Üniversite giriş sınavında fena çuvallamıştım, ancak bu konuda suçluluk hissetmiyordum. Benim yaşımdaki bir insanın üzerine bu kadar gelinmesi doğru değildi. 18 yaşımı dolduralı henüz bir ay bile olmamıştı.
Babam hastaneden çıkıp nihayet eve gelmişti. Salonda her yanına kablolar ve borular takılı halde yatıyordu. Annem sürekli tepemizdeydi. Bir yandan babama hizmet ederken bir yandan da bana nasihat veriyordu. Bizimkilerden bıkmıştım. Eğer bir suçlu arıyorlarsa dönüp kendilerine bakmaları gerekiyordu. Babamın hasta olması ne annemin ne de babamın suçuydu. Böyle berbat şeyler birilerinin başına geliyor. Bu sefer piyango bize vurmuştu. Beni asıl sinirlendiren kaderlerini kabullenememeleriydi. Babamın kişisel kripto parasının fiyatı biz henüz hastalığının haberini almamışken beşte birine düşmüştü. Böyle iğrenç bir düzende yaşıyoruz ve benden oturup ders çalışmam bekleniyor. Oğulları hayalini kurdukları gibi biri değil. Çalışmayı sevmiyor ve vasat bir zekaya sahip. Annem artık eskisi gibi rahat rahat gezip tozamayacak ve babamın hayatı kaymış durumda. Durumu olduğu gibi kabul etseler belki bu kadar üzülmeyecekler. Annem evde her gün ekşi bir suratla gezmeyecek ve babam hayatın sillesini yemiş ezik adam pozları takınmak durumunda kalmayacak. Ve beni rahat bırakacaklar, gidip Serkan’la birlikte bu hayatın tozunu attıracağız.
Böylesi nafile düşünceler içindeyken birdenbire aklıma kişisel kripto paramın değerini kontrol etmek geldi. 18 yaşıma bastığım gün halka arzı gerçekleşmişti ve değeri üniversite sınavında çuvalladığım için beklediğim fiyatın yarısına bile ulaşmamıştı. Serkan kişisel kripto para dümeninin bizleri kontrol etmek için ortaya çıktığını söylüyordu. Düzenin sahiplerinin kaç paralık adam olduğumuzu yüzümüze rahatça vurmaları için. ‘Bedava kredi açıyor adamlar sana, kullanmak istemiyorsan tatava yapma’ demiştim. Planım kişisel kripto paralarımın tamamını satıp bir köye yerleşmekti. İnsanların bu türden şeyleri kafaya takacak kadar hırslı olmadığı herhangi bir yer benim için uygun olabilirdi.
Cep bilgisayarımın ekranında gördüğüm rakamlara önce anlam veremedim. Noktalarla virgüllerin yerini kontrol ettim, sayfayı yeniledim, değişen bir şey olmadı. Kişisel kripto paramın değeri 130 kat artmış görünüyordu. Kalp atışlarım tahmin edebileceğiniz gibi epeyce hızlanmıştı. Benim yaşımdaki bir insanın kişisel kripto parasının böyle bir değerde olması için üniversite sınavında ilk ona girmiş olması gerekirdi. Ayrıca lisanslı bir sporcu, sosyal medya fenomeni, çok sayıda kulüp ve derneğin üyesi de olması gerekirdi. Bunların hiçbirini yapmamıştım ama Hatice’ye değil neticeye bakmak gerekir, değil mi? Aceleyle ekranı birkaç kez daha yeniledim, başka bir siteye daha girip baktım, rakam aynıydı. Hemen cep bilgisayarım üzerinden kişisel kripto paralarımın yüzde beşini satma emri verdim. Birkaç saniye sonra paraların Bitcoin cüzdanıma geçtiğini görünce zengin olduğuma inandım ve yatağımın üzerinde bir zafer taklası attım. Sevinç naraları atmamak için kendimi zor tutuyordum, sonunda birileri potansiyelimi anlamıştı.
Annemle babama bir şey söylemeden önce işin aslını araştırmaya karar verdim. Gerçi böylesi bir araştırmayı nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu ama bunu dert etmiyordum. Parası neyse verip işi hallederdim. Anneme Serkan’la buluşmaya gittiğimi söyleyerek evden apar topar çıktım.
Dışarısı gözüme her zaman olduğundan daha aydınlık göründü, dünya sanki birdenbire çok daha güzel bir yer haline gelmişti. Serkan’ın Mecidiyeköy’deki evine köpeklerin çektiği bir faytonla gitmek zorunda değildim. Cep telefonu uygulamam üzerinden bir hava gemisi çağırdım. Genetiği değiştirilmiş uzaktan kumandalı albatroslar tarafından çekilen bu hava gemileri lüks tüketim sınıfındaydı. Kripto parası bunca yükselmiş bir genç olarak o kadar lükse hakkım vardı herhalde. Hava gemisinin küçük bir kayığa benzeyen sepetine bindim, cep bilgisayarımdan kişisel kripto paramın değerini yeniden kontrol ettim. Fiyat değişmemişti. Hava gemisini çekecek olan dev albatroslar kanatlarını ısıtmak ister gibi hafifçe çırptılar. Çok geçmeden havalandık. Aşağıdaki yollarda yoğun fayton trafiği içinde yol almaya çalışanlara müstehzi bir bakış attım. Genetiği değiştirilmiş devasa köpekler tarafından çekilen bu faytonlar yollar boş olduğunda uçarcasına ilerleyebiliyordu, ama yollar boş değildi işte.
Serkan’ın kendisini görmeye geldiğimden haberi yoktu. Gelişen son durumu ona söyleyip söylememekte kararsızdım. Arkadaşım da olsa Serkan nihayetinde bir dolandırıcıydı ve ben artık zengin bir adam sayılırdım. Serkan kripto işine ilkesel nedenlerle karşıymış gibi yapıyordu ama kripto parası piyasaya çıksa herhalde beş kuruş bile etmezdi. Kişisel kripto işi on yıl kadar önce başlamış, kısa sürede yaygınlaşmıştı. Aynen genetiği değiştirilmiş hayvanların kısa süre içinde motorlu araçların yerini alması gibi. Dünyada neyin ne yönde gelişeceği hiç belli olmuyordu ve uzun süreli planlar yapmaya hiç gerek yoktu. İşte bizimkilerin anlamadığı tam olarak buydu. Yeni çağın ruhunu kavrayamıyorlardı. Edinmemi istedikleri mesleki bilgilerin birdenbire geçersiz hale gelmeyeceğini kim garanti edebilirdi ki? Fikrimce bu çılgın çağda hiçbir şey için kendini fazla zorlamaya gerek yoktu. Babam geçtiğimiz yıllarda kişisel kripto parasının değerini korumak elinden geleni yapmış, değerinin düşeceği kaygısıyla tekini dahi bozdurmaya yanaşmamıştı. Babama özel bir durum değildi bu gerçi, yetişkinlerin çoğu öyle yapıyordu. Oysa en iyisi günü yaşamaktı. Ömer Hayyam’ın söylediği gibi:
Ey kör! bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
Albatrosların çektiği hava gemisinde yüzüme vuran serin esinti aklıma Ezgi’yi getirmişti. Artık zengin ve prestijli bir genç olduğuma göre belki benimle ilgilenirdi. Biz aşağıda faytonla ilerlerken Tuğ ile birlikte hava gemisinden bize el sallamasını hiç unutmamıştım. Bizimkilerin anlamadığı işte böyle şeylerdi. Onlara göre hayat sorumluluklardan ibaret yavan bir şeydi ve hayatta mucizelere asla yer yoktu. Mucize sözcüğü aklımdan geçer geçmez kişisel kriptomun değerine baktım, değişmemişti.
Mecidiyeköy’de bir alışveriş merkezinin zengin müşterileri çekme umuduyla oluşturduğu ücretsiz pistte hava gemisinden indim. Pistin her yanını hologramlarla doldurmuşlardı. Pembe bir dinozor hologramının içinden geçip Serkan’la buluşacağımız Bonanza Cafe’ye yöneldim. Annemler beğenmiyorlardı, ama Serkan harbi çocuktu. Onunla konuşmak istediğimi duyar duymaz sorgusuz sualsiz buluşmayı kabul etmişti.
Aklımda üç soru vardı:
Bir: Kripto paramın değeri neden yükselmişti ve daha ne kadar bu seviyede kalırdı?
İki: Ezgi beni acaba beğenir miydi?
Üç: Param babamı ve dolayısıyla annemi ev hapsinden kurtarmaya yarayacak mobil tıbbi destek ünitesini almaya yeter miydi?
Serkan liseyi yarıda bırakmış olmasına rağmen her türlü sorunun cevabını bilirdi. Adamdaki cevheri takdir edemeyip onu dolandırıcılık yapmaya iten toplumsal düzeni ne kadar kınasak azdı. Herkes şablonlara uymak zorunda mıydı yani? Birçok büyük iş insanı okullarını yarıda bırakıp hayata balıklamasına dalmış ve binlerce insana iş imkânı sağlamışlardı. Annemlere söylesem buna itiraz ederlerdi; zaten söylediğim her şeye itiraz ediyorlardı ama sorsanız ben uyumsuz ve isyankâr oluyordum.
Serkan punk stili kesilip mora boyanmış saçlarıyla çok geçmeden çıkageldi. Adamın yürüyüşünde öyle bir özgüven vardı ki görenler onu ünlü bir pop yıldızı sanıyordu.
Karşımdaki koltuğa oturur oturmaz “Kardeşim, hayırdır, fantastik bir planın mı var?” dedi.
Yalan söylemeyi beceremiyorum. Zaten insanın en yakın arkadaşına yalan söylemesi doğru bir davranış değil. En iyisi bazı şeyleri eksik söylemekti. “Benim kripto iki kat değerlendi bugün” dedim.
Yalan söylediğimi çakozladı mı bilmiyorum, çakozlasa bile öyle şeylere bozulacak bir tip değildir, olayların olumlu taraflarına odaklanır hep. “Seks robotlarını deniyoruz bu akşam” dedi.
“Neden yükseldi acaba? Olayın arkasındaki sebep ne? Benim bilmediğim neyi biliyor bu adamlar?” diye sordum.
“Bu soru beni aşar ama beş dakikada öğrenebilirim. Sen yeter ki seks robotu işine evet de”
“Ben kızların organik olanlarını severim” dedim.
Cep bilgisayarından birilerine bir mesaj attı. Mesajına cevap alamayınca sinirlenip telefona sarıldı. Aradığı kişiye ulaşamadı galiba, “Bugün cevabı almış oluruz, başka sorun var mı?” diye sordu.
“Ezgi, acaba, benimle ilgilenir mi, ne dersin?”
“Senin kripto söylediğinden daha fazla yükselmiş anlaşılan, kardeşine güzel bir hafta sonu tatili ısmarlarsın herhalde” dedi.
“Herhalde oğlum, senden bugüne kadar neyi esirgedim” dedim.
“Ezgi’yle mesajlaşacak kadar samimiyetin var mı?” diye sordu. Başımı evet anlamında öne eğdim.
“Cazip bir etkinliğe davet et, ısmarlayacağını söyle. İşin oluru varsa kabul edecektir” dedi.
Önerisi makul görünüyordu, bu kadar basit bir şeyi akıl edemediğim için kendime kızdım. Kahvelerimizi içtikten sonra kalktık, Serkan halletmesi gereken işler olduğunu söyledi, ben de artık eve dönsem iyi olacaktı.
Trafik daha sakin olduğu için dönüşte faytona bindim. Faytonu çeken devasa köpekler çok sevimli hayvanlardı, koşar adım ilerlerken kıvrık kuyruklarının üzerindeki tüyler rüzgârda dalgalanıyordu. Yolda Ezgi’ye lüks bir zeplin gezintisi teklif ettim. Kendisinden anında “tipim değilsin” biçiminde bir yanıt aldım. Hanımefendi mesajının sonuna lütfedip bir gülücük emojisi de eklemişti. ‘Oysa ben senin yüzüne baktığımda kendi soluk yüzümün bir yansımasını görüyorum’ dedim içimden. Sonra acaba kripto yatırımcıları edebi yeteneklerimi mi keşfetti diye düşündüm. Dünya anlaşılmaz bir yerdi.
Eve vardıktan hemen sonra Serkan’dan mesaj geldi. Kişisel kripto paraları yapay zekâ algoritmaları alıp satıyormuş. Neyi neden alıp sattıklarını algoritmalar da bilmiyormuş. Bu algoritmalar alım satım işlemleri sırasında sayısız deneyler yapıyorlarmış. Benim kriptonun fiyat artışı da bu deneylerden biriyle ilgili olabilirmiş. Mesajı okur okumaz kişisel kripto paramın fiyatını kontrol ettim. Ne yazık ki fiyat orijinal seviyesine inmişti. Neden yüzde beş dedim kendi kendime, üzüntüden neredeyse ağlayacaktım. Yüzde beş yerine yüzde on, yüzde yirmi ya da yüzde ellisini de satabilirdim. Aklıma bizimkilere kaderlerini kabullenmek konusunda attığım nutuklar geldi. Bir yandan pişmanlık içimi kemirirken bir yandan da yeniden yükseleceği umuduyla kriptomun fiyatını kontrol ediyordum.
Fiyat elbette yeniden yükselmedi ve elime geçmiş olan parayla babama mobil bir yaşam destek ünitesi aldım. Günlerden sonra ilk kez ailecek dışarıya çıktık. İki albatrosun çektiği hava gemimizde Kadıköy’e doğru yol alırken annemin yüzü gülüyordu. Paranın satın alabildiği en iyi şey evdeki huzurdu.