Fritz Lang tarafından yönetilen Metropolis, bugüne kadar yapılmış en iyi bilimkurgu filmlerinden biri olmaya devam ediyor. Peki ama her zaman güncel ve etkili olmasının sırrı ne? 1927 yılına ait klasik, zamanın film yapımcılığını aştı ve bunun yanında yaklaşık 100 yıl sonrasının endüstri trendlerini de öngördü. Sessiz bir film olan Metropolis, herkesin hoşuna gitmeyebilir, ancak ilk uzun metrajlı bilimkurgu filmi olarak (Georges Méliès’in 1902’deki Le Voyage dans la Lune -Ay’a Yolculuk- yapımı ilk kısa metrajlı bir bilimkurgu filmiydi) bilimkurgu sinemasının evrimine ilgi duyanların mutlaka seyretmesi gerekli.
Metropolis, sosyopolitik temaları nedeniyle çok sayıda kültür figürü tarafından büyük bir ilham kaynağı olarak anıldı. Aynı zamanda, yapımın tasarımı Alman ekspresyonist hareketinin görsel stilini ve sinemanın ilk öncülerinden biri olarak Lang’ın deneysel yöntemini sergiliyor. Herhangi bir kültürel bağlam olmadan, Metropolis heyecan verici bir izleme deneyimi sunuyor ve film yapımcılarına ilham vermeye devam ediyor.
Metropolis’in Yaratıcı Film Yapımı
Metropolis’te Lang, modern set tasarımına kıyasla şehir manzaraları için alışılmışın dışında bir yaklaşım benimsedi. Minyatür binalardan oluşan distopik kent görsel bir yanılsama yaratırken, filmin geçtiği birincil ortamın görünümünü ve duygusunu oluşturuyor. Mekân duygusu, filmdeki farklı gökdelenlerin keskin tasarımının yanı sıra, saçma geometri ve gerçekçilik yoksunluğunu ödüllendiren Alman Ekspresyonist yaklaşımıyla da uyumlu. Yer altı anlatısını etkili bir şekilde hem tamamlayan hem de tezatlaştıran estetiğin destansı bir kalitesi var. İzleyicileri daha da büyülemek isteyen Lang, oyuncuları minyatür yapılarda yansıtmak için aynalar kullandı.Örneğin Jerry Siegel ve Joe Shuster, Süpermen çizgi romanını yarattıklarında süper kahramanın evini tasarlarken Metropolis’ten ilham aldı.
Lang ayrıca sürrealizmi Metropolis’in görsel tasarımına dâhil etmişti. Özellikle Freder‘in Maria‘nın robot versiyonuyla ilk kez karşılaştıktan sonra gördüğü halüsinasyon sahnesinde. Filmin büyüleyici görüntüleri bir araya getirmesi, Alfred Hitchcock’un Spellbound‘da Salvador Dalí ile yaptığı ünlü işbirliğinden yaklaşık 20 yıl öncesine aitti ve parçalanmış düşünceleri sunmanın modern öncüsü ve habercisi olmuştu. İster Hollywood’da gişe rekorları kıran bir film, isterse bağımsız sinemanın düşük bütçeli bir yapımı olsun, parça parça ayrık görüntülerle dolu bir montaj, psikolojik düşüşü vurgulamanın en popüler yolu haline geldi. Özetle, Metropolis’te net bir görsel sanat duygusu var ve Lang’ın robotu yıllar sonra Star Wars’un C-3PO tasarımına ilham kaynağı oldu.
Metropolis ve Ütopyalar
O zaman ve şimdi, Metropolis kontrolsüz gücün tehlikelerini gösteriyor. Hikâye, bir bahçede ayrıcalıklıların oynaşması ile başlar ve her şeye kadir Frederson, yer altı işçilerinin “ait oldukları yerde” olduğunu ima eder. Bu arada alt metin, alt sınıfın değerini önemsemeyen herhangi bir politik rejime uygulanabilir. Lang’ın filminde orta sınıf bile yoktur. Maria ve yer altındaki çocuklar “kardeşlerini” ziyaret ettiklerinde, Freder ayrıcalıklı pozisyonunu fark eder. “Yerin dibinde” yaşamanın gerçeklerini öğrenmeye karar verir. Bu dünyada, bilgi edindikçe Freder’in görüşleri değişir. Buna karşılık, babası alt sınıfa asla yüz vermez ve yeni kanıtlar ortaya çıktığında dahi dünya görüşünü değiştirmeyi reddeder. Kesinlikle filmdeki bu perspektiflerle ABD’de demokratik ve muhafazakâr bakış açıları arasındaki paralellikleri görmek zor değil.
Metropolis’te, üst sınıfın ütopik kavramları kusurludur, çünkü ütopyanın kalbine ve ruhuna saygı duymazlar ve gerçekleştirmek için herhangi bir girişimde bulunmazlar. Öte yandan, yer altında yaşayanlar neye karşı isyan ettiklerinden emin bile değillerse, bir devrim gerçekleştirmelerine olanak yoktur. Maria, güçlü bir devrimci olarak değil ama sistemi bir bütün olarak anlayan ve doğru arabulucuya ihtiyaç duyduğunu bilen biri olarak işlev görür. Freder makul bir aday olarak ortaya çıktığında, başlangıçta yer altındaki çalışmalarını romantikleştirir ve odağını kaybeder. Kelimenin tam anlamıyla teknoloji (robot Maria) tarafından dikkati dağıtılır ve gerçeği fark etmeden önce geçici delilik yaşar. Metropolis üst sınıfın naifliğini eleştirir, fakat aynı zamanda kendilerini herkesin güvenliğinin önünde tutan egosantrik yeraltı figürlerini de hedefler. Özünde, son sahnenin gösterdiği gibi, “kafa” ve “eller” her zaman bir “kalbe” ihtiyaç duyar. Sadece bir ütopya ya da bir isyan hakkında konuşmak yeterli değildir; eyleme, eğitime ve oluşuma ihtiyaç vardır.
Metropolis’in Sosyal Mesajı Hâlâ Güncel
Dijital çağda, kafalar ve eller arasında sosyal medya üzerinde süregiden bir savaş var. Metropolis izleyicilere sağlıklı bir arabuluculuğun değerini ve empatinin (veya kalbin) önemini hatırlatıyor. Anlatım, yararlı olmayı isteme ancak etkili bir değişim yaratmak için yeterli bilgiye sahip olmama kavramını araştırıyor. Fredersen’de partizan sadakatine, kişisel etkileşimlerden daha fazla değer veren modern siyasi figürler görülebilir. İş adamı Kalp Makinesi’nin sağladığı avantajdan yararlanır, para kazanır ancak nasıl çalıştığının ayrıntılarını bilmez. Fredersen’in casusu The Thin Man ise, arka planda saklanan ve saldırmak için en uygun anı bekleyen hilekâr bir figür. Sosyal medya terimiyle, bir trol. Yani çıkarları için bilgileri manipüle eden kötü niyetli biri. Maria ile Metropolis, arketipik “başı dertteki kadının” ve hatta 70’lerin korku filmlerinde ortaya çıkan “hikâyenin sonunda sağ kalan kadının” habercisi olmuştur, çünkü bu dünya, önemsiz ve feda edilebilecekleri susturmak için tasarlanmıştır.
Kapalı mekân kovalamaca sahneleri esnasındaki keskin monokromatik kontrastlar, Lang’in daha sonra ilişkilendirileceği film-noir estetiğinin altını çizerken, Maria’nın robot versiyonu, erkekleri cinselliği ile büyüleyen arketipik “femme fatale“in öncülerindendir. Rotwang‘a gelince, gelecekteki bilimkurgu ve korku filmlerinin “çılgın bilim adamı” figürünü yansıtıyor ve Lang’in çeşitli türlerden hikaye öğelerini birleştirmesine izin veriyor. Metropolis her bir seyredişte farklı yorumlara açık. Bir bilimkurgu hayranı, bir korku meraklısından daha farklı bir deneyime sahip olacak. Tıpkı bazı sinema hayranlarının, Lang’in yönetsel biçimciliğine odaklanırken diğerlerinin eşitlik, devrim ve endüstriyalizm etrafındaki ana mesajla daha fazla ilgilenecekleri gibi. En önemlisi, kalıcı bir miras açısından, Metropolis’in genel hızı ve ritmi 2020’yle uyumlu, 153 dakikalık anlatım çoğu izleyiciyi meşgul edip eğlendirecek ve aynı zamanda genel prodüksiyon sürecini merak ettirecektir.