Yazmaya nasıl başladınız? Özellikle sizi bilimkurguya yönlendiren etkenler nelerdi?
Okumayı çok küçük yaşta öğrenmiştim, büyükbabamdan. Eve her gün birkaç gazete girerdi. Bu gazetelerdeki harf denilen kargacık burgacık şekillerle onları okuyanların ağzından çıkan sesler arasındaki ilişki beni büyülüyordu. Sonunda büyükbabama musallat oldum, o harfi niye şöyle bu harfi niye böyle okudun diye. Böylece sora sora, kurallarını bile tam öğrenemeden beş yaşında okumayı sökmüş oldum. Pedagoglar bunun doğru bir yöntem olmadığını söylüyorlar. Eminim haklıdırlar, ama bende işe yaradı.
Çağlayan Yayınları’nın 10 kitaplık Yeni Dünyalarda dizisi çıktığı zaman ben henüz ilkokuldaydım ve beş ay sonra dizinin son kitabı yayımlanırken bilimkurgu, ruhumu ele geçirmişti bile. Yazma isteği başlarda okumanın adeta doğal bir sonucuydu. Hani etrafınızda birileri bir şeyler anlatırken lafa girmeyi, siz de bir iki şey söylemeyi istersiniz ya, onun gibi bir şey. Keyfim istediği için birkaç hikâyemsi de yazmışlığım vardı, ama kendimi hiçbir zaman bir yazar olarak tasavvur etmemiştim. Ta ki bir gün yoluma sevgili Bülent Somay çıkıp beni aksine inandırana dek.
Bir yazar olarak sizi en çok besleyen şeyler neler?
En çok hayatın kendisinden besleniyorum tabii ki. Sıradan hayatımızın içinde olan ya da olabilecek öyle olağanüstü olgularla karşılaşırız ki… Çoğu kez oradaki bilimkurguyu fark etmez, kaçırırız. Ama bir bilimkurgucu olarak, olağan olan şeylerin içinde olağan dışı olanı bazen yakalayıp gösterebiliyorum. İşte o zaman ortaya bir öykü çıkıyor.
Yaklaşık yarım asırdır kalem oynatıyorsunuz. Eğer yazarlık kariyerinizde herhangi bir şeyi yeni baştan yapabilecek olsaydınız bu ne olurdu?
Yazarlık yaşamımda eğer sadece bir şeyi yeni baştan yapabilecek olsaydım, o da yazarlığa ‘haydi bismillah’ diye başladığım noktayı şöyle bir yarım asır kadar geriye çekmek olurdu.
Türk Bilimkurgu Edebiyatı ve İstanbul denince aklınıza neler geliyor? Bilimkurgu yazarları İstanbul’u eserlerinde nasıl kullandılar ve kullanıyorlar?
Özellikle İstanbul bağlamında Türk Bilimkurgu edebiyatı deyince, aklıma hemen bu edebiyatın dönemsel özelliği gelir. Bu janr ülkemize Avrupa’daki devrimci burjuva romantiklerinin etkisiyle girdi. İmparatorluğun çökme ve dağılma dönemini yaşıyorduk. O yüzden mesela Jules Verne ve Hugo Gernsback gibi yazarların coşkulu gözüpekliğinin, Wells, Zemyatin ve Jack London gibi yazarların kapitalizm karşıtlığının yerini, İstanbul’da, aslında yazarların umutsuzluğundan ve derin kötümserliğinden doğan şark ütopyaları aldı. İmparatorluğun çöküş döneminde doğan ve fennî edebiyat adı verilen bu akım, okurun Batı karşısındaki ezikliğini, bilimde ve mühendislikte tüm dünyanın parmak ısırdığı muhayyel Osmanlı ütopyalarının tasviriyle gidermeye çalışıyordu. Erken Cumhuriyet dönemi aydınlarını etkileyen ütopyacılık da bu akımın devamı sayılabilir.
Siz bir bilimkurgu yazarı olarak geleceğin İstanbul’unu nasıl tasavvur ediyorsunuz?
Geleceğin İstanbul’unun nasıl olacağını tasavvur etmek biz bilimkurgucuların değil, dünyayı bir mühendis ciddiyetiyle inceleyip yorumlayan gelecek bilimcilerin ve ülkemizde bolca bulunan toplum mühendislerinin (!) işidir. Benim işim ise bir bilimkurgucu olarak gelecekte bizi bekleyen sonsuz sayıda olası İstanbul’un nasıl olabileceğini tahayyül etmektir. Zaten benim aşkım ve yazdığım her şeyin bir öznesidir İstanbul. Her özne gibi yaşar ve acı çeker. Türk ya da Kürt, erkek ya da kadın, sağcı ya da solcu olmaktan önce, İstanbullu bir bilimkurgu yazarıyım ben.
Sizce bilimkurgu yazarken özel birtakım ‘beceriler’ gerekiyor mu?
Beceriler değil de bazı özel alışkanlıklar gerekiyor diyelim. Her şeyden önce anlatacağınız konuyla ilgili bilimsel kavrayışınız yeterli olmalıdır. Karakterlerinizi çok iyi tanıdığınızdan emin olmalı, ayrıca o karakterleri sizinle birlikte kendi kafasının içinde yaratacak olan genel okur kitlesini de iyi bilmelisiniz
Önce araştırma yapıp sonra mı yazıyorsunuz, yoksa bu ikisi üst üste mi biniyor?
İşe araştırma yaparak, karakterlerimin hammaddesi olabilecek kişileri gözlemleyerek başlarım. Yazım boyunca da bu gözlem ve araştırma süreçleri devam eder. Hiç acele etmem. Ama bu ağır a’zam çalışma tarzını kendimin bir kusuru olarak görüyor ve başkalarına tavsiye etmiyorum. Şimdi ölsem mesela, geriye ağır ateşte fokurdaya fokurdaya pişmekte olan yüzlerce sayfa henüz tamamlanmamış hikâye kalacak. Ve çöpe atılacak. Yazıktır, günahtır.
Yazar, özellikle de bir bilimkurgu yazarı olmak isteyenlere tavsiyeniz nelerdir?
İşte bu soruya bayılırım. Ne zaman biri benimle söyleşi yapsa bu soru hep gelir. Ben de her seferinde bilirim soruyu.
Önce eli yüzü düzgün bir yazar olun. İyi yazarları, bilimkurgucu olsun olmasın, bol bol okuyun. İnsanları, ortamları nasıl betimliyorlar görün. Zengin bir sözcük dağarcığınız olsun. Öyle üç beş yüz kelimenin içinde dönüp durmayın. Mantığınız güçlü, kurgunuz sağlam olsun. Bunları sizden önceki usta yazarlardan öğrenirsiniz.
Bilimkurgu yazmanın özel bir hüneri yok aslında. Madem beyaz roman değil bilimkurgu okumayı seviyorsunuz, öyleyse klavye başına geçince üreteceğiniz de bilimkurgu olacaktır. Yalnız, daha önce de dediğim gibi, sahanızı iyi tanımalı, bilimsel bilgileri doğru kullanmalısınız.