Escape Room

Bulmacalı Gerilim Filmi: Escape Room

Adam Robitel‘in gerilim filmi, bulmacaları zamanında çözemeyenlere ölüm yağdırıyor. Gelip geçici eğlence trendlerinin esin kaynağı olduğu filmler genelde nitelikten yoksundur. Ancak kaçış odası furyasına kapılanlar (ve yalnızca meraklı gözlerle uzaktan izleyen bizler de) bu sefer şanslı, zira Adam Robitel’in heyecan dolu gerilim filmi, ülkede bir anda mantar gibi biten bulmaca çözmeli kaçış odalarının büyük çoğunluğundan daha eğlenceli (Üstelik takım arkadaşlarının birbirlerini öldürmelerini de teşvik etmiyor!). Vahşet tarafı kayda değer ölçüde az olan film, aslını görmektense, sürekli varlığını koruyan ölüm tehdidinin heyecanını yaşamak isteyenlere istediklerini sunuyor. Final kısımları fena halde klişeye kaçsa da, bir devam filminin geleceğini bilmek sızlanmalarımızı boşa çıkarmaya yetiyor.

Güzelce döşenmiş, duvarları ahşap panellerle kaplanmış bir çalışma odasında başlıyor film. Çaresiz görünümlü genç bir adam ansızın tavandan odanın içine düşüyor ve bir çıkış yolu aramaya başlıyor. Kapıdaki bulmaca benzeri kilidin çözümünü bulmaya çalışırken, duvarlardan biri Death Star’daki çöp öğütücüsünü hatırlatan bir şekilde üstüne kapanıyor. Kamera aniden kesilirken genç adamın ezilerek öldüğünü görüyoruz. Üç gün önceye geri sarıyor ve Şükran Günü’nde üniversite kampüsünde bir başına kalan, zeki ama utangaç bir matematik/fizik öğrencisi olan Zoey (Taylor Russell) ile tanışıyoruz. Birtakım denklemlerin başında hoşça vakit geçirmeyi planlarken bir profesöründen gelen maille odasından dışarı çıkmaya zorlanıyor. Mailde, gizemli Minos binasına bir davet içeren ve film boyunca diğer karakterlerin de çözmeye çalıştıklarını gördüğümüz, zarif ve küçük bir bulmaca kutusu var. Gittikleri yerde, az önce gördüğümüz ve birkaç gün içerisinde ezilerek ölecek olan gencin (Logan Miller’ın canlandırdığı Ben) de dahil olduğu bir grup yabancıya, bulmacayı çözenin bir milyon dolar ödül alacağı vaat ediliyor.

Aslında o andan itibaren ölümüne bir yarışa girmişlerdir ama bunu bir süre öğrenemeyeceklerdir. Karşılaştıkları ilk zorluk, onları yanma tehlikesiyle karşı karşıya getiren ‘sıcak’ bir senaryo ödlerini koparır, ama nihayetinde bunun yalnızca yapımı çok pahalıya mâl olmuş bir oyun olduğunu düşünürler. Ta ki, hipotermi tehlikesiyle yüzleşecekleri bir sonraki oyuna kadar. Takım arkadaşları birbirini tanıdıkça, bazı karakterlerin (özellikle True Blood’ın Deborah’ı Ann Woll’un canlandırdığı Amanda) travmatik anılarının olduğunu ve odadan çıkmaya çalıştıkça her birinde bu anıların bir şekilde gün yüzüne çıkmaya başladığını görüyoruz. Kısa süre içinde anlıyoruz ki birisi, hepsinin (bazen imkansız gibi görünse de) sırlarına hakim ve bu kişi bulmacalar ile ipuçlarını yalnızca onların anlayabileceği şekilde tasarlamış.

Bu, izleyenleri avuçlarını terletecek ölçüde germeyi hedefleyen filmin yaptığı temel hatalardan biri: Eğer izleyicilerin de görsel ve işitsel duyulara hitap eden bulmacaları çözme konusunda karakterler ile birlikte tahmin yürütebilseydi, bu çok daha eğlenceli bir deneyim olurdu. Bunun yerine izleyici koltuğunda oturup grubun çıkışı bulmak için debelenmesini seyrederken, sinir bozucu karakterlerin (örneğin Jay Ellis’in canlandırdığı, dünyanın en yüzeysel adamı bencil borsacı) ilk elenenler arasında olmasını ummaktan başka bir seçeneğimiz kalmıyor.

Elbette işler böyle yürümüyor, hatta grubun en sempatik karakterlerinden bazıları (örneğin Zoey) pek de kendilerinden bekleneceği kadar öne çıkmıyorlar. Neyse ki, grubun daha büyük ve göbekli elemanı (Tyler Labine) klişelerin aksine “tamamiyle ezik” bir karakter değil, hatta takım arkadaşlarından biri panik yüzünden düşmanca tavırlar sergilemeye başladığında onu nezakete davet eden kişi oluyor. (Ne var ki ölümüne oyuncu bir karakter olan Nik Dodani, klişe icabı olayları sıyrıksız atlatıyor.)

Başlarda bir tür işkence pornosuna dönüşme emareleri gösterse de, Escape Room sadistik olmaktan çok amansız bir film ve temposunu yalnızca bir kez, nefesini toplamak ve karakterlerin sırlarını ortaya dökmeleri için düşürüyor. Korkutucu kısımları, söz gelimi Final Destination serisinin en iyi sahneleri kadar zekice kurgulanmış olmasa da, Robitel aktörler duraksayıp düşündükleri sırada bile yolumuzu allak bullak ederek kaybetmemizi sağlıyor. Bu sekans ayrıca, genelde bu klasmandaki filmlerde karşılaşılanlardan çok daha ikna edici bir kahramanlık örneği barındırıyor. Umalım ki film umduğunu bulsun ve vaat edilen devam filmi gelebilsin.

Kaynak

Sonraki

Yazar: Erkam Ali Dönmez

Oyun sever, oyun oynar, oyun çevirir, oyun yapar.

İlginizi Çekebilir

Come True

Uyku Felcine Bilim-Korkusal Bir Yaklaşım: Come True

Hiç uyku felci yaşadınız mı? Anthony Scott Burns‘ün yeni bilimkurgu-korku filmi Come True, gölgelerin nereden …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et