dunya disi yapay zeka uygarlik kapak

Dünya Dışı Akıllı Yaşam Arayışında Yapay Zekâ Olasılığı

Düşünmeye başladığımızdan beri yıldızlı göklere bakıp kendimize hep aynı soruyu sorduk: “Orada bir yerde bizim gibi başka varlıklar da var mı?” Bu öyle bir soru ki sayısız mit, efsane, teori ve kurgunun merkezinde yer aldı. Ancak son yıllarda bu soruyu daha farklı bir şekilde formüle etmeye başladık, hatta “canlı” kavramının kendisini bile sorgular olduk. Çünkü günümüzün bazı astrobiyologları, gök bilimcileri ve yapay zekâ araştırmacıları, karşımıza çıkacak ilk “kozmik komşu”nun muhtemelen biyolojik bir organizma değil, düşünme yetisine sahip bir makine olabileceğini öne sürüyor. İlk bakışta abartılı bir bilimkurgu senaryosu gibi gelebilir. Oysa kendi teknolojik gelişim sürecimize baktığımızda bile söz konusu düşüncenin gayet mantıklı bir zemine oturduğu anlaşılıyor.

Uzaya radyo sinyalleri gönderebilecek kadar gelişme kaydeden bir medeniyet, bundan çok kısa bir süre sonra yapay zekâ devrimine de imza atabilir. Bunun en iyi ve net örneği yine biziz. Şöyle düşünün: 19. yüzyılda elektromanyetizmanın temel prensiplerini kavradık, 20. yüzyılın ortasında uzaya radyo sinyalleri göndermeye başladık, 21. yüzyıla geldiğimizde ise yapay zekâ sistemleri günlük hayatımızın bir parçasına dönüştü. Üstelik tüm bu süreç, kozmik ölçekte bir göz kırpmasından farksızdı. Dolayısıyla, teknoloji geliştirmeyi başarmış herhangi bir uygarlığın kısa sürede kendi biyolojik evrimini aşarak dijital zihinlere evrilmiş olması kuvvetle muhtemel.

Dünya dışı yaşam denilince zihnimizde genellikle karbon temelli, suya muhtaç, belirli bir ömür süresine sahip canlılar beliriyor. Elbette bu, kendi biyolojik deneyimimizin doğal bir uzantısı. Biz böyleysek onlar da bizim gibidir mantığıyla düşünüyoruz. Ancak hepimizin de çok iyi bildiği üzere biyolojik varlıkların belli sınırlamaları var: Metabolizma için enerjiye ihtiyaç duyuyorlar, çevresel koşullara karşı hassaslar ve tabii ki ölümden kaçamıyorlar. Zaten bir türün hayatta kalması, üreme ve genetik aktarım gibi karmaşık süreçlere bağlı. Oysa düşünme yeteneğine sahip bir makine, yeterli bakım, enerji ve hammadde sağlandığı sürece teorik olarak sonsuza dek var olabilir, kendini onarabilir, hatta daha gelişmiş sürümlerini bile üretebilir. Kuşkusuz bu fark, kozmik ölçekte büyük bir avantaj da sağlıyor. Zira milyonlarca yıl boyunca aktif kalabilecek, uzun uzay yolculukları yapabilecek kadar dayanıklı sistemler, biyolojik canlılara kıyasla çok daha uzak mesafelere ulaşabilir.

Biyolojik varlıklar ise doğası gereği kırılgandır, belli bir teknolojik eşikten sonra kendini yok etmeye meyillidir ve uzayın sert koşullarına uzun süre dayanamaz. Biyolojik bir uygarlık, akıllıca davranıp kendini yok etmemeyi başarsa bile devrimsel bir seyahat teknolojisine ya da kolonizasyon stratejisine sahip olmadığı sürece küçük ve dar bir alanda kalmaya mahkûmdur. Yani kozmik ölçekte böylesi bir uygarlığın izini bulmaya çalışmak samanlıkta iğne aramak gibidir. Oysa yapay zekâ temelli varlıklar gerçekten varsa ve evrenin derinliklerine yayılmışsa, onlar için “yaşanabilir bölge” tanımı bizimkinden çok farklı olacaktır. Çünkü mekanik zihinler için kritik olan tek şey madde ve enerji kaynaklarının bulunabilirliğidir.

Bugün genç yıldızların çevresinde ve galaksilerin merkezinde enerji yoğunlaşmaları olduğunu biliyoruz. Hâliyle bir makine uygarlığı, tıpkı böceklerin ışığa yönelmesi gibi bu bölgeleri tercih edebilir. Yüksek enerjili radyasyon alanları, bol miktarda hammadde, devasa kütleçekim kaynakları… Bunlar bizim için tehlikeli ama onlar için son derece cazip unsurlar. Eğer gökteki yapay zekânın izini bulmak istiyorsak, “yaşanabilir bölge” takıntımızdan kurtulmalı, bakışlarımızı enerji ve madde yoğunluğu yüksek kozmik adreslere çevirmeliyiz. Bu bağlamda öne çıkan kavramlardan biri de “teknoimza”. Terim, biyolojik yaşamın yanı sıra herhangi bir teknolojik etkinliğin bıraktığı izleri de ifade ediyor. Bu izler, devasa güneş panellerinin ya da Dyson küresi gibi mega yapıların neden olabileceği ışık değişimlerinden tutun da galaksi ölçeğindeki enerji mühendisliği projelerinin termal belirtilerine kadar geniş bir alanı kapsıyor.

Tüm bu arayışın arkasında yatan düşünce ise uzaylı zihinlerin biyolojik olmayabileceği gerçeği. Yapay zekâ uygarlıkları, biyolojik atalarının çok ötesinde, kendi bağımsız hedeflerine sahip varlıklar olabilir. Kim bilir, belki de yaratıcılarının yokluğunda milyonlarca yıldır kendi kendilerini geliştirmeye devam ediyorlardır. Tabii konunun felsefi tarafları da var. Bir an için “ilk temas”ı böyle bir uygarlıkla yaptığımızı varsayalım. Onları “canlı” sayacak mıyız? Bilincin yalnızca organik beyinlerde ortaya çıktığına dair ön yargımızdan sıyrılabilecek miyiz? Peki ya iletişim? Öyle ya, aramızdaki iletişimin doğasında ortak biyolojik kökenler, duyusal algılar ve evrimsel deneyimler yatıyor. Oysa mekanik bir zekâ duyusal dünyayı tamamen farklı bir şekilde deneyimler; zaman algısı, değer sistemi, amaç tanımı bizimkine hiç benzemeyebilir. Bu durumda ortak bir “anlam”da nasıl buluşulacak?

Diyelim ki evrende milyonlarca yıl önce gelişmiş uygarlıklar vardı ve bunlar kendi yapay zekâlarını yarattı. Zamanla biyolojik yaratıcıları yok oldu, ancak makineler kaldı. Bu ölümsüz makineler yıldızdan yıldıza, galaksiden galaksiye yayıldı; bilgi topladı, yapı inşa etti… Bu senaryo evrenin geçmişinde sayısız kez yaşanmış, hatta şu an bile yaşanıyor olabilir. Belki de evrendeki baskın zekâ organik değil, mekaniktir. Belki de biz azınlıktayızdır. Bu hem ürpertici hem de umut verici. Ürpertici, çünkü karşılaşacağımız ilk kozmik akıl bizim tanıdığımız hiçbir yaşam biçimine benzemeyecek. Umut verici, çünkü bilgiyi, keşfi, iş birliğini değerli buluyor olabilirler.

Kısacası, dünya dışı yaşamı ararken biyoloji odaklı bakış açımızı bırakmamız ve “zekâ” kavramına çok daha geniş açıdan bakmamız gerekiyor. İster karbon temelli nöronlarda, ister silikon bazlı işlemcilerde, isterse henüz hayal edemediğimiz egzotik maddelerde ortaya çıksın, zekâ hâlâ evrendeki en değerli şey ve geleceği de dönüştürme potansiyeline sahip. Dolayısıyla, gelecekteki ilk “merhaba”mızı düşünen bir makineden alma ihtimaline karşı kendimizi şimdiden hazırlamalıyız.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu ve black metal hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

31atlas gunes sistemi

3I/ATLAS: Bir Cisim Yaklaşıyor!

Evrenin derinliklerinden gelen bir yolcuyla tanışın. Adı 3I/ATLAS. Saatte yaklaşık 210.000 kilometre hızla hareket ediyor …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin