Sanayi Devrimi, daha öncesinde her şeyin insan eliyle üretildiği bir dönemi kapatmış ve üretimde hakimiyeti makinelerin alacağı yeni bir çağa kapı aralamıştı. Ancak bu bir başlangıçtı ve sadece buhar makineleri kavramını dünyaya sunuyordu. Bu dönemde makinelerin kontrolü ve kullanımı ise yine insanların elindeydi. Kısacası, bilinenin aksine sanayinin ilk dönemlerinde makineli üretim kavramında çok büyük oranda insan emeği mevcuttu.
Bu dönem daha sonraları bilimkurguda “Steampunk” akımına da ilham kaynağı oldu. Steampunk’ta kullanılan bütün makineler buharlı makinelerdi ve kıyafetler sanayi devriminin gerçekleştiği Victorya Çağı‘na aitti. Kahverengi ağırlıkla göze çarpan renk olup trenler, zeplinler en çok kullanılan ulaşım araçlarındandı.
İlk sanayi devriminin ardından sanayi fikri oldukça benimsenmeye başlandı ve her dalda makinelere dayalı üretim fikri patladı. Ancak hem bu makinelerin üretimleri, hem de makinelerin verdiği hizmetler verimli olmaktan çok uzaktı ve çok büyük maliyetlere mal oluyordu. Endüstrinin sunduğu ürünler hayranlık uyandırsa da, sıradan insanların ulaşamayacağı kadar pahalıydı. İlk endüstri devriminde tekstil hakim endüstri koluyken, bir sonraki endüstriyel devrimde otomotiv baş rolü oynadı. Otomotiv endüstrisinin ilk yılları 1850’li yıllara kadar uzanmakla birlikte, o yıllarda dünyanın çok sayıda otomobile hazır olmadığı anlaşıldı. Bunun bir nedeni yolların altyapısıyken, diğer nedenleri de kullanımı zor olan yakıt (katı yakıtlar) ve diğer enerji kaynaklarının yetersizliği, ayrıca üretim şartlarındaki yetersizliklerdi.
Endüstri devrimi sonrası makinelere sihirli aletler gözüyle bakılmaya başlandı. Gerçekten de daha önce çok sayıda insanın onlarca günde yaptığı işleri makineler çok kısa sürelerde, çok daha hatasız bir şekilde yapıyordu. Ancak makinelerle çalışmak farklı teknik bilgiler gerektiriyordu. Bu talebe bağlı olarak zaman içinde endüstri uzmanları doğdu ve uzmanlık çeşitleri bitmek bilmeyen bir artış gösterdi. İş gücündeki bu yönelim, günümüzde de hızla ilerlemektedir.
Endüstrinin büyük ivme kazanmasında ulaşımın payı çok büyüktür. Ulaşımda en büyük rolü ise halen otomotiv sektörü ve otomobillere enerjisini sağlayan petrol oynamaktadır. Otomobillerde petrolün kullanımının üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, ulaşımda otomotiv ve petrolün stratejik ortaklığı daha uzun yıllar boyunca liderliği bırakmayacağa benziyor.
2. endüstri devrimine daha yakından bakarsak; otomotiv endüstrisinin ilk günlerinde şasi (otomobilin iskeleti) tek parça halinde üretilir ve diğer tüm parçalar sabit olan bu şasiye kadar taşınarak monte edilirdi. Sonuçta bir otomobilin üretimi oldukça verimsiz ve zaman alıcı bir süreçti. Maliyeti de oldukça yüksekti. Otomobillere talep arttıkça Henry Ford, ünlü Model T‘yi üretmenin daha ucuz ve daha hızlı yollarını bulmak için farklı yöntemler denedi. İlk kez Ford’un geliştirmesiyle “Hareketli montaj hattı” doğmuş oldu. Bu yeni yöntemde, şasi bir bantta sürekli hareket ediyor ve hareket halindeki bu şasiye diğer tüm parçalar monte ediliyordu. Günümüzde daha gelişkin versiyonları bulunsa da, bu yöntem temel anlamda hala kullanılmaktadır. Ayrıca, Ford’un geliştirdiği diğer yöntemler sayesinde, kalite kontrol takıntılı otomotiv sanayicileri vasıflı işçilere ihtiyaç duymadan yüksek kaliteli ürünler üretebilir hale geldiler.
Ford aslında “Gelişmiş Üretim Sistemleri” ortaya koyma niyetinde değildi. Sadece araba yapmak istiyordu ve hazır, ucuz, güvenilir bir pazar görmüştü. Herkesin bütçesinin yetebileceği bir aracı üretmeyi amaçlıyordu. Model T, 1908’de piyasaya sürüldü ve Ford, 1913’e kadar söz konusu hareketli hat olmadan üretim yaptı. Bu süre zarfında üründe, üretim süreçlerinde, organizasyonlarda ve yönetiminde sayısız iyileştirme yaptılar. Ford, üretimi artırmak için başka yollar aramaya başladı. Hareketli montaj hattı ise bu süreçlerden en etkili olanıydı.
Amerika’da geliştirilmiş olan bu yöntem kısa sürede İngiltere, Avrupa ve dünyanın geri kalanına yayıldı. Sadece otomotivde değil montaj gerektiren diğer bütün üretim alanlarında da kullanılmaya başlandı. Daha sonradan devrimsel bu geliştirme, elektriğin endüstride ağırlık kazanmasıyla birlikte “Endüstri 2.0” olarak anıldı.
Elektrik ve elektrik motorunun keşfi, bilimkurgudaki robot fikrinin doğmasına büyük öncülük etti. İlk elektrik motoru her ne kadar 1820’de Michael Faraday tarafından icat edilmiş olsa da, ticari uygulamaları ancak 1880’den sonra başladı. Elektrik motorlarının kullanımı, alternatif akımın yaygınlaşması ile hızla birçok alana yayıldı. Alternatif akım, Amerika ve Avrupa’da ayrı ayrı yapılan çalışmalarla geliştirildi.
Güç gerektiren işler artık insan emeğinden bağımsızlaşarak elektriğin boyunduruğuna girmişti. Petrolün ve elektriğin sayesinde güç elde edilmeye başlandıkça, kontrol kavramı da daha önemli hale geldi. Gerekli gücün petrol ve elektrikten istendiği şekilde kontrol edilmesi ise Otomatik Kontrol Sistemlerinin gelişmesi ile mümkün olacaktı.
Kontrol Sistemleri her ne kadar tarihi olarak M.Ö.’ne kadar dayansa da pratik uygulamalarının yaygınlaşması için zayıf akımlı elektrik tekniğinin (diğer adıyla elektronik) gelişmesi gerekecekti. Bu gelişim de 20. yüzyılın başlarında elektronik alanında yapılacak keşiflerle mümkün oldu. İlk elektronik devrelerin etkin bileşenleri, havası boşaltılmış cam tüpün içine yerleştirilen metal levhalardan oluşuyordu. Bunlara “elektron tüpü” ya da “lamba” deniyordu. Eski tip radyo alıcılarında da bu lambalar kullanılmıştı. Bunların ilk basit örneği, iki elektrotlu olduğu için diyot denilen lambadır. İlk kez 1904 yılında İngiliz bilim insanı Sir John Ambrose Fleming kullanmıştır.
Amerikalı mucit Lee de Forest‘in 1906 yılında ilk elektronik devre elemanı olan Triyod‘u keşfi ile gelişme kaydedildi. Triyod, vakumlu cam tüplerden oluşan sinyal yükseltici (amplifikatör) devre elemanıdır. Bugün bile çok yüksek enerji gerektiren güçlü vericilerde bu tip lambalar kullanılmaktadır.
Güç, elektrik ve kontrol kavramları 20. yüzyılın başlarında robot fikrini tetiklemeye başladı. Her ne kadar ilk robotun görüldüğü filmin hangisi olduğu tartışılmayı sürdürse de, robotu temsil eden ilk filmin “The Master Mystery” olduğu çoğunlukla kabul görür. Bu film, daha robot sözcüğünün litaratüre girmediği 1919 yılında sinemayla buluştu. Daha sonra ise 1929 yapımı ünlü Metropolis filmi geldi.
Ancak “Endüstri 2.0” güç, kontrol ve elektronik kavramlarında sadece bir başlangıçtı…
Kaynaklar: