Seth W. Owen‘ın yazdığı, Luke Scott‘ın yönettiği Morgan, 2016 yılında yapay zekâ hakkında derin açlık çeken izleyicilerin beğenisine sunuldu. Kadrosunda Kate Mara, Anya Taylor-Joy, Toby Jones, Rose Leslie, Boyd Holbrook, Michelle Yeoh gibi isimleri barındıran film için düzinelerce olumlu ve olumsuz yorumu aynı anda sıralamak mümkün. Çünkü Morgan, kendisinden önce gösterime girmiş çağdaşlarına paralel bir konu etrafında adeta hayalet gibi geziniyor. Yapay zekâ karakteri giydirilmiş rollerin ne kadar kaygan ve güvensiz olduğunu artık seyirciler yeterince izlemiş olmalı ki, Morgan filmine dair olumsuz yorumlarda bulunmakta belki de haklılar.
Morgan, büyük bir şirketin çiftlik evinde kurduğu gizli laboratuvarında yaşanan sorunları işliyor. Sorunsa, tahmin edeceğiniz üzere bir insan/robot (android) karışımı varlık. Yapay DNA yöntemi kullanılarak üretilen ve adına Morgan denilen bu insansı sentetik organizma, bir ay gibi kısa bir sürede konuşmayı öğrenirken beş yaşına geldiğinde artık şirket için bir tehlike oluşturuyor.
Morgan, – her ne sebeple yaptı bilinmez – bir doktorla olan rutin görüşmesinde sinirlenerek onu gözünden yaralayıp insanlarla olan dostluğunu kendi başına tek taraflı kırıp atıyor. Bizler kendimizi olayların akışına kaptırmışken, elbette filmde mantık hataları da ardı sıra geliyor.
Öncelikle böylesine önemli bir projenin gözlerden ırak bir yerde sürdürülmesine diyeceğimiz yok, ancak madem tehlikeli bir iş içindesiniz en azından kapıya üç beş tane güvenlik uzmanı vb. bırakınız. Olmadı, laboratuvarda olan biteni an be an şirketin merkezinde bir yerde izleyiniz. Ama yok, sözüm ona çok gizli ve bir o kadar da önemli bu görev için hazırlanmış laboratuvar çalışanları adeta hayatta kalan son insanlar gibi şirketten bağımsız yıllarca çalışmışlar.
Laboratuvarda bulunan az sayıdaki personel ise abartılı bir duygusal bağlılıkla Morgan’ı evlatları gibi sahiplenmişken, şirket tarafından tam yetki ile donatılmış Lee Weathers (Kate Mara) geliyor. Bir grup bilim insanının başıboş sohbetlerine tanık olduğumuz dakikaların ardından filmdeki durgunluğun yerini nihayet gerilim ve aksiyon sahneleri alıyor.
Film sıklıkla bu bilim insanlarının Morgan ile konuşmalarında “dostum” diye tabir etmelerini vurgularken, aslında alt metin olarak yapay zekâ ve hızla gelişen teknolojinin insana karşı yapılmış en büyük hamle olduğunu ilan ediyor. Çünkü insanların “dost” olarak niteledikleri ve kendi elleriyle büyüttükleri Morgan, onların dostluğunu bir çırpıda parçalarken hiç de pişmanlık belirtisi göstermiyor.
Bu noktada filmin başından beri harika bir oyunculuk sergileyen Anya Taylor-Joy’a ve Kate Mara’ya değinmeden geçemeyeceğim. Az buçuk bütçeyle, sınırlı bir senaryoyla ve az sayıda oyuncuyla hazırlanmış bir film elbette tüm yükünü iyi birkaç oyuncunun üzerine yıkmalıydı. The Witch ve Split filmlerinde oyunculuğuna hayran olduğum Anya Taylor-Joy, Morgan karakterini tereddütsüz sırtlamış diyebiliriz.
Yine The Martian, 127 Hours gibi önemli filmlerde rol alan Kate Mara da, Morgan filminde Lee Weathers adıyla yer alıyor. Şirket tarafından Morgan projesini tamamen ortadan kaldırmak üzere görevlendirilen Lee Weathers’in hal ve hareketleri ekrana girdiği ilk dakikalardan itibaren seyirciye “bu işte bir bit yeniği var” dedirtiyor. Morgan’ı yakalamak için harekete geçen Lee Weathers’in tavırları, yürüyüşleri bana Terminator serisindeki cıva adam olan Robert Patrick’i anımsattı. Kim bilir belki de Kate Mara ona özellikle imrenip böyle görünmek istemiştir.
Filmin en can alıcı sahnesi ise Morgan’la Doktor Alan Shapiro (Paul Giamatti)‘nun görüşmesi oluyor. Doktor, Morgan’ın yaşamasına ya da ölmesine yönelik tutacağı rapordan önce onu korunaklı bir camın ardında bulmasına şiddetle karşı çıkıyor ve “eğer görüşmemiz bir cam arkasında geçecekse raporumun olumsuz olacağından hiç kuşkunuz olmasın,” diyor.
Bundan sonrasında ise Morgan’ı çeşitli duygular etrafında gezdirmeye yönelik ustaca hazırlamış olduğu oyununu başlatıyor. Bu sahne yapay zekada “Turing Testi” hakkında da fikir sunuyor. Fimde Amy (Rose Leslie) rolündeki doktorun başına gelenler ise izleyiciye derin bir oh çektiriyor.
Sonuç olarak Morgan, yapay zekâ konusuna hayran ve aç izleyenler için gözden kaçırılmaması gereken güzel bir film diyebilirim. Film için “vasat” tabirini kullanmak yukarıda bahsettiğim oyunculuklara haksızlık olur. 21. yüzyıl insanının yapay zekâ ile henüz tanıştığı bu çağda konuyla ilgili hazırlanan her ürünün kıymetini de bilmek gerekiyor. Aksi halde yerli sinemada maruz kaldığımız ve adına sanat diyemediğimiz birçok yapıma tahammül etmekten başka şansımız kalmaz.