Black Metal Uzaya Açılırsa: Kozmik Black Metal

Black metalde bulabileceğiniz temalar aşağı yukarı acı, nefret ve öfke ile ilgilidir. Jilet gibi kesen sivri vokaller, gürültülü gitar riffleri, sanki siyah beyaz bir gravürün içine konmuşsunuz gibi hissettirir. Gelgelelim bu tür içinde ortaya çıkan yeni bir akım dünyanın da ötesine taşıyor perspektifi. Kozmosun ihtiva ettiği o derin karamsarlığı müziğin damarlarına zerk ediyor. Bu yeni türe henüz doğru dürüst bir isim bile konmamış. Tabii bu biraz tuhaf bir durum. Metal fanları her şeye bir isim takıp, bunun bir alt tür olduğunu iddia etmekle meşhurdur. Bu gün ele alacağımız türün takipçileri biraz daha pratik insanlar diyebiliriz. Kimisi “kozmik black metal” ya da sadece “space black metal” demeyi tercih ediyor. Bazıları da sadece “bilimkurgu temalı black metal” demekle yetiniyor.

Black metal üretimleri öyle ya da böyle uzay ve yıldızlar ile flörtleşmiştir, yani kozmik black metal yeni bir şey değil. Örneğin 1994’de, Norveçli bir grup olan Arcturus ilk EP çalışmalarını Constellation (takımyıdızı) diye isimlendirmişti. 2006 yılında Dissection grubu tarafından çıkarılan Reinkaos albümünden de bahsetmemiz gerek. Bu grup Misanthropic Luciferian Order isimli karanlık bir örgütle bağlantılıydı. Nitekim Reinkaos albümünde sözgelimi örgütün düşünce yapısını anlatan çalışmalar mevcuttur. MLO anti-kozmik, insan düşmanı bir yapıya sahiptir. Kaosa ibadet ederler. Kozmosun, yani içinde sürüklendiğimiz uzayın ötesindeki kaosa karışmak onların amacıdır. Nitekim Reinkaos’ta sicim teorisinden etkilenmiş, bu özelliği anti-kozmik çağırıyı güçlendirmek için kullanmışlardı.

Darkspace

Ancak Dünya’yı ilk kez sahiden “terk eden” ve ele aldığımız “uzay black metalini” yaratan grup 1999’da ortaya çıktı. Şeytanın müziğini yeni seviyeye getirmeye karar veren Darkspace isimli bir oluşumdu bu. Üç kişiden oluşan İsviçreli grup epey ketum olduğu için kitlelere ulaşmaktan ve özellikle de medyadan kaçınmışlardı. Dolayısıyla grup hakkında sadece bazı temel bilgiler haricinde pek bir şey bilinmiyor. Wroth, Zhaaral ve Zorg isimli üyelerin ikisi gitarist, diğeri de basistti. İlk ikisi tek-kişilik grup projeleri üzerinde de çalışmıştı. (Paysage D’Hive Wroth’un işi, Sun of the Blind ise Zhaaral’ın işi). Sadece Wroth’un doğum ismi hakkında bir bilgi var. Diğer ikisinin ise gerçek adları bile bilinmiyor. Onlar hakkındaki tüm bilgi bu. Hiç röportaj yapmamışlar, bir keresinde mavi ay ışığının altında canlı performans sergilemişler ve Facebook sayfalarını da en fazla yılda üç kere falan güncelliyorlar. Yine de Darkspace modern black metalde önemli bir yere sahip.

Üçlü ilk başlarda diğer bir İsviçreli gruptan ilham almıştı: Samael. Bu grup 1996’da çıkardığı Passage isimli albümde sentetik davul takımı kullanmış ve klasik black metal temalarını astrolojiye göndermeler yaparak yoğurmuştu. “Ekstrem” tonlarını korurken, black metale karşı mesafeli durmuş, elektronik ve endüstriyel çevrelere yaklaşmıştı. Bu sayede ekonomik bir başarı da yakalamıştı. Gelgelelim Darkspace için durum tam tersi. Wroth ve ekibi zaten hali hazırda ‘soğuk’ olan bir türü mutlak sıfıra doğru yaklaştıran birtakım fikirleri kullanmaya başladı. Tamamen bir dehümanizasyon amaçlıyorlardı. 2002’de dijital olarak yayımlanan bir demodan sonra, 2003’te Darkspace I’i çıkardılar. Yeraltı müziği tutkunları bu tuhaf çalışmaya adeta hazırlıksız yakalanmış gibi sarsılmıştı. 120 bpm’yi durmaksızın çalkalayan bir davul makinesiyle, biçimsiz gitarların yarattığı derin uzay boşluğuna dair o vakum hissiyle, hayata dair tek izlerin o uzayda insandan artık tamamen ayrılıp başka bir form kazanmış çığlık oluşuyla birlikte proje tamamen bir dehşet senfonisi gibi. Buna kıyasla Alien’in Nostromo’su ya da Pandorum’un Elysium’u cennetten mırıltı sayılır.

Mare Cognitum / Luminiferous Aether

Darkspace I’in çıkarıldığı tarihten bu yana kendini bilimkurguya adayan black metal oluşumlarının sayısı arttı, hatta içlerinde oldukça kaliteli işler çıkaran da var. Black metal fanları bilimkurgu ve fantazyanın akraba türler olduğunu nihayet keşfetmiş gibi. Karanlık bir fantazyada şeytani biçimlerden, amorfizmden, günahtan, karanlık ayinlerin yapıldığı şatolardan ve insan kurbanlarından bahsedebilirsin, fakat bunlardan hangisi uzayın o uçsuz bucaksız karanlığı ve yıkımı kadar kötücüldür? Bunlardan hangisi uzayda hiçbir ses soluk çıkarmadan parçalanan, dağılan ve novaya dönüşen yıldızlar, boşlukta zamansız tenhalıklarını yutarak dönen kara delikler kadar korkutucudur? Bunlardan hangisi kozmos kadar nihilisttir?

Tony Parker ya da Dis Pater, “kozmik black metal” içerisinde derin uzayı en iyi anlatan sanatçılardan biri. Avusturalyalı Midnight Odyssey grubunun dümenini elinde tutuyor. Tutarlı ve organik bir konsept yaratarak, “kozmik doğa güçleri ve daha bilinmeyen pek çok güç” ile dolu hikayeler anlatıyor. Bunları aynı zamanda kendi çizdiği ilüstrasyonlar ile zenginleştiriyor. Jacob Buczarski isimli bir diğer sanatçı ise Mare Cognitum ile arzı endam ediyor. Luminiferous Aether isimli albümleri bir başkadır. Albümün isminden tutun kapak fotoğrafına kadar uzayın ne kadar dev, insanın ne kadar çaresiz, ölümün ise ne kadar yakın olduğunu hatırlatan, insan hayatının kırılganlığını çağrıştıran çok soğuk tınılara sahip. Bu albümün hissettirdikleriyle alakalı bir başka yazı daha yazılabilir. Bu yüzden konudan çok sapmadan, grubun daha sentetik, atmosferik ve biraz daha sıradan metale yakın bir çizgi takip ettiğini söylemeliyiz. Kozmosa karşı daha felsefi bir duruş sergiliyorlar. Black metal ezoterizm ve doğada gizli kalan güçler ile epey ilgili bir tür zaten. Uzay da doğanın çok daha büyük bir parçası, nüvesi ve aynı zamanda kılıfı.

Mesarthim

Progenie Terrestre Pura, ekstrem metal ile elekronikayı, synth ve davul makinelerinin yardımıyla harmanlamış bir proje. Neredeyse tamamen saf bir psy-ambient tat yakaladığını söyleyebiliriz. Elektronika ve black metal birbirine tamamen zıt görünen türler, fakat artık devir değişiyor. Sanat ve teknoloji arasındaki sentezi İtalya’dan iki arkadaş gerçekleştiriyor. Yine de örneğin YouTube gibi video paylaşım platformlarından bu eserleri dinlemeye kalkışırsanız, atmosferik/elektronik black metal gibi isimlendirmelerle de karşılaşabilirsiniz. Yazının başında da belirttiğimiz gibi, ele aldığımız akımın tarihi eskiye dayansa da hâlâ kesin bir ismi yok.

Şimdi bu paragraf üzerine. Mesarthim isimli bir gruptan da bahsetmek gerek. İsim, insana direkt Filistin çöllerini, alnında dikenlerden bir taç olan karanlık çobanları, kan derelerinin doldurduğu ovaları çağrıştırıyor. Tam bir black metal. Fakat grubun yaptığı işler çok farklı. Yer altında kalan cehennemi değil, göğün de ötesindeki eterik boşluğun müziğini damıtıyorlar. Bunlar da black metal ve elektronikayı sentezlemişler. Trance müzik etkisini yaratmaya uğraşmışlar. Albümlerinden birini bilgisayarınızda açınca cihaz başka boyutlara giden bir portala dönüşebilir. Hiç olmazsa gece vakti, bolca kafein almış bir halde, sabahın nasıl da yaklaştığını düşünüp tedirgin tedirgin beklerken böyle bir deneyim yaşamamak gerek. Bu grup hem Büyük Filtre’yi, hem Kardashev cetvelini de ele alarak biraz daha katı, biraz daha bilimsel bir çizgi yakalamış diyebiliriz. O synth, o elektronik tonların altında kozmik böcekler gibi hışırdayan black metal ezgileri, kozmik yalnızlıkta ışıl ışıl parlayan sönük bir uzaylı medeniyetinin çekirdeğini çağrıştırıyor insana.

