Son yıllarda pek çok online izleme platformu ortaya çıktı. Bu da hâliyle Netflix’in konumunu tehlikeye atmaya başladı. Artık piyasadaki hâkim güç değil. Üstelik birkaç hafta sonra gelecek olan Disney Plus da bu durumu iyiden iyiye pekiştirecek gibi görünüyor. Netflix’in bu gelişmeler üzerine ne tür bir strateji izleyeceği bilinmese de, içerik anlamında sorunlar yaşadığı hepimizin malumu. Rakiplerine nazaran fiyat-performans anlamında tatmin etmeyen ve giderek irtifa kaybeden platformun elindeki imkânları iyi değerlendirmesi, popüler yapımlarına odaklanması oldukça mantıklı. Bu bahsi geçen yapıtlardan biri de elbette Love, Death & Robots.
Dizi, ilk sezonu Mart 2019’da yayımlandığında oldukça olumlu eleştiriler aldı ve beğenildi. Farklı animasyon teknikleri, özgün senaryoları ve anlatım bazında getirdiği yeniliklerle adından söz ettirmeyi başardı. Doğal olarak bu durum devamının istenmesine yol açtı. İkinci sezonu bu beklentilerin gölgesinde Mayıs 2021’de geldi, ancak ilk sezonun gerisinde kalmaktan kurtulamadı. Bu durum üçüncü sezona dair beklentileri farklı bir boyuta taşıdı. Çünkü uyarlanan kısa öykülerin seçimi doğru yapılırsa yine ilk sezonun etkisi yakalanabilirdi. Bütün bunların eşliğinde beklenen dokuz bölümlük üçüncü sezon, 20 Mayıs’ta seyircilerin beğenisine sunuldu.
Üç Robot: Çıkış Stratejileri: John Scalzi’nin özgün metninden uyarlanan bölümde, ilk sezondan aşina olduğumuz üç arkadaşın yeni maceraları konu ediliyor. Bugünlerde sıklıkla bahsedilen ötegezegen ve kolonileşme mevzusu zekice tiye alınıyor ve insanlığın içinde bulunduğu absürtlükler mizahi dokunuşlarla hicvediliyor.
Kötü Seyir: Sezonun bu en dikkat çekici bölümü, Neal Asher’ın kısa öyküsünden uyarlama. Grotesk denilebilecek, tekinsiz bir deniz yolculuğunu ve bu yolculukta esrarengiz bir yaratığın avı olmamak için cebelleşen gemi mürettebatını izliyoruz.
Makinenin Nabzı: Michael Swanwick’in kısa öyküsünden uyarlanan bölüm, beklenmedik bir olay sonucunda yürüttüğü keşif görevi sekteye uğrayan Martha Kivelson’ın gerçeklikle olan bağının sınanmasını ele alıyor ve seyirciyi de bir çıkmazın kucağına itiyor.
Mini Ölüler Gecesi: Jeff Fowler’ın kısa öyküsünden uyarlanan bölümün konusu oldukça ilgi çekici. Zombi istilası ama minik boyutlarda, hatta bir cep evrende karşımıza çıkıyor.
Ölüm Takımı: Bölüm, Justin Coates’in kısa öyküsünden uyarlama. ABD Özel Kuvvetlerine bağlı eğitimli bir tim, hiç de hoş olmayan bir sürprizle karşı karşıya kalıyor. Gizli tehdidin geliş biçimi ve üretilme hikâyesi de düşünüldüğünde epey ince bir satir içeriyor.
Sürü: Bruce Sterling’in kısa öyküsünden uyarlanan bölüm, dünya dışı bir ekosistemin sırlarını araştıran iki bilim insanına odaklanıyor. Ancak bu ikili, çok geçmeden düşmanca bir evrende hayatta kalmanın korkunç bedelini öğreniyor.
Mason’ın Fareleri: Yine Neal Asher’ın kısa öyküsünden uyarlanan bir bölüm var karşımızda. Tavuklar Firarda ve benzeri filmleri sevenler için ideal. Mason’ın ambarındaki haşere sorununu çözmek için gösterdiği çaba, hiç beklenmedik sonuçlara sebep oluyor ve zorunlu bir ittifaka giden yolu açıyor.
Tonozlu Salonda Gömülü: Alan Baxter’ın kısa öyküsünden uyarlanan bölüm, özel kuvvet askerlerinden oluşan bir ekibin Afganistan dağlarının derinliklerindeki bir rehineyi kurtarmak için giriştiği tehlikeli görevi anlatıyor. Ancak yerin derinliklerine inerken karşılaştıkları kötülük çok daha eski ve ürkütücü. Lovecraftvari dokunuşlarıyla öne çıkan bölüm, bilhassa son sahneleriyle oldukça ilgi çekici.
Jibaro: Coğrafi Keşifler döneminde yaşananlara bir eleştiri olarak okunabilecek bölümün yazarlığını ve yönetmenliğini Alberto Mielgo üstleniyor. Sağır bir şövalyenin altın peşinde kanlı ve bir o kadar da ölümcül bir maceraya sürüklenişini izliyoruz. Otantik, çarpıcı.
Bütün bunları göz önüne alarak sezonu değerlendirirsek, iyi niyetli ama yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Animasyonlar harikulade, görsel anlamda inanılmaz bir iş çıkarılmış, bu nokta takdire şayan. Ancak aynısını, seçilen öykülerin bütünlüğü açısından söylemek zor. Genel itibariyle bilimkurgusal öğelerin bir nebze geri planda kalması haricinde, içerik anlamında da vasat anlatılar çıkıyor karşımıza.
Kısacası üçüncü sezonuyla Love, Death & Robots, ikinci sezondan iyi olsa da beklentileri karşılama konusunda ne yazık ki başarısız görünüyor, eğlenceli bir seyirlikten ötesini vaat etmiyor.