1884’de Lüksemburg’da doğan Hugo Gernsback, yirmi yaşında Birleşik Devletler’e göç etti ve çok geçmeden de Modern Electrics isimli bir dergi çıkardı. Bu dergide radyo hayranlarına yönelik yazılar ve hikâyeler bulunuyordu. Gernsback o yıllarda Mary Shelley, H.G. Wells, Jules Verne ve Edgar Allan Poe gibi isimler tarafından kaleme alınan fantastik teknolojiler ile ilgili hikâyelere hayrandı. Nitekim kendisi de bu tarzda hikâyeler yazmaya başladı, hatta seri hâline getirdiği bir roman bile kaleme aldı: Ralph 124C 41+.
Gernsback yayınlarında bilimkurguya yer veren ilk editör değildi, fakat onu benzerlerinden ayıran özelliği, insanların geleceğe duyduğu yakıcı merakı fark etmesiydi. İnsanlar hızla gelişen teknoloji ile birlikte geleceğin neye benzeyeceğini düşlemeye çalışıyor ve bu tarzda hikâyelere açlık duyuyordu. Gernsback bu açlığı dindirmek için 1926 yılında Amazing Stories dergisini çıkarmaya başladı. Amazing Stories mucizevi diyebileceğimiz şekilde büyük bir başarı yakaladı. Bu bir şans ya da pazarlama stratejsi mi, yoksa geleceği erkenden gören birinin dehası mıydı? Amazing Stories, sert kapakları ve fantastik içeriği ile ileride bilimkurgu diye anılacak türün belkemiğini oluşturmaya başladı. Bugün bilimkurgu denince akla gelen pek çok isim illa ki bu dergiyi hayatlarının bir döneminde takip etti.
Gernsback bu başarıyı benzer yayınlarla pekiştirmekte geç kalmadı: Air Wonder Stories, Science Wonder Quarterly ve Scientific Detective Monthly gibi dergiler de çıkardı. Dergilerinde oldukça kullanışlı ve interaktif bir özellik de vardı: Okuyucuların hikâyeler ve yazarlarla etkileşime geçebilmesi için bir mektup köşesi ayrılmıştı. Hatta buna ek olarak, yakınlardaki hayranların birbirini bulabilmesi için dergilerde ayrı bir köşe bile bulunuyordu. Gernsback yayınlarıyla sürekli etkileşim hâlinde kalacak kemik bir kitle oluşturmak istiyordu. Bu yüzden 1934’te Science Fiction League isimli bir hayran kulübü kurdu. Bu kulüp, yerel temsilcilikler aracılığıyla dünyanın her yanına uzanıyordu. Hatta Gernsback’in oluşturduğu bu sosyal ağ, hızlıca benzer ağların da ortaya çıkmasını sağladı. Dolayısıyla başta sorduğumuz deha mı, şans mı yoksa iyi bir pazarlama mı sorusunun cevabı bu. Gernsback hem şanslıydı, hem oldukça zekiydi, hem de girişkendi. İnsanların ne beklediğini, neden hoşlandığını ve bu içerikleri devamlı şekilde nasıl satabileceğini kavramıştı.
Nitekim Gernsback’in formülü ile düşüncelerini ve hatta kendi hikâyelerini birbiriyle paylaşan bilimkurgu grupları ortaya çıktı. Bu tarz gruplardan Isaac Asimov, Ray Bradbury, Frederic Pohl, C. L. Moore ve Forrest Ackerman gibi isimler de gelip geçti. Kendileriyle benzer uğraşa sahip insanları görmenin verdiği şevk ve elbette ki yaşamın temelinde olan rekabet tutkusu sayesinde, bilimkurguyu tanımlanmayan ve yer altı olarak görülen konumundan kurtarıp ileri taşıyacak atılımlar peşi sıra geldi. Bilimkurgunun böylesine organize bir hâl alması ile birlikte toplantılar ve fuarlar gibi daha büyük olaylar gerçekleşmeye başladı. Mesela 1939’taki The World Science Fiction Convention, bütün Birleşik Devletler’den iki yüze yakın hayran ve yazar toplamayı başardı. O zamanlar henüz genç birer delikanlı olan Isaac Asimov ve Ray Bradbury de oradaydı. Bu yazıda hikâyesini anlatacağımız ve bilimkurgu camiasında renkli kostümleri ile bir akım başlatan Forrest J. Ackerman ve Myrtle Rebecca Douglas da öyle.
İkilimiz, Los Angeles şehrindendi. Ackerman 1916 doğumluydu ve bilimkurguyla tanışması on yaşında, annesinin hediye ettiği bir Amazing Stories sayısı sayesinde gerçekleşti. Ackerman, bilimkurgu dergilerinden oluşan büyük bir kütüphane yarattı ve çok geçmeden kendi hikâyelerini de yazmaya başladı. Hatta sci-fi kısaltmasını ilk kullanan kişinin kendisi olduğu bile söylenir. Fakat Asimov ya da Bradbury gibi ciddi ciddi bir bilimkurgu yazarı olarak kariyer inşa etmek yerine, daha çok hayranlarla ve dergilerle mektuplaşmayı seçti. 1930’larda, kendi hayran kulübünü oluşturdu. İşte bu kulüpler sayesinde Myrtle Rebecca Douglas ile tanıştı. İkilinin bilimkurgu haricinde bir ortak noktası daha vardı: Esperanto dili.
Douglas, kostümler ile ilgilenen biriydi ve 1939’taki bilimkurgu fuarında giyebilmek için de yaratıcılığını konuşturdu. Tasarladığı kostümler için H.G Wells’in Things To Come eserinden ilham aldı. Ackerman’ın kostümü yeşil saten bir pelerin ve üzerinde takma adı 4SJ’nin yazıldığı uzun kollu sarı bir gömlekti. Hatta yazar Jerry Weist, Bradbury: An Illustrated Life isimli kitabında bu ikilinin bilimkurgu fuarlarına kostümle katılma geleneğini başlatan kişiler olduğunu yazdı. Aslında Ackerman ve Douglas ikilisi, 1939’daki o fuarda kostümleri yüzünden bayağı tuhaf karşılandı, ancak bunu pek de dert etmiş görünmüyorlardı. Üstelik o kılıkla Manhattan sokaklarında da dolaşmış ve çocukların epey ilgisini çekmişlerdi.
Ackerman, World’s Fair isimli uluslararası bir fuara da yine kostümüyle katıldı. Fuarda, “bütün dünyayı” kendi dilinizde selamlayabileceğiniz bir kürsü de bulunuyordu. Bunu gören Ackerman’in aklına esprili bir fikir geldi ve kürsüye çıkıp Esperanto dilinde konuşarak gelecekten geldiğini ve gelecekte herkesin Esperanto dilinde konuştuğunu söyledi. Ackerman ve Douglas’ın kostümlere olan merakı bununla sınırla kalmadı elbette. Üstelik bir akımın başlamasına da sebep oldular. Bugün dünyanın her yerindeki benzer bilimkurgu toplantılarında ve fuarlarında görebileceğiniz kostümlü tiplerin ortaya çıkma sebebi işte bu ikiliydi.
Ackerman ve Douglas’ın hikâyesini anlatmamız bilimkurgu tarihine önemli bir ışık tutuyor, çünkü bilimkurguya olan tutku yalnızca kelimeler, filmler ve müzik olarak değil, “giyilebilecek” türden ürünler olarak da yansıtılabilir. Basit hatta çocuksu sayılabilecek bu tutku, kendini aşarak nesiller boyu devam eden bir geleneğe de dönüşebilir. Zira Ackerman ve Douglas ikilisi bunun en büyük kanıtı.
Hazırlayan: Tuğrul Sultanzade | Kaynak