Spectral Voice

Türkiye’nin batı kıyılarından biraz uzakta kalan memleket, yani Yunanistan, bir zamanlar tanrıların hükmü altındaydı. Şimdi de içlerinde bazı yarı tanrılar dolaşıyor. Örneğin Septic Flesh ya da Rotting Christ gibi. Rotting Christ sahiden aşmış bir grup. After Dark I Feel şarkısını hangi açıdan dinlerseniz dinleyin, içinizden sarp buz dağlarının zirvesine çıkıp haykırmak isteği gelecektir ya da sessiz sessiz geride bıraktığınız, bir daha da asla ulaşamayacağınız günlere üzülüp ağlayacaksınızdır. Nitekim Spectral Voice isimli bir grup, bilimkurgu temalı black metal’e amprik bilginin o çiğ kalıplarından uzak, böylesi şairane bir ton getirmeye uğraşıyor. Bunlar da Yunanistan’dan. Çok yoğun, felsefi bir acı ile yaklaşıyorlar kozmos konseptine. Uzayın durmadan genişleyen varlığına, synth ve black metalin o yoğun ezgileri o kadar yakışıyor ki.

İsmini andığımız gruplara bir tane de Finlandiya’dan ekleyelim. Finlandiya ülkesine ilgi duyan biri ya Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi okumuştur ya da 2006’daki Eurovision’u seyretmiştir muhtemelen. Her iki seçenekte de insan bu memleketin metal müziğe ne kadar yatkın olduğunu fark edecektir. Bahsi geçen kitabı okuyanlar Finlandiya’nın aslında bir bataklıklar diyarı olduğunu, halkının da müstemleke yılları içinde büyük zorluklar yaşadığını bilir. Üstelik kuzeyde yer alıyorlar, bu da bir başka özellik. Oranssi Pazuzu isimli bir grup çıkmış bu memleketten. Finlandiya gibi kişi başına kırk metal grubunun düştüğü bir yerde, büyük bir özellik değil gibi görünüyor, fakat bu listede yer alacak kadar kaliteli olduklarını söyleyebiliriz.

Oranssi Pazuzu

Pazuzu, Antik Babil’den bir şeytandır. Oranssi kelimesi ise Fince’de ‘turuncu’ anlamına gelir. Turuncu ne alaka? Aslında bu, 1960’ların psikedelik rock müziğine zekice bir gönderme. O zamanlar psikedelik rock ile özdeşlemiş bir müzik firmasının ismi Orange’dı. Turuncu bir şeytan. İnsanın aklına bir de orange kush gelmiyor değil. Zaten bu adamlar halüsinojenler ve uyuşturucularla bir hayli içli dışlılar. Bu ne anlama geliyor? Yani Oranssi Pazuzu dış uzayın sırları ve de karanlığıyla değil, kendi içlerinde yatan nörokimyasal uzay ile meşgul daha çok. Valonielu isimli efsane bir albümleri var. Daha önce bahsettiğimiz elektronika sentezcisi gruplara kıyasla, daha has bir black metal anlayışları var. Sanıyorum ki ötekilere kıyasla biraz daha popülerler. Çok matrak albüm isimleri de var aynı zamanda. Örneğin Muukalainen Puhuu gibi (uzaylıca konuşmak).

Bu liste aslında uzar gider. Uzay black metalinden hiç haberi olmayan ama yine de eserinde uzayla bir bağlantı kurdu diye herhangi bir black metal grubundan da burada bahsedebilirdik. Hatta Cradle of Filth’in From Cradle to Enslave isimli şarkısının sözlerindeki o astrolojik göndermelerden de. Black metalin drone ve endüstriyel ile harmanlandığı işlerden bahsetmiyoruz bile. Drone zaten başlı başına müzikal bir ucube gibi. Bunu bir de black metal ile harmanlayınca uzayın o hâlâ daha tam kavrayamadığımız doğasını çağrıştıran bir ses elde ediyoruz.

Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Arjen Anthony Lucassen

Metal Müziği Uzaya Taşıyan Adam: Arjen Anthony Lucassen

“Çağın Beethoven’ı” lakabını hak edecek bir müzisyen varsa o da Arjen Anthony Lucassen‘dir. Tıpkı Beethoven …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin