleşme kuramına göre, eğitim kurumlarında kullanılan teknolojik donanım ve yazılımlar, öğrencinin günlük yaşam pratiği içinde görünmez olmalıdır. Akıllı tahta olağanlaştıkça görünmez olur, görünmez oldukça normalleşir ve nihayetinde normalleşme eğitim bağlamına teknolojinin sorunsuz bir biçimde entegre edildiğini gösterir. Anlayacağınız üzere bu kuram, bir teknoloji entegrasyon kuramıdır. Günümüz bilimkurgu türünün içinden geçtiği sürece benzemiyor mu? Okuduğumuz romanların, öykülerin, izlediğimiz filmlerin ve dizilerin içindeki teknolojilerin çoğu artık günlük yaşamımızda mevcut; hatta kimi durumlarda çok daha fazlası bile daha konforlu ve makul bir biçimde kullanılıyor. Elimizdeki akıllı telefonların Star Trek’te kullanılanlardan çok daha havalı olduğu su götürmez. Yani seksen günde devri âlem yapıyor olmanın bilimkurgusal veya fantastik bir yanı kalmadı; artık saatlerle ifade edilebilen Dünya turu olağanlaştı, normalleşti ve günlük pratiğimizde görünmez oldu. Teknoloji günlük yaşamımıza böylece entegre olup normalleştikçe, bilimkurgu türünün at koşturduğu alan da giderek değişiyor.

Öte yandan, kamuoyu pek de ilgiliymiş gibi görünmese de son yıllarda güncel fizik çalışmaları ve kuramları, kimi bilimkurgu eserlerinden bile çılgın bir gerçeklik sunuyor bize. Astrofizik alanındaki yeni gelişmeler; keşfedilen binlerce yeni gezegen, gökadamıza ve evrene dair inanılmaz veriler ve bulgular, en oturaklı bilimkurgu romanlarının ekstrem hikâyelerini bile sarsar nitelikte. Yani ilginçtir ki gerçek, kurgudan; hem de bilimkurgudan çok daha çılgın, aşırı ve akıl dışı; bunu artık biliyoruz. Bu noktada bir ön uyarı yapmalıyım; kastım, bilimkurgunun işinin zorlaştığını, hareket alanının daraldığını söylemek falan değil. Böylesine bir yaklaşım başka sanatçının yaratıcı zekâsına ve edebiyatın gücüne hakaret olurdu. Ayrıca içinde bir yerlerde küçük bir bilye misali savrulup gittiğimiz bu evrenin dinamiklerini çözmüş de değiliz. Özetle kara madde, kara enerji, büyük patlama, kara deliklerin doğası ve daha binlerce gizem hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ne var ki bunca bilinmezin içinde bilimkurgu türünün yeni bir işlev kazanıyor olduğunu söyleyebilirim. Nasıl mı?

Bilimkurgu Türünün Estetik İletişimi

Tüm edebi türlerin üzerinde ve ötesinde, bilimkurgu ve fantastik türler yazar için inanılmaz bir güç sunmakta. Bilimkurgu türünün bizzat yazara alegorik veya figüratif bir estetik katman sağladığını biliyoruz. Eğer yazar bu türü sembolik bir seviyede de kullanabiliyorsa, ortada çok ciddi estetik bir unsurun olduğunu söyleyebiliriz. Bu estetik unsur nedir? Bilimkurgu ve fantastik romanlar, hatta öyküler, kurgunun ve hikâyenin her seviyesinde yazara çok güçlü bir metaforik iletişim imkânı sunar. Örneğin, Yüzüklerin Efendisi üçlemesindeki güç yüzüğünün varlıklar üzerindeki etkisini bir metafor olarak ele alıp günlük yaşamımızda insanın parayla veya güçle olan ilişkisine bakabiliriz. Vakıf serisindeki mülki idareyi inceleyerek günümüz politik ekonomisinin içler acısı halinin bir yansımasını görebiliriz. Elbette türün kendisini bu seviyede bir iletişim aracı olarak kullanabilmek çok zordur; yani teşbih hatayı kabul etmez. Bilimkurgu romancılığı öylesine zorlu bir düş inşası sürecidir ki insanlar bu türün saygın yazarlarını büyülü, efsunlu ve gizemli sanatçılar olarak görür; Le Guin, Asimov, Lem ve daha niceleri… Dünya gaddar uzaylılarca işgal edilmiştir veya bir yıldız gemisi beklenmedik bir arızayla solucan deliğine sürüklenerek zaman yolculuğu yapmıştır türevinde hikâyelerin çok daha ötesindeki bir düş işçiliğinden bahsediyorum. Bu tür bilimkurguyu fonda kullanan eserleri aşağıda inceleyeceğim.

İsterseniz önce şu soruyla başlayayım: “İnsanlara, onların yaşamlarının özne ve nesnelerini kullanarak gerçekten yeni bakış açıları kazandırmak mümkün müdür?” Elbette edebiyatın sınırlarında imkânsız kavramına yer yoktur, fakat benim bahsettiğim bakış açıları, günümüzde çok ama çok az insanın sahip olabildiği derinlemesine farkındalık seviyesidir. Elbette türü ne olursa olsun, iyi bir roman bireysel bir deneyimdir; romanı okursunuz ve bitirdiğinizde sizi değiştirmiş, dönüştürmüştür. Benim bahsettiğim yeni bakış açısı, güncel düşünsel mirasımızla ilgili değildir. Örneğin; sonsuza dek yaşamak şöyle dursun, kusursuz bir hayatı birkaç milyon yıl yaşamanın ne denli korkunç ve zor bir deneyim olabileceğini anlatmak istiyorsunuz veya bir sebeple, insanlara varlık gerekçelerini anlatırken ağaçtaki bir elmadan hiçbir farkları olmadığını, asıl olanın elma değil ağaç olduğunu hissettirmek istiyorsunuz. Milyonlarca yıl yaşamak günlük yaşamımızın bir parçası değil gibi görünebilir. Öyle mi? Milyarlarca insanın inandığı semavi dinlerin hepsi ölümden sonra sonsuz bir yaşam olduğunu buyurur ve “evet!” bu soru günlük yaşam pratiğimizin, davranış tercihlerimizin kök yazılımını oluşturuyor.

Belki de şu önermeyi estetik bir dille ifade etmek istiyorsunuzdur: “Yaşam öylesine yeni düşünsel paradigmalarla gelecek ki, bin yıl sonra yaşayacak olan insanlar bizlerin yaşamlarını kitaplardan okuyup bizler için gözyaşı dökecekler.” Her üç örnek de yüzeyde günlük yaşamımızın kaygılarını içermiyor gibi görünüyor. Oysa günümüzü oluşturan temel düşünsel paradigmalar tam olarak bunlar değil mi? Sonsuza dek cennette yaşamak ve cehennemden sakınmak, yüceltilmiş ve parlatılmış bir benlik duygusu, günümüz dünyasının cehaletinin irinli kokusuna alışmış olmak; bilimkurgu ve fantastik türleri insanoğlunun temel yazılımına, yani direkt buzdağının dibine müdahale eder ve tam olarak bu yüzden önemli ve çok kıymetlidir. Öğretmenlerin mesleki inançlarını çalışan bir akademisyen olarak şunu garanti edebilirim; epistemolojik inançlar[3], yani bireyin neye inanacağına ve nasıl davranacağına karar veren alt mekanizmalar değişmediği sürece, bireye istediğiniz eğitimi aldırın, istediğiniz kitapları okutun, nafile. Düşünsel gelişimin özünde inançların esnekliği yatar. İşte genel anlamıyla edebiyatın ve özelde bilimkurgunun en büyük mucizesi bu olsa gerek; iyi romanlar insanların kök yazılımlarını (epistemolojik inançlarına) güncelleyebilir.

Geleceğe Bakmak Şimdiyi Okumak

Robertson'un Kehanetleri

İki bin üç yüz yıl önce Roma’nın uzak bir köyünde yaşayan bir çiftçiye, günümüzün gerçekliğini ve sosyal normlarını ne kadar anlatabilirdik? Tanrıların Olimpos Dağı’nda yaşamadığı, Apollo’ya veya tapınağı yakında olan herhangi bir tanrıya bağ bozumunda adak sunmasının gereksiz olduğu konusunda onu nasıl ikna ederdik? Günümüz teknolojisini görse, zavallı çiftçi bizleri tanrı olarak kabul ederdi, şüphesiz. Şimdi soru/n şu: İki bin üç yüz yıl sonrasını şimdiden öngörebilir ve bu öngörüleri okurla paylaşabilir miyiz? Yüzlerce yıl sonrasının toplumsal dinamikleri neler olacak ve biz bu dinamiklere şimdi noktasından nasıl katkı sağlıyoruz? İçinde yaşadığımız zamanın olağanlığının aslında ne kadar karanlık, cahil, acımasız ve hatta korkunç olduğunu insanlara gösterebilmek için belki de buna ihtiyacımız var. Evet, biri gelecekten gelip bize neler olacağını söylemeyecek, fakat yazarlar geleceğin düşünsel atmosferini alınlarına yansıyan ışıkta, yüreklerinin derinlerinde duyup bize anlatabilirler. İşte bahsettiğim yeni bakış açısı tam olarak budur; bugünle bir bağı olmayan, bize dair ama bizden uzak, günümüzün hastalıklı toplumlarına deva olabilecek yeni düşünsel açılımlar; bilimkurgunun yeni alanının bu olması gerektiğini düşünüyorum. Geleceğin, fantastik şimdilerin ve geçmişlerin değerli öğretileri, günümüzü anlamak, onu iyileştirmek ve yeniden düzenlemek için en çok ihtiyacımız olan yeni açılımlardır.

Yukarıda sorduğum sorunun tersini de sormak mümkün: İnsanlara, alabildiğine yabancı bir bağlamla kendi bağlamları hakkında nesnel önermeler sunabilmek mümkün mü? Elbette mümkün, değil mi? İnsanlar içlerinde kendilerini bulmasalardı, Vakıf Serisi veya Yüzüklerin Efendisi kült romanlara dönüşmezdi. İronik bir biçimde bu sorunun bir başka yanıtı daha var; bana kalırsa insanlar güncel yaşam pratiklerinin ve alışkanlıklarının oluşturduğu fasit döngü hakkındaki en nesnel bilgiyi, bilimkurgu ve fantastik türlerin aynasında görebilir. Yine Nazım’ın ifadesiyle, “Hani şu derya içre olup da deryayı bilmeyen balık” olmamak adına, olay, kişi ve bağlam değişkenlerini bilimkurgunun gerçek üstü atmosferinde kurguluyor olmanın çok daha nesnel bir ayna sağladığına inanıyorum. Bilimkurgu ve benzer türler, iç tutarlılığı olan (teşbihte hata etmeyen) bir gerçeklik yaratırlar ve tüm hikâyelerini bu gerçekliğin içinde anlatırlar. Dolayısıyla bilimkurgu romanı, okuyucuya günlük yaşamıyla birebir bağdaştıramayacağı farklı, steril ve yabancı bir bağlam sunar; işte ne temiz ve parlak bir ayna, ne dersiniz? Oysa olağan kurgu romanları içindeki tüm özne ve nesneler çoğunlukla tanıdıktır; roman okurun bireysellik okyanusunun nemi ve yağmuruyla yıkanmıştır. Bu genel açılıştan sonra bilimkurgunun yeni işlevlerine bakalım.

