Planetaryum Hipotezi

Planetaryum Hipotezi: Uzaylıların Yarattığı Bir Simülasyonda mı Yaşıyoruz?

1950 yılında İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi Enrico Fermi, beş yıldır Manhattan Projesi’nin bir parçası olarak çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla sohbet ederken konu uzaylılara geldi. Sonunda Fermi, tarihe geçecek o soruyu sordu: “Herkes nerede?”

Bu ifade, dünya dışı zeki yaşamın varlığı için yapılan yüksek olasılıklı tahminler ile gözlemlenen kanıtların belirgin eksikliği arasındaki uyumsuzluğa atıfta bulunan Fermi Paradoksu‘nun temelini oluşturdu. Şunu düşünün: Galaksimizde 200 ila 400 milyar arasında yıldız ve evrende ise yaklaşık 2 trilyon kadar galaksi var. Sadece kendi galaksimizde, 6 milyar Dünya-benzeri gezegen olduğu tahmin ediliyor. Bu da evrende 12 kentilyon kadar Dünya-benzeri gezegen olabileceği anlamına geliyor. İnsanlığın Dünya’da ortaya çıkması ise yaklaşık birkaç yüz bin yıl önce gerçekleşti ve evren 13.8 milyar yaşında. Bu nedenle, akıllı yaşamın evrende başka bir yerde ortaya çıkmak için sayısız fırsata sahip olduğunu ve evrilmek için yeterli zamanı bulunduğunu varsaymak hiç de mantıksız değil. Hatta Frank Drake, dünya dışı zeki uygarlıkların sayısal olasılığını araştıran bir denklem bile öne sürdü. Drake Denklemi olarak anılan bu hesaplamaya göre, her parametre için en muhafazakar tahminleri kullansak bile galaksimizde herhangi bir zamanda iletişim kurabileceğimiz en az birkaç dünya dışı zeki yaşam olması gerekiyordu. İyi ama herkes neredeydi? Niye ortalarda kimse yoktu?

İşte bu tutarsızlığa dikkat çeken Fermi Paradoksunu çözmek için arayış devam ediyor. Bugüne kadar Fermi Paradoksu’nu çözmeye yönelik yapılan çoğu girişim, uzaylıların var olabileceği ancak bizimle iletişim kuramadığı ya da kurmadığı üzerine odaklandı. Bu yazıda bahsedeceğimiz Planetaryum Hipotezi ise uzaylıların bizimle bilinçli olarak iletişim kurmadığını, hatta varlıklarını gizlemek için büyük çaba sarf ettiklerini öne sürüyor. Hipotez oldukça karmaşık ve akıl almaz bir düşünce deneyi. Temelde bir simülasyonun içinde yaşadığımızı ve bu simülasyonu yönetenlerin de uzaylılar olduğunu söylüyor. Öylesine kompleks bir tasarımın içine hapsolmuş durumdayız ki, nereye bakarsak bakalım büyük bir sessizlikten başka bir şeyle karşılaşamıyoruz.

simulasyon evren

2001 yılında ünlü bilimkurgu yazarı, matematikçi ve mühendis Stephen Baxter, “Fermi Paradoksu’nun Çözümü: Planetarium Hipotezi” başlıklı çığır açıcı bir makale yazdı. Fermi’nin sorusuna yanıt olarak Baxter, insanlığı dev bir “planetarium” (gökevi) içinde tutan Tip III düzeyinde bir medeniyete dikkat çekti. Baxter’a göre bizler, bu medeniyet tarafından yaratılmış bir yanılsamanın içine hapsolmuş durumdaydık. Kendi ifadesiyle:

“Fermi Paradoksu’na getirilebilecek olası bir çözüm, aslında bize evrenin boş olduğu yanılsamasını sunmak amacıyla tasarlanmış yapay bir evrende yaşadığımızdır. Kuantum-fiziksel ve termodinamik hesaplamalar, farklı boyut ve kalitedeki bu tür simülasyonları oluşturmak için gereken yaklaşık enerji miktarları hakkında bilgi verecektir.”

Bu kavram, Oxford İnsanlığın Geleceği Enstiüsü’nden Niklas Bostrom tarafından ortaya atılan Simülasyon Hipotezi‘ne benziyordu. 2003 yılında yazdığı “Bir Bilgisayar Simülasyonunda mı Yaşıyorsunuz?” başlıklı makalesinde, tüm evrenin aslında devasa bir sanal ortam olduğu fikrini ele aldı. Gerçekliğin doğasının sorgulandığı bu fikir, birçok felsefi gelenekte derin köklere sahipti. Peki ama gelişmiş uzaylıların bunu yapmaktaki amacı neydi? Bizi ve belki de diğer türleri, “ilk temas” ile ilişkilendirilen tehlikelerden korumayı amaçlıyor olabilirler miydi? İnsanlık tarihini baz alırsak, ilk temasların savaş, fetih, kölelik ve soykırımla sonuçlandığını gösteren birçok örnek var. Baxter’ın orijinal makalesine göre bizi mükemmel bir simülasyonun içine hapsetmek, sadece Tip III bir medeniyetin harcı olabilir.

Doğal olarak, gelişmiş uzaylılar tarafından yaratılmış bir planetaryumda yaşadığımız fikri test edilmesi zor bir düşünce. Bununla birlikte, Simülasyon Hipotezi üzerine bir dizi çalışma yapıldı ve bu çalışmalar Planetaryum Hipotezi için de bazı sonuçlar doğurdu. Mesela, Columbia Üniversitesi’nden Prof. David Kipping, bu konuda bir çalışma yayımladı. “Simülasyon Argümanına Bayesian bir Yaklaşım” başlıklı makalesinde Kipping, Bostrom’un hipotezi ile ilgili olasılık ve belirsizlikleri test eden bir dizi istatistiksel hesaplama gerçekleştirdi. Özetle Kipping, bu simülasyonları oluşturma yeteneğine sahip insanüstü bir medeniyetin pek çok simülasyon yaratacağı sonucuna vardı, bu da bizim tek bir simülasyon içinde olma ihtimalimizin düşüklüğünü gösteriyordu. Ama bir açık kapı bırakmayı da ihmal etmedi. Eğer insanlık ileride gelişmiş simülasyonlar üretmeye başlarsa, bu durumun olasılıkları radikal bir şekilde değiştireceğini ve o zaman gerçekten de bir simülasyonun içinde yaşama olasılığımızın artacağını belirtti.

Temel gerçeklikte yaşama ihtimalimiz milyarda bir,” diyen Elon Musk gibi popüler figürlerin etkisiyle bu kavram, geniş çapta dikkat çekmeye ve kabul görmeye devam ediyor. Ne var ki, aynı zamanda hem Simülasyon Teorisinin hem de Planetaryum Hipotezinin çıkarımlarını sorgulayan eleştirmenler ve karşıt çalışmalar da var. Öncelikle, doğa yasalarını anlayışımız çerçevesinde, evren seviyesinde bir simülasyonun mümkün olup olmadığı sorgulanıyor. Özellikle bazı araştırmacılar, kuantum Monte Carlo (KMC) simülasyonlarındaki başarısızlıklarımızı gerekçe göstererek, gelecekteki insanların veya dünya dışı zeki yaşam formlarının kuantum seviyesinde bile hatasız bir gerçeklik üretemeyecekleri görüşünde.

Diğerleri ise Occam’ın Usturası’na dayanarak ve devasa evrenimizi granüler seviyeye kadar simüle etmeyi “hesaplama imkânsızlığı” olarak değerlendirerek Simülasyon Hipotezi’ni eleştirme yoluna gitti. Kafes Kuantum Kromodinamiği ile yapılan yeni çalışmalar, simüle edilen bir ortamın kaçınılmaz olarak sınırlı ve hataya açık olacağını gösterdi. Referans aldığımız fizik yasalarının da başlı başına bir simülasyonun sonucu olabileceği düşünüldüğünde, elbette ki Simülasyon Teorisini fiziksel argümanlarla yanlışlamak pek de mümkün görünmüyor. Zira simülasyon tarafından üretilmiş yasalarla simülasyonun kendisini çürütemezsiniz. Kısacası, ne kanıtlanabilen ne de çürütülebilen bir hipotez var karşımızda. Ancak, Planetaryum Hipotezi ile ilgili test edilebilen ve bu sayede ayrı bir şekilde ele alınabilecek argümanlar bulunuyor. Örneğin, Tip III bir medeniyetin varlığını kabul etmenin temelde hatalı bir varsayım olduğunu savunanlar var. Bu kişilere göre, gelişmiş medeniyetlerin genişlemeden ziyade optimize olma ihtimali daha yüksek. Sırp astronom, astrofizikçi ve filozof Milan Cirkovic, 2008 yılında “İmparatorluğa Karşı” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Özetle, postbiyolojik ve teknolojik olarak gelişmiş bir medeniyetin davranışlarını belirlemek için iki modeli test etti: “İmparatorluk Devleti” ve “Şehir Devleti”. Sonunda, ileri seviyedeki türlerin genişlemek yerine uzaysal olarak kompakt ve optimize edilmiş ortamlarda kalmayı tercih edeceklerini öne sürdü.

bozuk mercek - simulasyon

Buna, ünlü Dyson Küresinin Dyson Sürüsü ve Matruşka Beyni adı verilen iki varyasyonu örnek olarak gösterilebilir. İlki, yıldızın yörüngesinde birbirine bağlı milyonlarca ve hatta milyarlarca küçük uydu fikrine dayanıyor. Birbiriyle eşgüdümlü olarak çalışan bu uydular, yıldızdan aldığı enerjiyi lazer yardımıyla tasarımcılarına aktarıyor. İkincisi ise bir yıldızın etrafını nano bilgisayarlar ile kaplayarak enerjisini tamamen kullanan ve içinde yapay zekânın hayat bulduğu bir mega bilgisayar sistemi fikri. Nihayetinde bu teknolojileri hayata geçirmeyi başarmış medeniyetler, gerekli enerji ve işlem gücüne de sahip olacakları için uzaya dağılmaktansa yarattıkları bir simülasyonun içinde yaşamayı tercih edebilir. Zira evrende seyahate çıkıp diğer dünyaları kolonileştirmeye veya diğer türlerin gelişimine müdahale etmeye pek istekli olmayacaklardır. Diğer türleri de bir tehdit olarak görmeyeceklerdir, çünkü her zeki yaşam formunun günün sonunda kendileri gibi düşüneceğini ve benzer şekilde optimizasyona yatkın olacağını varsayacaklardır. Hatta bu durum evrimsel bir son durak bile olabilir. Belki de yeterli gelişmişlik eşiğini geçen her medeniyet, sonunda kendi yarattığı bir simülasyona giriyor ve varlığını bu şekilde sürdürüyordur.

Bu tür argümanların test edilebilmesi için dünya dışı zeki varlıklara dair kanıt (ürettikleri mega yapıların ısı imzaları gibi) bulunması gerekiyor. Şu anda, zeki yaşam ve faaliyetlerinin işareti olarak kabul edilebilecek herhangi bir bulguya sahip değiliz. Ne olursa olsun, dünya dışı zeki yaşama dair bir iz bulabilmek için evreni keşfetmeye devam ediyoruz. Planetaryum Hipotezi gibi düşünce deneyleri de bu arayışta bizlere yol gösteriyor. Şimdilik yapabileceğimiz tek şey bakmayı, dinlemeyi ve “Acaba orada birileri var mı?” diye merak etmeyi sürdürmek.

Kaynak: Universe Today

Yazar: Alp Kütükçü

Çocukluğundan beri Küçük Yeşil Adam'ın peşinde. "Wake up, Neo..."

İlginizi Çekebilir

stargate universe

Stargate Universe’ten Cevapsız Kalmış 10 Soru

Stargate külliyatının üçüncü TV dizisi Stargate Universe, seleflerinden farklı olarak bir hayli karanlıktı. Kendilerini Dünya’dan …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin