Yönetmenliğini Roland Emmerich‘in üstlendiği 1994 tarihli Stargate filminin yakaladığı başarıyı ve potansiyeli gören televizyon yapımcıları, filmin mitolojisini bir dizi ile genişleterek sürdürmeye karar verirler. Bunun üzerine Stargate SG-1 adında bir devam dizisi hayata geçirilir. İlk bölümü 27 Temmuz 1997’de yayımlanan Stargate SG-1, tam on sezon boyunca milyonlarca bilimkurguseveri peşinden sürükleyecek ve uçsuz bucaksız bir mitoloji yaratacaktır. Başlangıç filminden hatırlanacağı gibi, 1928 yılında Mısır’ın Giza Platosu‘nda dünya elementlerinden yapılmadığı anlaşılan bir cihaz bulunmuş ve üzerinde gerçekleştirilen onlarca yıllık incelemeye rağmen nasıl çalıştırılacağı keşfedilememiştir. Ancak yardım için çağrılan Dr. Daniel Jackson geçidin sırrını çözmeyi başarır ve bunun bir çeşit gezegenler arası anlık ulaşım cihazı olduğu anlaşılır. Cihazın işler hâle getirilmesiyle beraber derhal bir ekip oluşturulur ve bağlantı kurulan diğer gezegene keşif seferi düzenlenir. Ekibin bu gezegende karşılaşacağı şey ise, Antik Mısır medeniyetine benzeyen bir halk ve bu halka zulümle hükmeden Güneş Tanrısı Ra olacaktır.
Keşif ekibinin de fark edeceği üzere, Ra aslında bir uzaylıdır. Ölümsüzlük arayışını sürdürürken M.Ö. 8000 yılında Dünya’ya ulaşmayı başarmış ve ölmek üzere olan yorgun bedenini terk ederek insan bedenine girmiştir. İnsan bedenine girdikten sonraysa kendini tanrı ilan etmiş ve insanlığı köleleştirmiştir. Gerçeği öğrenen ekip ile uzaylı Ra arasında bir dizi mücadele yaşanır ve sonunda Ra yok edilir. Stargate filmi tam da burada son bulur; ancak Stargate SG-1 dizisiyle birlikte macera kaldığı yerden devam eder. Dizi, Ra’nın aslında bir Sistem Lordu olduğunu ve Ra gibi daha pek çok Sistem Lordu’nun bulunduğunu ileri sürer. Gerçekten de biz izleyiciler, Stargate SG-1 boyunca sayısız Ra benzeri varlıkla karşılaşırız: Anubis, Apophis, Ba’al, Seth, Nirti, Osiris, Sokar bunlardan sadece birkaçıdır. Hepsinin de ortak özelliği, Goa’uld adı verilen parazit bir uzaylı türüne mensup olmalarıdır. Stargate mitolojisinde Goa’uld; egomanyak, kendilerini “tanrı” kabul eden, insan ve unas gibi birtakım canlıların vücuduna yerleşip, vücudun kontrolünü ele geçiren parazit bir tür olarak tasvir edilir. Galaksideki en güçlü Goa’uldlar “Sistem Lortları” (Düzen Efendileri) denen bir konsey oluşturmuştur. Özgün görünümü bir çeşit yılanı andıran bu canlı, Stargate evreninin en baş belası türlerinden biridir.

Stargate evreninde “kötü tarafın” vücut bulmuş hâli olan bu tür, aynı zamanda en dişli düşmanlardan biri olarak da karşımıza çıkar. Ana gezegenleri P3X-888‘dir. Bu gezegen özellikle sulak ve çorak alanlarıyla bilinir. Gezegenin bu doğal şartlarında evrimleşen Goa’uld, dolayısıyla hem karada ve hem de suda yaşayabilme yeteneğine sahiptir. Ancak su içerisinde daha hızlı ve kıvrak hareket edebilmesine rağmen, karada tıpkı bir sürüngen durumuna düşmekte ve son derece savunmasız kalmaktadır. Bu dezavantajından dolayı herhangi bir Goa’uld’a gerçek hâliyle rastlamak çok zordur. Fakat bu sorunu da kendilerine konakçılar bularak aşmışlardır. Daha önce de belirtildiği gibi, Goa’uld parazit bir türdür ve varlığını uygun canlıların vücuduna girerek sürdürür. Bu ise konakçılar için oldukça acı verici bir deneyimdir. Çünkü Goa’uldlar, baş kısımlarındaki kesici ve parçalayıcı uzuvlarını kullanarak, konakçının ense kökünden içeri girer ve omurgaya tutunup sinir sistemine nüfuz eder. Bu aşamadan sonra konakçının bilinci ve karakteristiği baskılanır. Artık Goa’uld, içine girdiği bedeni tamamen kontrol etmeye başlar. İşlem sonrası gözlerde parlama ve seste kalınlaşma dışında konakçıda herhangi bir fiziksel değişim görülmez. Ayrıca bu birkaç değişim de Goa’uld tarafından gizlenebilir ve bu da onları mükemmel birer sinsi düşmana dönüştürür. Öyle ki, çoğu zaman bir kişinin içine Goa’uld girip girmediği, ancak bilgisayar taramaları sonucunda anlaşılabilmektedir.
Bu özellikleriyle Goa’uldlar, çeşitli yapımlarda görmeye alıştığımız bilindik düşmanlardan oldukça farklıdır. Çünkü onlar, vurabileceğiniz ya da kendilerinden kaçabileceğiniz varlıklar değildir. Onları yok etmeye yönelik yapacağınız her hamle Goa’uld’a değil, konakçıya zarar verecektir. Goa’uldlar, içinde yaşadıkları konakçının ölmesi durumunda ise yakındaki başka bir canlının vücuduna girerek hayatlarını sürdürebilir. Tespit edilmeleri güç olduğu için de bu durumun anlaşılması çok uzun zaman alabilir. Dahası, bir Goa’uld’u konakçının vücudundan çıkarıp atmak son derece tehlikeli ve zahmetli bir iştir. Bu işlemlerin pek çoğunda konakçı ya ölür ya da kalıcı sinir sistemi hasarına uğrar. Öte yandan tıpkı biz insanlar gibi her Goa’uld farklı bir bireydir ve konakçı, simbiyotik yaşam başladıktan sonra taşıdığı Goa’uld’un adıyla anılır. Tüm bunların ötesinde, belki de en önemli özellikleri genetik hafıza aktarımına sahip olmalarıdır. Goa’uldlar, bu özellikleri sayesinde tüm belleklerini bir sonraki nesle aktarabilmektedir. Böylece her Goa’uld, önceki nesillerin bilgi birikime sahip olarak doğmaktadır.

Goa’uld’un kendine konakçılar bularak ana gezegeninden çıkışı ve Samanyolu Galaksisi’ne musallat oluşu binlerce yıl önceye dayanır. Konakçı olarak kullandıkları ilk tür ise Unas‘tır. Unas da tıpkı Goa’uld gibi P3X-888 gezegeninde evrimleşmiş bir türdür. Rejeneratif yeteneklere sahip olan sürüngen yüzlü bu tür, özellikle fiziksel güçlerinin üstünlüğü ile bilinir. Goa’uld ile olan etkileşimleri güçlerini daha da arttırmıştır. Kabile bazlı toplumsal bir yaşama sahiptirler. Her kabile bir baskın erkek lider tarafından yönetilir. Her ne kadar teknoloji üretememiş olsalar da gelişmiş bir kültürel yapıları vardır. Yetişkinliğe geçiş gibi farklı törensel geleneklere sahiptirler. Bir Unas genellikle Goa’uld parazitinin boynundan içeriye girmesini önleyen kolye takar. Unaslar, aralarında anlaşabilecekleri az kelime haznesine sahip kendilerine özgü bir dil konuşmaktadır. Goa’uld konakçısı olan bir Unas ise kendi dili dışındaki başka bir dili de konuşma yeteneği kazanabilmektedir. Tüm bu özellikleriyle Unaslar, Goa’uld için uygun bir konakçı konumundadır. Unasları konakçı olarak kullanmaya başlayan Goa’uldlar, çok geçmeden güçlenir ve idari yapılar geliştirir.
Atok‘un öncülüğünde Kadim teknolojisini çalıp kendi gayelerine uygulayarak, “Fatihler” adıyla ilk otoriter topluluğunu kurarlar. M.Ö. 22.000’de Atok, kendi oğlu Apep tarafından öldürülür ve Goa’uld liderliğine Apep oturur. Apep uzun bir süre astları Ra, Nut ve Thoth ile beraber iktidarda kalır. Ancak M.Ö. 17.800 yılında başka bir Gao’uld yükselişe geçer: Anubis… Apep’in gücü bu zaman zarfında azalmaya başlar ve Anubis giderek güçlenip kontrolü ele geçirir. Hatta Anubis, tüm Goa’uld Lortları’nın önünde Apep’i öldürerek iktidarını iyice perçinler. Fakat Ra, diğer lortları Anubis’e karşı örgütlemeyi başarır ve üç yüz sene süren iç savaşın ardından Anubis bozguna uğratılıp sürgün edilir. Ra, “Sistem Lortlarının Yüksek Divanı” adı verilen yeni bir liderlik kurar ve kendisini de “Goa’uld İmparatorluğu’nun Baş Lordu” olarak atar.

Ra, hükümdarlığını sürdürürken bir yandan da kendine ve türüne uygun konakçılar aramayı ihmal etmez. Hatta bu arayışları sırasında bir Asgard‘ı (Famrir) da konakçı olarak kullanır; fakat söz konusu birleşme uyumlu olmadığı için ölümün eşiğinden döner. Ancak M.Ö. 8000 yılında Dünya’ya ulaşmayı başaran Ra, ölmek üzere olan yorgun bedenini terk ederek insan bedenine girer. İnsan bedenini tercih etmesinin sebebi ise kolay onarılabiliyor oluşudur. Çünkü Ra, biyolojik onarım teknolojisine zaten sahiptir ve bu denli uzun yaşayabilmesinin sırrı da söz konusu teknolojide yatmaktadır. Bu koşullar göz önüne alındığında, insan bedeni Ra’nın tam da aradığı şeydir ve bu keşif hem kendisinin ve hem de insanlığın yazgısını değiştirir. Ra, insan bedenine girdikten sonra kendini tanrı ilan eder ve insanlığın yeni teknolojiler öğrenmesine önayak olur. Stargate mitolojisine göre, ilkel kabileler hâlinde yaşayan insanların günümüz çağdaş toplumuna evrilmesindeki en önemli etkenlerden biri hiç kuşkusuz Ra’dır.
İnsanlığın geçmişindeki dinsel, toplumsal, devletsel ve bilişsel yapıların kökeninde de yine Ra’nın varlığı yatar. Öte yandan Yıldız Geçidi sayesinde insanları başka gezegenlere taşır ve buralarda da hizmetkarları olarak kullanır. Ra’nın Dünya’dan taşıdığı insanlar, zaman içerisinde bu gezegenlerde farklı toplumlar ve uygarlıklar kurar. Stargate evrenindeki pek çok gezegende insanlarla karşılaşılmasının ana nedeni de budur. Ancak Ra’nın hükümranlığı sürüp giderken, Dünya’da bir isyan patlak verir. İnsanlar Ra’ya başkaldırır. İsyanı bastırma çabaları işe yaramaz ve Ra, Yıldız Geçidi’nin gömülmesi emrini vererek bir daha dönmemek üzere Dünya’dan ayrılır. Bu da Dünya’nın diğer gezegenlerdeki insanlarla bağını tamamen koparır. Artık Ra yoktur ve yaşanan tüm bu olaylar, binlerce yıllık zaman zarfı içinde birer efsaneye dönüşür. Ra unutulur, Yıldız Geçidi unutulur, diğer gezegenlere taşınan insanlar unutulur… Gerçeğin üzerine zamanın kalın tortusu çökmüştür adeta ve bu tortu, 1928 yılında Yıldız Geçidi bulunana dek de kalkmayacaktır.

Ra’nın Stargate ekipleri tarafından yok edilmesiyle beraber Goa’uld Sistem Lortları arasında bir güç mücadelesi başlar. Her Lort, ortaya çıkan boşluktan yararlanarak kendi otoritesini sağlamlaştırmaya ve genişletmeye çalışır. Zaten öteden beri birbirleriyle çatışma hâlinde oldukları bilinmektedir. Ancak bir zamanlar sürgün edilen yarı yükselmiş Goa’uld Lordu Anubis‘in dönüşüyle tüm güç dengeleri bozulur. Çünkü Anubis, hem diğer lortlardan daha kurnaz ve hem de gelişmiş bir teknolojiye sahiptir. Her Goa’uld Lordu’nun kendine özgü bir hükümdarlık sembolü bulunur. Bu semboller, aynı zamanda onların hükümranlık bölgelerini de belirler. Öte yandan Goa’uldlar, kendi yavrularını, yani larvalarını karınlarında muhafaza etmeleri için çok sayıda insanı “taşıyıcı” yapıp köleleştirir. Yavru Goa’uldlar, henüz olgunlaşmamış oldukları için taşıyıcıya bütünüyle hâkim olamaz. Buna rağmen hem konakçılar ve hem de taşıyıcılar, Goa’uld ortak yaşamları sayesinde normal insanlara göre daha güçlü, daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü olur. Yine bağışıklık sistemleri de ortalama bir insanınkinden çok daha dayanıklıdır.
Goa’uldlar aynı zamanda Jaffa denilen taşıyıcı ve savaşçı bir sınıf var eder. Jaffalar kelimenin tam anlamıyla Goa’uld’un askeri gücü konumundadır. Her Sistem Lordu’nun kendine özgü bir Jaffa ordusu bulunur ve bir Jaffa hangi Sistem Lordu’nun hizmetinde ise alnında onun sembolünü taşır. SG-1 ekibi üyelerinden Teal’c da bir Jaffa’dır ve alnında bir zamanlar emrinde çalıştığı Sistem Lordu Apophis‘in sembolü vardır. Ayrıca Jaffalar’ın karınlarında keseyi andıran bir bölme bulunur ve bu bölme içinde bir adet Goa’uld larvası barınır. Jaffalar, içlerindeki Goa’uld larvası büyüyüp olgunlaşana dek onu taşımak zorundadır. Ortak yaşamlarına bağlıdırlar ve onların yokluğunda hayatta kalamazlar. Bu da onları Goa’uld’a mecbur kılar. Goa’uldlar her ne kadar kötücül varlıklar olarak tasvir edilseler de, Tok’Ra adında ayrıksı ve bağımsız bir gruba da sahiptir. Bu grup, bilindik Goa’uldlar’dan farklı olarak özlerinde iyidir ve Goa’uld hükümdarlığına son vermek için mücadele eder.

Goa’uldlar, görünüş itibariyle oldukça gelişmiş bir tür olarak algılansalar da, esasen teknoloji hırsızlarıdır ve başka uygarlıkların buluşlarını kendilerine modifiye ederek kullanır. Bu modifiye edilmiş teknolojilerinin gereksinim duyduğu ana element ise Naquadah adlı eksantrik bir maddedir. Söz konusu madde bakımından zengin olan gezegen arayışlarını her zaman sürdürürler. Ayrıca tüm olumsuz özelliklerine rağmen, uzun yaşamalarını sağlayan bir tür biyolojik onarım lahdi kullanırlar. Öte yandan Goa’uldlar’ın, “Hiperuzay” özelliklerine sahip son derece hızlı ve çeşitli türleri bulunan pek çok uzay gemisi vardır. Amacına göre boyutu ve vuruculuğu değişkenlik gösteren bu gemiler, Goa’uld gücünün en önemli unsurlarından biridir. Bu gemiler genel olarak Ha’Tak, Al’Kesh ve Tel’Tak sınıfından oluşur.
Ha’Tak: Goa’uld ana gemisidir. Atmosfer üzerinden gezegeni vurabilmekte olup, bünyesinde ışın halkaları bulunmaktadır. Güçlü kalkanlara sahiptir.
Al’Kesh: Goauld orta menzilli bombardıman uçağıdır. Ağır silahlı olup, plazma vurucu gücü kullanır. Yüksek manevra kabiliyetine sahiptir.
Tel’Tak: Goa’uld kargo gemisidir. Kendi halkaları olan gemi, görünmez olabilmektedir.

Goa’uldlar’ın dilleri ve alfabeleri ise kendine özgüdür. Dünya dâhil hükmettikleri tüm gezegenlerde bu dilin izlerine rastlanabilir. Dil bilimci Dr. Daniel Jackson’ın Goa’uld diline hâkim olması, ekip açısından çoğu kez avantaj olarak kullanılır. Yine Teal’c’ın kişisel deneyim ve bilgileri de yaşamsal öneme sahiptir. Goa’uld alfabesi bir çeşit Eski Mısır hiyerogliflerini andırır. Dillerindeki kimi sözcüklerin kökenlerine Dünya mitolojisinde rastlamak mümkündür. Goa’uld dili denince, Stargate SG-1 izlemiş herkesin aklına ilk olarak “Kree” sözü gelir. Kree, Goa’uld dilinde “hey“, “dikkat et“, “hazır ol“, “beni dinle“, “çabuk“, “emri uygula” gibi çok çeşitli anlamlar ifade eder.
Dizi boyunca pek çok Goa’uld Sistem Lordu ile karşılaşırız ve bu Lortların her biri kendine özgü karakteristiği ile ön plana çıkar. Ancak bunlardan biri vardır ki, onunla baş etmek diğerlerine nazaran epeyce güçtür. Bu Sistem Lordu, hiç kuşkusuz Ba’al’dan başkası değildir. Karizmatik kişiliği, espri anlayışı ve kurnazlığı ile tanınır. Öyle ki, hayatta kalan son Sistem Lordu olmayı başarır. Özellikle kendi klonlarını var ederek ilginç bir şaşırtmaca taktiği uygulayan Ba’al, Stargate hayranları arasında da haklı bir üne kavuşur. Hatta kendisiyle yapılan mücadele dizinin yayın hayatına sığmaz ve devam filmi Stargate Continuum‘a taşınır.

Şüphesiz Goa’uld, gelmiş geçmiş tüm bilimkurgu yapımları içinde en dikkate değer dünya dışı düşman tiplemelerinden biridir. Dizi için bu türü tasarlayan yaratıcıların, Dicrocoelium Dendriticum adlı bir parazitten ilham aldıklarını da belirtmekte yarar var. Bu telaffuzu bile zor canlı, Goa’uldlar’ın gerçek hayattaki kanlı canlı örneğidir. Benzerliklerini anlayabilmek için söz konusu canlının yaşam çevrimine bakmak yeterli olacaktır.
Bu canlı, ilk önce dışkı ile beslenen sümüklü böceklere bulaşır, hayvan parazitten kurtulmak için parazitli bölgeleri kistleştirip atınca, bunlarla beslenen karıncalara musallat olur. Parazitlerin bir kısmı, hemen karıncanın sinirlerinin toplandığı yere yerleşerek hareketlerini yönlendirmeye başlar; bu yönlendirme öylesine güçlüdür ki karınca herhangi bir tehlike ile karşılaştığında saklanması gerekirken, tam tersine otların tepelerine tırmanıp, koyunlar tarafından otla birlikte mideye indirilmeyi bekler. Sonra koyuna yerleşen parazit, dışkı yoluyla dışarı atılır ve süreç yeniden başlar. Yani karıncayı yönlendirerek kendi yaşam sürecinin devamlılığını sağlamış olur. Goa’uld gibi; sadece daha küçük bir asalak…