Gelecek Habercisi

Voltaire'den Vonnegut'a Bilimkurgu

Amacının bu olmadığını söyleseler de kimi bilimkurgu yazarları kâhin veya gelecek habercisi olarak addedilmiştir. Bilerek veya bilmeyerek geleceğin bir noktasını doğru tahmin edebilen yazarlar da yok değildir. Bilimkurguya gelecek kâhini olarak bakmanın ana sebebi, bağlamların çoğunlukla gelecekte veya günümüz teknolojisinin çok üzerindeki zaman dilimlerinde geçiyor olmasıdır. Gelişmiş teknolojinin yanı sıra türlü felaket senaryolarına odaklanan metinler de ister istemez bir uyarı işlevi taşır; “Eğer bugün böyle yaşamaya devam edersek, Dünya birkaç yüz yıl sonra bu hale gelecek” argümanı en genel önermelerden bir tanesidir ve nokta atışı gelecek tahmini yapmıyor olsa da bu bakış açısının ister istemez genel bir gelecek resmi çizdiği aşikârdır.

Gelecek habercisi meselesinin aslında çok ilginç bir boyutu vardır. Bilimkurgu eserleri yarattıkları gerçeklik olasılıklarıyla aslında geleceğimizin inşasına da katkı sağlamaktalar. 19. yüzyılın bilimkurgu romanlarının 20. yüzyılın iletişim ve ulaşım alanlarına katkı sağladığı, benzer bir biçimde 1900’lü yılların bilimkurgu eserlerinin günümüz bilim alanına ilham verdiği bir gerçektir. Yani bilimkurgu gelecekten haber vermiyor olsa da geleceğin inşasında yolun ve yolcuğunun rotasını belirlemiş oluyor. Işınlama kelimesi artık fizik alanı için çok da fantastik bir ifade değil, fakat otuz sene önce öyleydi. Işık hızına çıkmak konusunda yüzlerce araştırmanın yapıldığını biliyoruz. Uzayda su bulunması veya bizimkine benzeyen, onlarca ışık yılı uzaklıktaki kayaç bir gezegeni tespit edebilmek elli yıl önce bir hayaldi. Hatta modern fen bilimleri öylesine yeni buluşlara imza atmaya başladı ki bazı bilimkurgu romanları raflarda endişeyle titriyor. Atom büyüklüğündeki iki kara deliğin sağlayacağı enerjiyle yüz binlerce yıl boyunca uzayda yol alabilecek gemilerin kuramsal anlamda mümkün olduğuna dair araştırma makaleleri günümüzün en ciddi bilimsel dergilerinde basılıyor.

Görüldüğü üzere bilimkurgunun ortaya attığı çılgın fikirlere sardıran bilim camiası, sonuçta çok daha çılgın buluşlarla laboratuvardan haykırırken, bilimkurgu yine gardını alıp ortaya yeni, yepyeni fikirlerle çıkabiliyor. Gelecek haberciliği döngüsü, tam olarak böyle işliyor. Eğer bilimkurgu alanında özgün bir eser yaratma sorunu var deniliyorsa sanırım bunun en büyük sebebi, kanımca hikâyenin fonunda bulunması gereken teknolojilerin göreceli olarak doygunluğa ulaşmış olmasıdır. Oysa bilimkurgunun benim açımdan en kıymetli yanı, merakla okuduğumuz teknolojilerin yanı sıra, sosyal alandaki gelişmelerden bahsetmesidir. Yani fenni değil de toplumsal yenilikler, toplumsal ve düşünsel alandaki akıl almaz icatlardır. Irkların, insanları farklı sınıflara bölen düzenin, her türlü kültürel parazitin, temelsiz dogmaların ve hastalıklı tüm fikirlerin olmadığı bir dünyaya varabilecek miyiz? Bu dünyada yaşamak neye benzerdi? Çocukluğumuzun sıcak kabuğundan sıyrılıp gerçekten büyümek zorunda kalır mıydık? Bir aile gibi yaşayan o koca gezegende var olmak neye benzerdi? John Lennon’un dediği gibi “eğer denersen kolaydır.” İşte benim ilgimi çeken teknolojiler tam olarak bunlar; geleceğin insancıl politik ekonomisini resmeden bilimkurgu ve fantastik eserlerin daha kalıcı ve etkili olacağı kanısındayım.

Bu tür eserler bize yol gösteriyor ve insana olan inancımızı pekiştiriyor, çünkü biliyoruz ki şu an mümkün olmayan birçok teknolojik yenilik günün birinde güncel yaşamımızın sıradanlığında bir şekilde normalleşecek. Örneğin kendi gökadamızda yıldız sistemlerinde seyahat edeceğiz. Evreni oluşturan kumaşın gizemlerini çözebileceğiz veya uzay madenciliği yapacağız; sürecin buraya doğru gittiğini söylemek öyle aman aman bir kehanet olmazdı. Oysa dünyanın bugün içinde kavrulduğu sosyal ve politik meseleleri çözebilmek ve günün birinde sadece insan olmak parantezinde buluşabilmek, en az ışık hızına yakın bir süratle ilerleyebilen bir uzay gemisi kadar ilgi çekici duruyor. Büyüme temelli ekonominin pençelerinden kurtulabilecek miyiz? Dini lobilerden ve firavunların elindeki finansal gruplardan müteşekkil dünya düzenini geride bırakabilecek miyiz? Bireysel farkındalık, günün birinde evrensel farkındalığa varabilecek mi? Dünya gezegenine insanlığın ortak vatanı diyebilecek bilişsel ve duygusal bir seviyeye çıkabilecek miyiz? O halde tüm bu soruların artçı sorusu: “Nasıl? Nasıl başaracağız?” İşte bunların ele alındığı bilimkurgu romanları yolumuzu aydınlatacaktır.

Sinemanın da son yirmi yılda suyunu çıkardığı görsellik, her türden gezegen, her biçimde uzay gemisi, her türlü melaneti beceren yapay zekâlar; evet, bunların da yazarlarca ele alınması gerekiyor, fakat hangi boyut önde, hangi boyut fonda olacak; işte bütün mesele bu! Bu ayrıma “bağlam olarak bilimkurgu” ile “eylem olarak bilimkurgu” diyebiliriz. Cebinizde gerçekten tanıtılması gereken ve bugüne değin düşünülmemiş bir teknoloji varsa ve bu teknoloji bilim insanlarına ilham verecekse, buyurun ve bu teknolojiyi “eylem olarak bilim kurgu” çerçevesinde, yani hikâye sarmalında en önde sunun. Ne var ki elinizde böyle bir şey yoksa, sunacağınız teknolojiler biraz ona biraz buna benziyorsa, işte o zaman “bağlam olarak bilimkurgu” çerçevesine ihtiyaç var demektir, yani teknolojik veya bilimsel olanı fona, sosyal politik olanı ise öne almak gerekiyor. Şahsi kanaatim şu yönde; geleceğin insanlarını veya zeki varlıklarının sosyo-politiğini ele almak bilimkurgunun en önemli katkılarından biri olacaktır. İki milenyum önce yaşamış olan bir Romalı bizi anlamayabilir, fakat bizlerin iki bin yıl sonra yaşayacak olan birini anlayabilecek entelektüel enstrümanlarımız var. İşte bu anlama çabası aynı zamanda bilim insanlarına (sosyal bilimciler de dâhil) bir yol haritası verecektir.

Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Sinan Özmen (Gazi Üniversitesi, İngiliz Dili ve Eğitimi ABD)

Dipnotlar:

  • [1] Nazım Hikmet Ran, Karanlıkta Kar Yağıyor, 25.12.1937
  • [2] Bax, S. (2011). International Journal of Computer-Assisted Language Learning and Teaching, Normalisation Revisited: The Effective Use of Technology in Language Education. 1(2), 1-15
  • [3] Deryakulu, D., & Büyüköztürk, Ş. (2005). Eğitim Araştırmaları, Epistemolojik inanç ölçeğinin faktör yapısının yeniden incelenmesi, 18, 57-70

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

frank-herbert-roportaj-3

Kayıp Röportaj #3: Frank Herbert’tan Fütüristik Düşünceler

Daha önce hiç gün yüzüne çıkmayan bu sohbet, ilk olarak 1984 yılı ortalarında, tam da Dune filminin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin