Bir an için kim olduğumuzu unutalım ve Dünya’mıza şöyle uzaktan, uzaylıların gözünden bakalım. Farz edelim ki herhangi bir ülkenin, herhangi bir coğrafyanın insanı değil de uzaydan gelen yabancı bir varlığız. Sonra gemimizle Dünya üzerinde dolaşmaya başlayalım. Ne görürüz? Karaları mı? Şehirleri mi? Binaları mı? Hayır, bunları göremeyiz. Tek gördüğümüz okyanus olacaktır. Çünkü Dünya’mız esasında bir okyanus gezegenidir. Karasal varlıkların kütlesini düşündüğümüzde denizdeki planktonların, böceklerin, yosunların kütlesi bizimkini kat kat aşar. Yaşam aslında okyanustur. Okyanus, uçsuz bucaksız genişliği ve derinliğiyle Dünya’daki canlılığın %99’una hayat sağlar. Onun yanında bırakın insanların nüfusunu ya da şehirlerin büyüklüğünü, devasa Amazon ormanları bile küçük bir ada gibi kalır. Bizler onun çocuklarıyız. Kanımızın tuzluluk oranı okyanuslarla aynıdır. Kanımızın element bileşimi de öyle…
Orhan Veli‘nin dediği gibi:
“hala tuzlu akar kanım
istiridyelerin kestiği yerden…”
Okyanusun hastalanması Dünya’nın hastalanmasıdır. Okyanuslar aynı zamanda atmosferdeki oksijenin büyük bir bölümünü sağlar. Ancak okyanuslar düşüncesizce döktüğümüz plastikler yüzünden hastalanmaktadır. Plastik çakmaklar, yüz temizleyicilerinin ve diş macunlarının içindeki minik boncuklar, plastik çay bardakları, çatal bıçaklar, oyuncaklar, poşetler, PVC borular, kapılar, pencereler, çantalar, giysiler, kemerler… Plastikleri o kadar çok yerde, o kadar çok miktarda kullanıyoruz ki akıl mantık sınırlarının çok ötesindedir bu. Plastikler doğada kolayca çözünmez. Canlıları öldürür, su kaynaklarını tıkar, okyanusların sağlığını bozar. Sayılamayacak denli zararları vardır. Bir gün gelecek, okyanus kumları tamamen plastikten oluşmaya başlayacaktır. Ancak plastikler ne denli küçülüp ufalansa da zararları bitmez. Doğaya yabancıdırlar çünkü.
İnsanoğlunun doğaya ve çevreye verdiği zararlar akıl almaz boyutlardadır. Geçmişte 10 kez yaşandığı düşünülen büyük toplu yok oluşların hepsinin toplamından daha fazla canlı türünü, hem de daha kısa süre içinde yok etmekteyiz. Yani insanoğlunun doğaya verdiği zarar, dev göktaşlarının ve kuyrukluyıldızların gezegenimize çarptığında verdiği zarardan bile fazladır! İleride, milyonlarca yıl sonra (eğer hala kaldıysa) jeologlar Dünya’ya verdiğimiz zararı kaya katmanlarında görecekler ve şöyle diyecekler:
“İşte gördüğünüz şu siyah katman, son büyük yok oluşun sınırını çiziyor. İnsan türünün ortaya çıkmasıyla birlikte Senozoik zaman sona ermiş, Katastrofozoik zaman başlamıştır.”
Bundan sonra gelen zamanın adı “Katastrofozoik Zaman” olacaktır. Bilindiği gibi katastrof, felaket demektir. Yani Felaket zamanı… Bütün bunlar size şaka gibi gelebilir ama öyle değil.
Bugün insanlığın en büyük sorunlarını şu şekilde sıralamak mümkündür.
1. Adalet sorunu: Dünya yüzünde gerçek adalet sağlanamamıştır. Hatta buna yaklaşılamamıştır bile. Adaletsizliği gösteren rakamlar ürkücüdür.
2. Çevre sorunu: Dünya büyük bir çevre sorunu ve bununla bağlantılı iklim değişikliği sorunu ile karşı karşıyadır. Okyanuslar kirlenmekte, yağmur ormanları katledilmekte, verimli topraklar azalmaktadır. Nüfusun giderek artması sorunu daha da korkunç hale getiriyor. Çevre kirliliği insan sağlığını da doğrudan doğruya etkiliyor.
3. Su sorunu: Dünya’da zaten az olan içilebilir tatlı su oranı giderek azalıyor.
Bunlar en temel sorunlarımızdır ve yakın gelecekte bu sorunlar hepimizi etkileyecektir. Hatta bunların etkilerini görmeye başladık bile. Bütün bunları düşünün… Bir daha düşünün… Şimdi şunu söyleyin: Sizin kafanızı en çok meşgul eden sorun nedir?
Siyaset mi?
Geçim sıkıntısı mı?
Fasülyenin neden bir türlü pişmediği mi?
Akşamki yemekte giyeceğiniz kıyafetin ne olacağı mı?
Ukalalık yapmak istemem ama bütün bunlar fasaryadır.
Giderek ölmekte olan bir Dünya’da yaşadığımız gerçeği ne zaman kafamıza dank edecek?