2024 yılının sonlarına doğru gelirken birçok bilimkurgu dizisi ekranda boy gösteriyor. Aralarında başımızı döndürecek ya da bizi bir nebze etkileyecek dizi sayısı çok az. Kalan çalışmalarsa ya vasat ya da vasat altı. Evdeki hesap çarşıya uymayınca şirketler de iptal düğmesine basmaktan çekinmiyor. Yine de şanslarını denemeye devam ediyorlar. Peacock‘ın yapımını üstlendiği Teacup da onlardan biri. Dizi, korku ve gerilim türlerinin deneyimli yazarlarından Robert McCammon‘ın Stinger romanını referans alıyor.
Korku, gerilim ve bilimkurgu temalarını harmanlayan Teacup, biri suikastçı, diğeriyse haberci olan iki uzaylının Dünya’ya inişini ve buradaki amansız mücadelesini konu alıyor. Her ne kadar Stinger romanından uyarlansa da farklı bir seyir izleyeceğini her bölümüyle hissettiriyor. R. McCammon, eserinde biri isyancı öbürü ödül avcısı olan iki uzaylının Teksas’taki bir maden kasabasına gelişini ve sonrasında gerçekleşen olayları anlatıyordu. Ancak dizi, bu iki karaktere başka görevler biçiyor. Haberci iyi karakter olarak tanıtılırken, suikastçı da kötü karakter kontenjanına dâhil ediliyor ve dizi boyunca haberciyi kovalıyor. Tek amacı onu ele geçirmek. Habercinin hedefi ise gizemli bir makineye ulaşmak.
Öncelikle Teacup, yaklaşık 40’ar dakikalık 8 bölümden oluşuyor. Hikâyemizse daha ilk bölümden çarklarını işletiyor. Ormanlık bir alanda başlayan olaylar, delirdiğini düşündüğümüz eli bağlı bir kadın ile açılış yapıyor. Yaralı ve kanlar içinde olan kadının kimden ve neden kaçtığını düşünürken, olaya siyah bir köpek de dâhil oluyor. Korku ve gerilim unsurları daha ilk dakikadan kapıyı çalıyor anlayacağınız. Tabii kafalarda da bazı sorular oluşmaya başlıyor.
Ardından, soluk alırcasına o bölgede yaşayan James ve Maggie çiftinin yaşadığı eve geçiş yapıyoruz. Bu ikilinin bir oğlu ve bir de kızı var. Önümüze mutlu bir aile tablosu serildiğini sansak da, çok geçmeden James’in karısını aldatması sonucu dağılmanın eşiğindeki bir aileyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Bekleneceği üzere uzaylılar ve ailenin yolu kesişiyor. Suikastçının bir bir beden değiştirmesi ve ölümlerin artmasıyla dizimiz yer yer temposunu arttırmayı başarıyor. Haberciye ulaşmaya çalışan kötü uzaylımızın senaryodaki kalıcılığı da diğer birçok dönüm noktası için vazgeçilmez hâle geliyor. Dolayısıyla suikastçı, tüm sezon boyunca gerilimi ve aksiyonu yanında taşıyarak seyirciyi hikâyede tutuyor.
Şüphesiz tüm dizi ve filmlerin en önemli unsurlarından biri oyuncu kadrosu. Eğer kadro kaliteliyse yapımı omuzlayıp götürmesi işten bile değil. Tabii bu durumun geçerli olmadığı az sayıda örnek de mevcut. Ancak oyuncular pek tanınmıyorsa sergilenen performanslar da hayati derecede önem kazanıyor. Teacup‘ın kadrosu, bu açıdan dizinin kaderini belirleyecek cinsten. Yapımın başrolü, Dexter‘a sonradan dâhil olan Yvonne Strahovski ve Underworld serisinden tanıdığımız Scoot Speedman arasında paylaşılıyor. İkiliye, nispeten daha az tanınan bir oyuncu grubu eşlik ediyor ve performansları da ortalama düzeyde seyrediyor.
Dizideki en büyük aksaklık ise senaryonun yer yer tökezlemesi. Örneğin Donald’ın eşi, anlam veremediği olaylar karşısında tek başına yardım bulmaya karar veriyor ve akabinde gelişen çizgiyi geçme sahnesi de bir hayli amatörce. Çizgiyi geçmek için elde ettikleri sıvının bir kurt tarafından içilmesi, daha önce uzaylılara kafayı takmış olan McNab’ın sıvıyı görür görmez saldırması ve kabın düşerek kırılması gibi zorlama olaylar motivasyon düşürücü cinsten. Dizinin işleyişi ise bir diğer problem. Elimizde konu olarak ilginç bir fikir var, ancak yapımcılar bir pazarlama stratejisi olarak drama sarılıyor. Bunun en bariz örneği ise aile içi sorunların sık sık devreye sokulması.
Hiç şüphe yok ki iyi bir fikir bulmak tek başına yeterli olmayabiliyor. En basitinden yansıtılmaya çalışılan atmosfer, kamera açıları ve renk kullanımı gibi detaylar, daha önce başka yapımlardan aşina olduğumuz örneklerin dışına çıkamıyor. Bu açıdan dizi, The Walking Dead, Lost gibi yapımlara özeniyor ve önümüze çok özgün bir şey koyamıyor. Kısacası, daha çok zayıf kaldığı yönleriyle ön plana çıkan ve efektlerden kısan bir yapım var karşımızda.
Ancak her şeye rağmen dizi, minimal kalan olay mahallini geniş bir ölçeğe yayması ve uzaylıların peşinde oldukları gizemli amaç sayesinde ikinci sezonu beklememize yol açıyor. Yani ikinci bir şansı hak ediyor. Bu şansı verip vermeyeceği ise her zaman olduğu gibi seyircinin takdirine kalıyor.