mota_ru_2101025-1280x720

Hayatın Direnci: Büyük Gider, Küçük Kalır

Dünya, yaşam barındıran nadir bir gezegen olarak milyonlarca türün evi. Ancak bu evin geçici olduğu gerçeği, her jeolojik dönemle beraber biraz daha görünür hâle geliyor. Bugün gezegenin yüzeyinde çeşitlilikle parlayan yaşam, gelecekte belki yalnızca yerin altında, mikroskobik düzeyde ve sessiz bir direnç içinde sürecek. Varoluşun son sahnesinde başrolü büyük canlılar değil, gözle görülmeyen mikroorganizmalar oynayacak. Yaşamın sonuna dair senaryolar yalnızca felaket fantezilerine dayanmıyor; bilimin evrimsel ve kozmolojik perspektifinden süzülen verilerle de besleniyor. Güneş’in evrimi, Dünya üzerindeki yaşamın geleceğini belirleyen temel unsur olarak öne çıkıyor. Güneş zamanla daha sıcak ve parlak hâle geldikçe, gezegenin yüzeyi de bu değişime uyum sağlamak zorunda kalıyor. Ancak söz konusu değişim, canlı türlerinin büyük kısmı için sürdürülebilir olmayacak kadar radikal.

Yakın ya da uzak gelecekte, yeryüzü canlılarının büyük kısmı bu dönüşüm karşısında birer birer kaybolacak. Bitkiler fotosentez için gerekli olan koşulları yitirdikçe solacak, hayvanlar oksijen yetersizliği ve aşırı sıcaklık nedeniyle silinecek. Atmosfer giderek daha fazla su buharı içeren yoğun ve zehirli bir yapıya bürünecek, okyanuslar ise yavaş yavaş buharlaşacak. Ancak bu geniş çaplı çöküş, yaşamın tamamen sona erdiği anlamına gelmeyecek. Tersine yaşam, en ilkel ama en dirençli formuna geri çekilerek varlığını sürdürecek.

dunya

Elbette sözünü ettiğimiz yaşam formları, ekstrem koşullarda yaşayabilen mikroorganizmalar. Onlara genel olarak extremophile diyoruz. Bu organizmalar, Dünya’nın ilk dönemlerinde ortaya çıkan yaşam biçimlerine en çok benzeyen canlılar. Yüksek basınçta, oksijensiz ortamlarda, yoğun tuzlu sularda ve yüksek sıcaklıkta yaşayabiliyorlar. İnsan gözünün göremediği kadar küçükler ve yaşamın biyolojik anlamını yeniden tanımlayan direngen yapılarıyla dikkat çekiyorlar. Extremophile’ler, yaşamın yalnızca “elverişli” koşullarda sürdürülebileceği varsayımını da yıkıyor. Onlar, canlılık kavramını oksijenle, ışıkla ya da ılıman iklimle sınırlamayan bir biyolojik tahayyülün temsilcisi.

Havzalarda, okyanus diplerindeki hidrotermal menfezlerde veya yer altındaki taş katmanlarında bile hayatta kalabilmeleri yaşamın esnekliğini gösteriyor. Gelecekte, yüzeydeki yaşam sona erdiğinde, son su damlalarının çevresinde kümelenerek Dünya’daki yaşamın yegane örnekleri olabilirler. Bu bağlamda, “yaşam” kavramını da yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Bugün yaşamı genellikle gözle görülebilir, hareket edebilir ve duyularla ilişkilendirilebilir bir deneyim olarak algılıyoruz. Ancak geleceğin dünyasında yaşam, görsel ya da işitsel değil, varoluşsal bir direnç hâline gelebilir. Hayat bilinçle değil, ısrarla sürdürülen bir mevcudiyet biçimi olabilir. Bu da bizi “hayat nedir?” sorusunu tekrar düşünmeye itiyor.

Mikroskobik canlılar, kozmik yaşam arayışına da ışık tutuyor. Eğer bu canlılar zehirli atmosferde, yüksek sıcaklıkta ya da sıvı suyun nadir bulunduğu koşullarda hayatta kalabiliyorsa, benzer koşullara sahip başka gezegenlerde de yaşam barınıyor olabilir. Söz konusu hipotez, astrobiyolojinin temel taşlarından biri. Mars’ın yüzey altında ya da Europa gibi buzlu uyduların derinlerinde benzer mikroorganizmaların var olması mümkün. Yaşamın son aşamalarında sahneye çıkan bu mikroorganizmalar, aynı zamanda yaşamın ilk sahnesine de oldukça benziyor. Evrimsel tarih boyunca yaşam, basit formlardan karmaşıklığa doğru ilerlemiş gibi görünüyor. Ancak burada ilginç bir döngü var: Evrim, aynı zamanda bir geri dönüş de içeriyor. Zira çoğu türün yok oluşuyla birlikte yaşam, başladığı noktaya geri dönme eğilimi gösterebiliyor. Basit ama dirençli, ilkel ama kararlı varlıklar, bu döngünün hem başlangıcında hem de sonunda yer alabilir.

Dolayısıyla yaşamın anlamı yalnızca evrimsel ilerlemede değil, sürdürülebilirlikte de aranmalı. Büyük yapılar, zeki organizmalar, teknolojik uygarlıklar gelip geçici, mikro düzeydeki yaşam ise çok daha istikrarlı ve kalıcı olabilir. Elbette bu görüş, insan merkezli yaşam anlayışını da sarsıyor. Yani evrenin geri kalanında yaşam varsa dahi bizim gibi düşünen, konuşan ya da inşa eden bir tür olması gerekmiyor. Kısacası, yeryüzündeki yaşam sona erdiğinde, doğa ihtişamlı bir sessizlik içinde kendi kendine kapanmayacak. Yaşam, mikroskobik düzeyde bile olsa bir süre daha sürecek…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu ve black metal hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

bok-bocegi

Bok Böceklerine Dair 10 İlginç Bilgi

Bok böcekleri, doğada benzersiz bir ekolojik rol oynayan ve oldukça ilginç özelliklere sahip olan canlılardır. …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin