Araştırma yazılarımın erken dönemlerinde günde birkaç cümleden fazla yazabilirsem kendimi şanslı sayardım. Kelimeler dinozor kemiğinden sıvı petrol gelmesi hızında akardı. Fikir paragrafa dönüşmeden önce geliştirilir, düzeltilir, yazılır ve silinirdi. Aylar böyle geçerdi. Yalnız değildim; pek çok meslektaşım da birkaç sayfaya haftalar harcıyor.
Tezimin teslim tarihi geldiğinde henüz ilk paragrafı yazamamış olacağımdan korkuyordum. Her günün sonunda monitöre bakıp harcadığım enerjinin yalnızca birkaç kelimeye yettiğini görüyordum. Tıkanmıştım, doktora programının en yavaş dönemindeydim. Ama sonra her şey bir anda değişti. Bunu kemik çerçeveli gözlük takan bir adama borçluydum, yirmi yıl önce ölmüş bir adama…
Gelelim Asimov’a…
Asimov; bilimkurgunun duayeni sayılmasının yanında, ürkütücü derecede hızlı yazmasıyla da anılır. Beş yüzden fazla kitap yazmış, pek çok eserin editörlüğünü yapmış ve sayısız kısa hikaye ve yazıya imza atmıştır. Öte yandan hayatı boyunca 90,000’den fazla hayran mektubu cevapladığı sanılmaktadır. Asimov’un Dewey Onlu Sınıflandırma Sistemi’nin dokuz kategorisinde kitabı vardır.
Bir yazarın bu denli verimli olabilmesi için yirmi beş yıl boyunca iki haftada bir kitap yazması gerekir. Asimov’un kitapları yaklaşık 70,000 kelimeden oluştuğuna göre basım için günde 5,000 kelime yazmış olmalı. Üstelik eseri bir kere yazmanın basım için yeterli olmayacağını herhangi bir yazar bile bilir. Yani yazılan kelime sayısı aslında 70,000’in çok üzerindedir.
60’larda bir New York Times yazarı, Asimov’u “çılgınca daktiloya vuran bir münzevi” şeklinde tanımlamıştır. Asimov; bilim, tarih ve diğer her konudaki binden fazla kitabın bulunduğu tavan arasındaki ofisinde inzivaya çekilirdi. Çoğu da sıfırdan yazdığı kitaplardı.
Asimov’un çok namlulu yazım stili, onu pek çok şekilde antiyazar ilan edebilir. Pek çok aceminin kafasındaki imgeye göre yazar, daktilosunun başında mükemmel olmayan kelimeleri avlayarak gergin ve stresli zamanlar geçirir. Bu, fazla yazım tecrübesi olmayan, kendince yazarların fikridir. Bu kendince yazar dediğimiz kişiler başlığı bir profesyonel(!) edasıyla yazar ama herhangi bir analizle kelime bulmakta felçli gibidirler. Sorarsanız bu yalnızca bir yazar tutukluğudur.
Peki Asimov kelimeleri kürekle yığmayı nasıl başarıyordu? Asimov; yavaş yavaş, düşüne düşüne yazmazdı. Hızlı ve basit bir şekilde klavyeye saldırırdı ve böyle yazılan bir yazının, uzun uzun düşünülerek yazılmış bir yazıdan daha iyi olacağına inanırdı. Ara vermeden haftanın yedi günü çalışırdı, saat 9.30’dan 22.00’ye kadar… Dakikada doksandan fazla kelime yazar ve yalnızca hızlı bir öğlen yemeği yahut bir bardak su gibi temel ihtiyaçlar için kısa aralar verirdi. Ofisinde bahçesindeki ağacını gören bir penceresi vardı ama o pencereye bile nadiren çıkardı. Saat beşte akşam yemeği arası verir, karısı ve iki çocuğuyla vakit geçirirdi. Akşam yemeğinden sonra yazısına döner ve saat ona kadar ara vermeden yazardı. Muhtemelen uyuyakaldığı ve bir sonraki bölüme rüyasında devam ettiği de oluyordu.
Bu yaklaşım, yazılarını her şeyden fazla etkiliyordu. Kelimeleri yazar tutukluğuna yakalanmadan kağıda döküyordu. Bakkal nasıl bakkal tutukluğuna yakalanmazsa, Asimov da yazar tutukluğuna yakalanmıyordu. Sonuç olarak hiçbir yayımcı Asimov’un hızını bozmak istemiyordu. Houghton ve Doubleday’e verdiği her şey basılıyordu ve bu çalışmalarının daha yüzde 60’ı bile değildi. Her yerde yazıları vardı; bilimkurgu dergilerinde, gazetelerde ve pek çok antolojide…
Onu bu denli hızı yapan şey sadece durmaksızın yazabilmesi değildi, kendi stiliyle yazması da etkiliydi. Asimov’un karakterleri basit, diyalogları fonksiyoneldir; ancak bu, ona popülerliğinden hiçbir şey kaybettirmedi. Olayın nasıl ve neden olduğu anlaşılır bir şekilde aktarılır, kişiler gereksiz şekilde pozlayıcı konuşmaz. Karakterlerin dikkatli bir kritiğini yaptıktan sonra konuyu daha fazla uzatmaz.
80’lerin bilimkurgu yorumcularından James GunnBen I, Robot için şöyle diyor:
“Özellikle Liar ve Kanıt hikayelerinde tüm karakterler önemli rol üstleniyor. Diyaloglar olayın gelişmesi için yeterli seviyede tutulmuş, ama yine de yeterince renk ve heyecan var. Fonksiyonellik ve stil de en az diyaloglar kadar iyi. Robot hikayeleri tamamen gerçekçi ve Asimov’un kurgusundaki her şey gerçeği yansıtıyor.”
Asimov bu özelliğiyle asla eleştirilmedi, aksine bu bir artı olarak görüldü. Ernest Hemingway gibi yazarların geleneğini devam ettirdi; kısa kelimeler, direkt konuşmalar, güçlü fiiller ve etkili mecazlar… Yavan bir dil, gereksiz sıfatlar ve sıkıcı metaforların yazıyı bozacağını ve okuyucu için kaotik bir durum yaratacağını düşünürdü. Bunu şöyle açıklıyor:
“Uzun zaman önce oturup yazılarıma kutsal bir kural koymaya karar verdim: Anlaşılır olacaktım. Eğer anlatacaklarımı şiirsel, deneysel, imgesel, simgesel ve okuyanın anlayamayacağı diğer entel modlarla yeterince iyi anlatabilirsem Pulitzer Ödülü kazanabilirdim. Ama yazdıklarım anlaşılır ve okurla aramda köprü kuracak şekilde olursa istedikleri yorumu yapabilirlerdi.”
Asimov’un fikirlerini iki şekilde kabullendim. Öncelikle her gün yazacağım kelime sayısını belirledim, kelimelerin ne kadar kötü olduğunu yahut nasıl hissettirdiğini düşünmeyecektim. Hedefim günde beş yüz kelime yazmaktı. Yazım, hatalarla dolu olsa bile yazmayı sürdürüyordum. İlk zamanlarda hedefe ulaşmak zordu, ancak kısa zamanda kolaylaştı. Sonra özür yahut pişmanlık olmadan yazmaya başladım, geri bakmak için durmadım yahut hangi kelimenin daha uygun olduğunu muhakeme ederek yavaşlamadım. İki üç hafta geçtikten sonra günde 1000 kelime yazmaya başlamıştım. Dört ay sonra 400 sayfalık tezimin ilk taslağı bitmişti.
Asimov’dan öğrendiğim ikinci şey ise açık ve anlaşılır bir dille yazmaktı. Önceden teori ve gerçekleri olduğu gibi yazmak yerine Fransızca entel kelimeler kullanarak süslemeyi severdim. Ama bunun hem yazıyı, hem de hızımı düşürdüğünü fark ettim ve Hemingway Stili ile yazmaya başladım. Kullandığım dile karışık kelimeler eklemek tezi düzenlemeyi zorlaştırıyordu, yeni metodum kritik bir fark yarattı. Tezimi yıllar yerine aylar içinde bitirebildiğim için Asimov’a teşekkür borçluyum. İlk taslağın berbat olması önemli değil, çünkü geriye doğru pek çok düzenlemeyle kusursuz bir taslağa dönüşebilir.
Başka ipucuna ihtiyaç kaldı mı?
Yazan: Scott Rank
Uzerinde calistigimiz konuyu mukemmel yapincaya kadar bekleyip baslayamayip, bitirmemektense, yapabildigimizin en iyisini yapip, ortaya bir sey cikarttiktan sonra onu mukemmelestirmeye calismak en dogrusu.
Yaziniz icin tesekkurler.