Charo-Uyuşturucu Salgınından Arta Kalan Bir Distopya

Charo’da Ortalama Bir Gün

Saat 6 civarı uyanıyoruz. Pencerelerden gördüğüm sabah ayazı kaldırıma isle birlikte çökmüş. Şehrin sancılarına karışan gri ışık, yeni doğan günün prizmasına dokunup bir spektrum yaratıyor. Charo şehrindeyim. Merkeze yakın sokaklardan birini seyreden, dokuz katlı bir apartmanın altıncı katında. Kirli tül perdeler birbirine dolanmış, açık kalan pencereden sokağı seyrediyorum. Rüzgar esiyor. Belirsiz bir korkunun kasveti ile dolu tüm şehir. Gazete kağıtları, çokça ilaç kutusu ve bir o kadar da şırınga kaldırımlarda sanki alelade çöplermiş gibi bir o yana bir bu yana süpürülüyor. Bu mozaiğin neden irinli bir yara gibi açıkta durduğunu anlayamıyorum.

Salamander denen o sünepeye kin dolu bir bakış attım. Bizi buraya kadar sürükleyen o. Monica’dan kırılan kalbinin ve kaybettiği vücudunun hesabını sormak için Nairobi 2’ye gidecekken kendimizi Charo’da bulduk. Buradan çıkış da yok gibi görünüyor üstelik. Bizi evinde misafir eden Junk Safarisi sorumlularından Doktor Konkordo ile dışarı çıktık birkaç saat sonra.  Salamander ve bana birer gaz maskesi verdi. Kendisi bembeyaz sentetik bir tulum giyiyordu. Sokaktaki kapitalizm kalıntıları gün ışığı ile fırçalanıp parçalanıyordu. Dışarıda iki çeşitti insanlar ekseriyetle. Ya anoreksik bir vücuda sahiptiler ya da beyaz tulumlar giyiyorlardı.

Anoreksiklerin giydiği kıyafetler 2010ların başında patlak veren bol ketaminli bir Witch House partisinden çıkmış gibiydi. Bolca karanlık, yalnızlık, hissizlik ve nefret. Binalar geç dönem kapitalizminin başarısızlığına dair yankılar halinde çöküyor, belediye hizmetleri tamamen iflas etmiş ya da iflas etmek üzere. Sokaklarda garip bir yaya güruhu var. Normal bir günde, normal bir şehirde, her şey henüz böylesine bozulmamışken etrafınızdan akıp giden yayalar oradan öylesine geçiyor gibi gelir, oysaki Charo’da sokaklarda bulunan herkesin, orada bulunmak için kesin ve görünür nedenleri var. Bu yayalardan biri Şövalye denen bir adam.

Junk Safarisi Kayıt İşlemi

Şövalye, Konkordo’nun giydiği tulumdan giymiş fakat onunkinin üzerinde siyah tribal desenler bulunuyor. Üstelik altı geometrik deliğin bulunduğu garip bir maske takıyor. Kocaman gözlerinin içinde kırmızı bir aura ile çevrilmiş renksiz bir ketamin burkulması sallanıyor öylece. Hiçbir şey söylemiyor.  Salamander’in her zamanki uyuşukluğu üzerinde. Bir yer altı geçidine iniyoruz. Şövalye bizi üzerinde SAFARİ yazan bir pasaja sokuyor. Orada birkaç senet imzalıyoruz. “Görünmez olmayı ve duyarsızlığı kabul ediyorum. Sefalete karşı hiçbir şekilde vicdani ve de ahlaki bir tepki göstermeyeceğimi kabul ediyorum. Sefalet ekosistemini bulandırmayacağımı kabul ediyorum. Sefalet ekosistemine ait uyuşturucuları denemeyeceğimi kabul ediyorum…”

Sefalet Turizmi’nin esas ayağı Junk Safarisi denen bir gezinti. Fakat birkaç çeşit ve çok daha büyük çaplı olaylar da var. Ben, size Charo’da geçen ve daha iç karartıcı Junk Safarisi’nden bahsedeceğim. Gece vasat bir ayaz ile sokaklara çöktüğünde Safari başlıyor. Şehrin bir kısmı büsbütün karanlık. Arada, izbelerden, metruk yerlerden birkaç küçük kızıl ışık damlacığı gösteriyor kendini. Elektrik artık bir lüks. İnsanlık tekrardan doğaya dönüyor gibi. Şehirlerde avcı toplayıcı kabileleri var. Beton, çelik ve harçtan inşa edilen yeni bir ekosistemde geziniyor bu Homo Junky. Şırıngaları ve hapları ile bu krallığın en temel gücünü oluşturuyor. Bir zamanlar karmaşık nöron hatları ve muhteşem muhayyilesi ile kurguladığı o ışıltılı ve büyük dünya üzerine göçmüş durumda, cılız bir el gibi molozları temizliyor ve temizlediği şeyleri geri dönüştürmek ile meşgul.

Safarinin Başlangıcı

Giydiğimiz yeni tulumlar bizleri görünmez kılıyor. Uyuşturucu salgınlarının önlemediği bir dünyadan bahsediyorum. Eroin bağımlılığının anne rahminde başlama oranı %30’a yükselmiş durumda. Doğan her on bebekten üçü eroinman yani. Peki ya böylesi bir dünyada, görünmezlik teknolojisini icat edebilen güç neden çöküyor olan şehirleri geri kazanamıyor. Neden salgınlar önlenemiyor. Nedir tüm bunların sebebi? Gece olunca Şövalye ve Konkordo bir düzine ‘görünmez’den oluşan o geceki kafileyi Charo Merkez Müzesi’nin önünde topladı. Junk Safarileri genelde burada başlar. Grotesk heykeller ve uyuşturucu salgınından önceki günlere dair eşyalarla doluydu müzenin içi, onları birer put olarak görüp tapınan garip bir şehir kültü geceleri buraya gelip ibadetlerini yapardı. Onların o sessiz ve de meyus kederi ben de garip bir huşu uyandırdı.

Görünmez turistler olarak bu sefalet sergisinden sessizce geçip gitti. Üstleri başları darmadağın Homo Junkylerin sessiz gözyaşlarına baktık. Karanlığın ve mermerin kayıtsızlığı. Fakat kafilemizden biri dikkatimi feci çekiyor. Tüm o sefil kadınların yüzlerini teker teker inceleyen bu sessiz sünepenin amacı ne? Ne tür bir sapıklık bu? Brutalist bir üsluba sahip müze binasından çıkıp arka bahçeden Tepeler denen bir bölgeye doğru seyirttik. Kafamdaki sorular gittikçe büyüdü.

Tepeler Rotası

Gece hasta bir güvercin kadar şişkindi. “Benden nefret ettin değil mi?” diye sordu adam. Yüzüme son derece kederli bir ifadeyle bakıyordu. Cevap vermedim. Gümüşi bir zippo ile sigarasını yaktı. Düzenle döşenmiş taşların oluşturduğu zik zaklı yollardan yürümeye devam ettik. Safari hep belirli rotalardan geçer. Sefalet Turizmi’nden sorumlu olanlar, onun sadece en göz alıcı kısımlarını görmenizi isterler haliyle. Bir zamanlar kristal bankların, lüks villaların, golf sahalarının, çeşitli kulüplerin ve alış veriş merkezlerinin doldurduğu Tepeler, şimdi evsizler için bir barınak ve göç durağı haline gelmişti. Chatue denen bir alışveriş merkezine girerken, adam tekrar yanıma yaklaştı. “Buraya eskiden rüyamda bile giremezdim,” dedi.

Chatue’den geriye kalan şey dökülüyor olan bir kapitalizm mabediydi fakat giriş kapısında hâlâ daha turnikeler, X-RAY cihazları ve eli silahlı güvenlik görevlileri duruyordu. Üstelik içeride hâlâ daha açık mağazalar vardı. Artık lüks satmıyorlardı, sattıkları şey şehir kabileciliğinin hiyerarşisi içinde yükselmek için gereken alet edavatlardı. Temiz şırıngalar, ağrı kesiciler, bazı ilaçlar, kadife eroin, asit ve değerli taşlar. “Burada gezindiğime inanamıyorum,” dedi tekrar. “Neden?” diye sordum bıkkın fakat biraz da meraklı. “Çünkü fakir bir ailenin çocuğuydum,” diye anlatmaya başladı. “Burayı hep ana caddelerde bırakılan broşürlerde görürdüm. Televizyondaki insanlar buraya girerdi hep… ve rüyalarımı süsleyen o kız… o da buraların kuşuydu. Ben ise bu mekanın neye benzediğini hayal ederek geçirdim ömrümü. Şimdi ise özgürce gezinebiliyorum içinde…”

Bir an içim sızlayıverdi. Sistemler çökünce, bir önceki çağın ruhsuz kalıntıları nasıl da kıymet kazanıyor. “Ruhsuz bir dünyada, görünmez bir seyirciyim,” dedi adam buruk fakat keyifli. Chatue artık bambaşkaydı gözüme.

Tramvay Rotası

Biraz sonra Tepelerden ayrılmış hâlâ daha çalışan elektrikli ve tam otomatik bir tramvaya binmiştik. Tramvayın pencerelerinden içeri meyleden şehrin o grotesk ve ihtişamlı çöküntüsü, geceyle karışmış güzel fakat acı verici bir resim gibiydi.  O adamın tüm varlığını size tarif etmem mümkün değil fakat onu bilmeniz gerekiyor. Eğer Charo’da bir turistik gezintiye çıkacaksınız onunla karşılaşmanız muhtemel. “Ne iş yapıyorsun?” diye sordum adama. Derin derin düşünüp, “bir arkeologum,” dedi. Şaşırdım. Kıyamet öncesine ait eşyalarla ilgilenen bir çeşit post-apokaliptik arkeoloji.

O eşyaların hepsini yaratan mantık bir yerde birbirine bağlanıyor. Bu mantığın kökenini arıyor… eşyaların ortak noktaları olmalı. Hepsi bir sebepten dolayı üretildi çünkü. Bir sebepten dolayı da bu dünyanın çöküşüne neden oldu. Belki benim geldiğim zaman dilimindeki dünyada da, benzer bir çöküşe neden olacak aynı şey. Çokluevren seyahatinin en güzel kısmı bu. Sadece farklı bir evrenin tabiatını değil, geride bıraktığınız kendi evreninizdeki tabiatın barındırdığı olasılıkları da görüyorsunuz. Tramvay metal direklere tutunan bir hat ile gökyüzüne doğru yükselmeye başladı. Çok geçmeden bir gökdelenin kıyısına işlenmiş gökyüzü istasyonunda durduk. Charo’nun en yüksek binası. Kırk katlı. Sadece Gökdelen diye anılıyor. “Safari’nin en can alıcı noktası burası,” dedi adam. Tüm şehrin panoraması bir DNA zincirinin ucundan bakar gibi önümüze serilmişti karanlıkta. Gökdelenin içine girince her yanın çöküyor olduğunu, tavandan paslı su damlacıklarının yerlere damlayarak göller yarattığını gördük. Burası Safari’nin son durağıydı.

‘Gökdelendeki’ Gözlem Noktaları

Post-apokaliptik çağa dair tüm manzaranın toplamı gökdelenin içindeydi. Görünmez turistler çağın en acı verici sembolü içinde dolaşarak uyuşturucu kıyametinin yarattığı sefalet habitatlarını gözlemleyebilir sabaha kadar rahatça. Kapitalizmin hayat dağıtım şebekesi artık şehir kabileleri arasında paylaşılan bir ganimete dönüşmüştü işte. Eski bilgisayar kasaları, kağıtlar, bazı önemli bilgiler içeren dosyalar, aklınıza gelebilecek ne varsa… ve tabii çöküşten arta kalan boş alanlar. Kocaman bir gökdelenin terk edildiğini düşünün. Hatta tek bir gökdelen değil, birkaç tanesi… tüm şehrin merkezden başlayarak kırsala doğru onu bir moloza dönüştürecek kıyma makinesinden geçirildiğini düşünün. Beş milyon insanın uyuşturucu bağımlısı olduğu Charon’da durum böyleydi işte.

İnsanlık gökdelenlerin ve hâlâ çalışıyor olan teknolojik aletlerin bulunduğu bir taş çağındaydı. Basit ve ilkel inançlar. Putperestlik. Sembolik düşüncenin giderek yozlaşması. Dilin etkisini yitirmesi. Üretimin artık uyuşturucu üzerine yoğunlaşması ve bu üretimin de gittikçe çöktüğü bir dünya. Gün gelince uyuşturucu üreten kimse kalmayacaktı. O zaman bağımlılar ya ölecek ya da dünya yeni bir çağa girecekti. Henüz, Charo şehri böylesi bir dünyanın arafında kalmışken, ziyaret edilmesi gereken şehirlerden biri. Sefalet Turizmi’nin çokluevrenlerdeki en avangard duraklarından biri diyebilirim.

Kocaman konferans salonlarında kendinden geçmiş Homo Junky kalabalıklarını, kendi geldiğim zaman diliminden parçalar içeren artefaktları, çökmüş bir dünyada icra edilen primitif duvar sanatlarını inceledim. Basit boya pigmentleriyle duvarlara gördükleri halüsinasyonları çizmişler. Neden sonra ben böylesi bir acziyet ve hırpanilik sergisi içinde kendimi yitirmişken o adam tekrar yanıma yaklaştı. “Şimdi neden her gece Safari’ye tutkun olduğumu anlayacaksın,” dedi. Grubun geri kalanından ayrılıp birkaç kat aşağı indik merdivenlerle. Dev bir cansız mankenin öylece dikildiği bomboş bir atriuma girdik. Mankene bakınca o ana dek gördüğüm en güzel şeyle karşılaştım…

Önceki

Yazar: Tuğrul Sultanzade

2000 yılında Bakü'de doğdu. Uzun bir süredir Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyor.

İlginizi Çekebilir

bir-zamanlar-gelecek-2121

Türk Usulü Distopya: Bir Zamanlar Gelecek: 2121

İnsanlık, tarih boyunca pek çok kez kıtlıkla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Mısır, Çin, Hindistan, Avrupa, Amerika …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et