star-wars-the-last-jedi

Star Wars: The Last Jedi

1977 tarihinde vizyona fırtına gibi giren, ilk bilimkurgu blockbuster’ı Star Wars, sonrasında gelen devam filmleriyle; çizgi dizisi, oyuncakları, video oyunları, çizgi roman ve kitaplarıyla dev bir evrene dönüştü. 1999 yılından itibaren de serinin ikinci, öyküdeki olayların kronolojik sırasına göre de ilk üçlemesi geldi. Marvel Sinematik Evreni’ne kadar da sinema tarihinin en büyük ve en geniş yelpazeli sinematik evreni ve sinema olayı oldu. Ne Indiana Jones, ne Yüzüklerin Efendisi ne de Transformers evrenleri bu derece büyüyebildi. Ancak zaman ilerliyor ve her şeyde olduğu gibi sinema sanatında da anlatım gelişiyor ve ilerliyordu. Star Wars, özellikle de klasik üçleme artık yaşını belli eden, amiyane tabirle ‘yorgun‘ bir seriydi. Bundan sonrası için yapılması gereken ya bu yaşlı ve yorgun seriyi emekli etmek ya da çağa uygun ve yeni bir anlatım diliyle ve yeni ve genç bir ekiple yeniden çekmekti. Ancak yıllardır nadasa bırakılmış bu tarlayı kim sürecekti?

Daha önce Lost, Alias ve The Office gibi dizilerle ve Mission: Impossible 3 filmiyle adını duyuran J. J. Abrams, 2009 tarihli Star Trek filminin yeniden çevrimiyle büyük beğeni toplamış ve bir hayran kitlesi edinmişti. Yeni nesil efektlerle ve günümüz sinemasının anlatım diliyle çekilen film, eski bir yapımın özünden koparılmadan çekilebileceğini insanlara göstermişti. Hatta ‘bu yeni teknoloji ile bir de Star Wars çekilse ne güzel olur‘ dedirtti. Disney, Star Trek filminin vizyona girdiği 2009’da Marvel’ı satın aldı. Star Wars serisinin haklarını da satın almak için George Lucas ile görüşmeler başladı ve 2012’de Disney Star Wars‘u da bünyesine kattı. 2013 tarihli Star Trek: Into Darkness filminden ve filmin başarısından sonra yeni nesil Star Wars filmini J. J. Abrams’a emanet etmeye karar verildi. Burada ilginç bir ek bilgi aktaralım: Aslında o tarihlerde Abrams, başka bir yeniden çevrim için görüşmeler yürütüyordu. AMC ile The Godfather serisinin yeniden çevrimleri için görüşmeler devam ediyordu, ancak Coppola’nın isteksiz tavrı ve AMC’nin projeye yeterli bütçe ayırmaması dolayısıyla proje rafa kalkmıştı.

2015 tarihinde nihayet Star Wars serisinin yeni halkası The Force Awakens vizyona girdi. Sinema tarihinin en pahalı projesiydi. 2 milyar dolardan fazla hasılat yaptı. Anlatım dili ve öykü inşası olarak tıpkı Star Trek gibi güvenli alandan çıkamıyordu. Yeni yüzler, yeni bir öykü ama tanıdık bir atmosfer vardı karşımızda. A New Hope filminin yeniden çevrimi gibiydi âdeta. Bugün başta IMDb olmak üzere sinema sitelerindeki yüksek puanları ve yüksek hasılatı da bize filmin genel itibariyle sevildiğini göstermek için yeterli. Abrams, bu yeni üçlemenin Lucas’ı olmaya karar verdi ve ikinci filmi kendisi kotarmak yerine, 2012 tarihli Looper filmiyle dikkatleri üzerine çeken Rian Johnson‘a emanet etti.

Tüm filmler, film serileri ve diziler gibi Star Wars da çağının ruhunu yansıtır. Klasik üçleme, gücün aydınlık ve karanlık tarafını anlatan bir öğretiyi merkezine alır. Hikâyede, kötü bir imparatorluk ile ona karşı direnen isyancılar ve savunulmaya çalışılan bir cumhuriyet vardır. Kurgu, bir yandan Soğuk Savaş döneminin siyasi havasını yansıtırken öte yandan İkinci Dünya Savaşı’nın henüz silinmemiş izlerini de taşır. Çünkü o dönemde savaşın üzerinden otuz beş yıl bile geçmemiştir ve birçok tanık hâlâ hayattadır. Prequel üçlemesinde ise diktatörlüklerin ortaya çıkışı ve insanların diktatörleri nasıl da isteyerek başa geçirdiği masaya yatırılır. Bu seri de dönemin başta Irak işgali olmak üzere, 11 Eylül sonrası dünyasından yansımalar barındırır. Günümüzde ise artık çağa uygun başka bir bakış açısı var. Sinemada net iyi ve kötü adamların olmadığı, siyah ve beyaz kadar gri ve tonlarının da görüldüğü bir dönemdeyiz. Bundan Star Wars karakterleri de muaf değil.

Pek çok sitede yazılan makalelerde ya da YouTube’daki videolarda, Yoda ve Obi-Wan gibi karakterlerin özellikle düşünce yapıları üzerinden eleştirildiği görüldü. Palpatine’in bakış açısından haklı ve mantıklı sayılabilecek yönleri de tartışmaya açıldı. Aynı şekilde, yalnızca bir kadına duyduğu aşk gibi saf bir duyguyla adım adım karanlık tarafa sürüklenen Anakin’in aslında özünde masum olduğu fikri de sıkça işlendi. Öyle ki Jedi’ları terör örgütü olarak tanımlayan makale veya videolar bile mevcut. İşte dönemin ruhunu yakalayan Rian Johnson da seriye yeni bir anlatım getirmek ve serinin tüm mitlerini yıkmak için harekete geçti. Ne var ki her devrim bir yıkım olsa da her yıkım bir devrim değildi.

2017 yılında vizyona giren Star Wars: The Last Jedi, serinin sekizinci halkası. Aynı zamanda evrenin köklerini, mitolojisini ve izleyiciyle kurduğu ilişkiyi temelinden sarsan bir yapı taşı olarak yeni serinin en çok dayak yiyen ama en cesur parçası. Johnson, kendisinden önce gelen anlatı mirasını devraldığı gibi onu yıkıp yeni bir ideolojik ve anlatı inşa ediyor. 317 milyon dolar bütçeli film, 1,3 milyar dolarlık bir hasılat yaptı. Hayranlarını ise âdeta ikiye böldü: Aşırı sevenler ve aşırı nefret edenler… Film, Luke Skywalker’ı bir kahraman değil, bir pişmanlık timsali olarak resmediyor. Jedi düzeninin başarısızlıklarını ve kibirli doğasını fark eden Luke, kendi hataları yüzünden galaksiye yeni bir karanlık çağ getirdiğine inanan, inzivaya çekilmiş bir figür konumunda. Dakika bir, gol bir…

Bu tavır, birçok hayran için kabul edilemezdi. Onlara göre Luke bir kurtarıcı, seçilmiş kişi, iyiliğin kılıcı, Jedi’ların son umuduydu. Ancak film, Luke’u bir efsaneden ziyade bir insana indirgiyor. Başarısız olmuş, kaçmış ve geçmişteki eylem ve kararlarını sorgulayan bir insan olarak geleceği belirsiz biri artık. Aslında tarihte yenilgiye uğrayan ve başarısız olan pek çok gerçek liderin bir portresi. Yönetmen, Luke ile Star Wars evreninin en önemli yapı taşlarından olan Jedi’ları tartışmaya açıyor. Jedi ideolojisinin kendisini doğrudan hedef alıyor. Jedi’lar asırlardır kendilerini ahlaki üstünlükle tanımlar. Ancak Luke, bu düzenin kibirle, körlükle ve politik aymazlıkla çöktüğünü kabul ediyor. Yoda’nın yaktığı kutsal Jedi metinleri ve şu sözleri filmin özü: “Başarısızlık, en büyük öğretmendir.

Bu, aslında tüm Star Wars evrenine yöneltilmiş bir öz eleştiri. Jedi’ların yenilmezlik miti kırılıyor, kutsalları yakılıyor ve yerlerine daha insani, daha sorgulayıcı bir ahlak anlayışı konuyor. Revenge of The Sith filminin sonunda, “Ben başarısız oldum,” diyen Yoda, başarısızlığından ders alıyor ve yeni bir strateji, yeni bir zihniyet geliştiriyor. İşte, Star Wars evreninin yaşadığı dönüşüm, Yoda’nın ağzından dökülen, “Başarısızlık, en büyük öğretmendir” sözleriyle izleyiciye aktarılıyor. Star Wars evreni ve felsefesi artık gerçek dünyada sorgulanan ve yanlışlanan olgulara bürünüyor. Star Wars da değişim ve dönüşüm geçiriyor.

Nasıl ki yeni nesil iyi adamlarımız varsa, yeni nesil kötülerimiz de var artık. Kylo Ren, filmde dedesi Darth Vader gibi bir Sith değil, bir nihilist. Amacı karanlık tarafın zaferi değil, hem geçmişi hem geleceği yok etmek. Luke’un efsanesini de, Snoke’un otoritesini de, Jedi – Sith ikilemini de parçalamak istiyor. Film boyunca iyileri de kötüleri de öldürüyor. Filmdeki iyi olarak görülen Rey‘e geçmişini unutmasını söylüyor. Aslında bu, filmin anlatısına da ışık tutuyor. Film, geçmişin mirasına bağlı kalmayı değil, onu yıkıp yenisini inşa etmeyi savunuyor. Kylo kötülüğün klasik kodlarından çok, çağdaş otorite boşluğunun ve kimlik krizinin bir figürü. Gücün ne aydınlık tarafında ne de karanlık. Daha çok gri alanda takılıyor.

Rian Johnson, sinematografik anlamda da ezber bozuyor. Star Wars‘un ikonik uzay gemisi sesleri, filmde eser miktarda kullanılıyor. Onun yerine asıl vuruculuğu sessiz hiperuzay saldırısı gibi çığır açan sahnelerle yapıyor. Savaşın görsel estetikle değil, yıkımla tanımlandığını hatırlatıyor. Ayrıca filmin mizahi tonu, birçok kişi için alaycı ve yersiz görülse de bu da kutsalı yıkmanın bir başka aracı. Jedi’ların bile alay konusu oluşu, Star Wars evrenindeki kutsallaştırılmış her öğeye mesafe koyduğunu gösteriyor. Yani The Last Jedi, tehlikeli sularda yüzen bir geçiş filmi. Eski ile yeni arasında, efsane ile gerçek arasında, fanatizm ile eleştirel düşünce arasında bir sınır taşı. Johnson, The Force Awakens‘taki gibi bir anlatıyı tekrar etmek yerine sorgulamak ve hatta yıkmak istiyor. Zaten sonunda da film, Luke’un ölümüyle eski efsaneyi kapatıyor, Rey’in direnişiyle yenisini başlatıyor.

star-wars-the-last-jedi-

The Last Jedi’ın sonunda yeni bir isyan başlatmıyor. Aksine, eski isyanın enkazı üzerinde yeni bir bina inşa ediyor. Hatta sahnenin tekinde küçük bir çocuk, eline bir süpürge alıyor ve onu bir ışın kılıcı gibi tutuyor. Bu görüntü, serinin en sessiz ama en devrimci anı. Çünkü artık güç, yalnızca Skywalker soyunun tekelinde değil. Artık seçilmiş kişi yok, seçen kişiler var. Star Wars külliyatında daha önce nadiren gördüğümüz bu herkese ait umut teması, filmin esas politik damarı. Bir dönem serinin kendisi de bu anlamda bir halk anlatısıydı. Örneğin 1977’de, büyük bütçelere karşı çekilmiş bir bağımsız sinema örneği olarak tanıtım lansmanı yapılmıştı. Öyle ki, George Lucas’ın projesi büyük firmalar tarafından küçümsenmiş ve reddedilmişti. Bir blockbuster da olsa Star Wars, halkçı sinema akımının bir ürünü. Bugün ise Disney çatısı altında büyük bütçelerle devam eden Star Wars evreninde halkçılık, yalnızca bir metafor olarak kalabiliyor. The Last Jedi ise buna geçici bir direnç; bir film olarak değilse bile, bir öneri olarak.

Kısacası The Last Jedi, izleyiciye sevdiklerini vermek yerine yeni şeyleri sevdirmeye çalışan bir film. Bu yönüyle de çoğu kişi için bir hayal kırıklığı. Ancak sinema tarihine baktığımızda, devasa serilerin en anlamlı adımları genellikle bu hayal kırıklıklarının içinden çıkıyor. Çünkü orada artık nostalji değil, yenilik konuşuyor.

Yazar: Halil Alpaslan Hamevioğlu

İçsel yolculuğuna 1980'de Polatlı'da başladı. 80'ler ve 90'ların göbeğinde yetişti. O devrin her bireyi gibi bilimkurguyu video kasetlerden tanıdı. Sonra özel kanallar geldi. Hayal dünyası iyice genişledi. Eh, gerçek yaşamında da dünyanın içinden geçtiği dönüşümü gördü. Sovyetler'in bitişini, Berlin Duvarı'nın yıkılışını, popüler kültürün tüm dünyayı etkisi altına alışını... Bir gün okulu bitti ve hem gördüklerini hem de yaşadıklarını yeni nesillere aktarmak istedi. Öğretim görevlisi oldu. Gazi Üniversitesi’nde başlayan, Başkent Üniversitesi’nde devam eden öğreticiliğinde ülke sınırlarını aştı ve kendini Amsterdam Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde buldu. Yazmayı hep sevdi. Âşık olduğu bilimkurgu ile yazma hobisini ise burada birleştirdi.

İlginizi Çekebilir

The Acolyte

Devasa Bir Hayal Kırıklığı: The Acolyte

The Acolyte, ilk kez duyurulduğunda Star Wars evrenine cüretkar ve yenilikçi bir vizyon kazandırma hedefinin …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin