Akşam Yemeği

Akşam Yemeği | Cüneyt Gültakın (Kısa Öykü)

Locaları, en son kattan yavaşça alçalmayı sürdürüyordu. Asansör-locadan bütün kent, lacivert boğaz sularının çevresinde ışıl ışıl parlıyordu. Kentin kimi bölgelerinden havai fişekler yükseliyor, küçük gök taşıtları çok yakınlarından geçip gidiyordu.

Oldukça romantik bir yemek planlanmıştı Baha tarafından. Kentin en gösterişli merkezini seçmişti. Yaşam-Merkezi, kentin en gözde mekanlarından biriydi.

Merkezin lokantası, hareket eden localardan oluşuyordu ve zemin dışında tüm duvarlar saydamdı. Gökdelenin en üst katından, boğaz sularının dibine dek yol alıyordu bu fanus içindeki masalar.

Yavaş hareket eden localar konuklarına sürekli yeni bir görünüm sunuyordu. Bir süre sonra su altına ulaşan localardan özel düzenlenmiş, aydınlatılmış bir dip görünümü ve çeşitli balıkları izleme olanağı bulunabiliyordu.

Üç nolu locada koyu bir söyleşi sürüyordu. Kent, bütünüyle ayaklarının altındaydı. Sultan Ahmet ve Ayasofya’nın dev bir yansıma görüntüsü, az yıldızlı göğe verilmişti. Göğün bir ucunda da surların bir bölümü yansıtılmıştı. Göğün geri kalan bölümü çok uluslu şirketlerin reklamlarıyla doluydu ve tüm görüntüler birbirine girmeye başlamıştı.

“Nefret ediyorum.”

“Neyden?”

“Bu kentten galiba.”

“Nesi varmış İstanbul’un?”

“İstanbul deme bana. Kent de. Çünkü İstanbul sözcüğü başka bir şey çağrıştırıyor bana; bu yaşadığımız kenti değil.”

“Ama burası İstanbul.”

“O kadar farklı bir yer ki burası. Artık, İstanbul sözcüğünün kentin yalnız bir bölümü için kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Hoşlanmadığım o kadar çok şey var ki…”

“Nelermiş onlar?”

“İlk önce sokakta birbirleriyle selamlaşan robotlara sinir oluyorum. Kentin büyük sahteliğinin giriş kapısı o rastlaşmalar. Ay’daki o Amerikan şirketinin ışıklı reklamından da… Ve o garip binaların arasında sıkışıp kalan sur kalıntılarının çevresindeki elektrik korumalara sıkıştırılan evsiz cesetlerini gösteren televizyon dünyasından iğreniyorum. Sonra o haberlerin ayrıntılarını gece yarısı izleyen, ceset artıklarını merak eden basit insanlardan nefret ediyorum.”

“Yemeğe çıktığımızı unutma Berfin. Daha değişik şeylerden söz edelim.”

“Yirmi birinci yüzyılın insan tipinden de hoşlanmıyorum. Yirmi ikinci yüzyıl kutlamaları hazırlıklarından da.”

“Bu gün biraz gerginsin. Siparişleri geçiyorum. Özel bir şey ister misin?”

“İçinde yosun olmasın da ne olursa olsun. Yeni yiyeceklerden de hoşlanmıyorum hiç.”

“Tatilini ayda geçirmekten?…”

“Hoşlanmıyorum.”

“Kent meclisinde görüşülen eski yerleşim merkezlerine verilen yıkım kararından?”

“O karardan da.”

“Peki, gazetedeki yönetmeninden?”

“Elektronik sayfaları çorbaya çevirdiğinden dolayı ondan da hoşlanmıyorum.”

“Peki ya benden?”

“Hoş… Ne diyorsun sen?…”

Tam bu sırada, suya on beş metre kala locaları durdu. Giriş bölümündeki kapı açıldı. Yemekleri masalarına bir çırpıda konuldu. Garsonlar geldikleri gibi hızla ortadan kayboldular.

“Seninle birlikte yaşıyorum ya Bahacığım!” diye sürdürdü yarım kalan konuşmasını. Asansör-loca yeniden sessiz ve yavaş alçalışına başladı. Birkaç deniz taşıtı hareket ediyordu.

“Şimdi elektronik gazeteciliğe gelelim. Bu aralar ne üzerine yoğunlaştın?”

“Ben evsizlerin yirminci yüzyıldan bu yana olan serüvenlerini yazmak istiyorum. Yöneticiyse ‘Robot Tarihi’ kitabını bu yıl yayımlayacak olan biyolojik robot Ralf’i incelememi istiyor. Ralf, biyolojik duyarlı robotların hakları için savaşıyor.”

“Evet, şu hizmet robotlarının üretimini insanlardan almak isteyen bir kampanyası vardı.”

“Sadece o kampanya mı… Meclis üyesi robotlar… Robotlara karşı işlenen suçlar… Savaş Kobayı Değiliz… gibi haberlerimiz de vardı. Sonra başka kitapları da var: Varoluş ve Haklar, Robot Çoğalma Biçimi ve Tanınması.”

“Tepkiler, alaylar, ırkçılık… bayat haber bunlar. Peki, şu yeni dizi yazın, evsizler ne zaman ilgini çekti?”

“Galiba batıyoruz.”

“Evet, bir süre su altında kalacağız. Korkuyor musun?”

“Hayır, bunu sık yapmam da!”

Yemek yedikleri loca yavaşça suya gömüldü. Çevrelerinde kent ışıkları yerine, artık yüzlerce renkli balık vardı. Alçalmaları biraz daha sürdü.

Baha, sorusunun yanıtını almamıştı. Berfin’in gözlerine baktı.

“Evsizler ne zaman dikkatini çekti, diyordum.”

“Ha, evet, inanmayacaksın ama bu düşünce robot Ralf’in bir kitabını okurken kafama yerleşti. İnsan sorunlarına da el atıyor ve ilişkilerini çok iyi yorumluyor o.”

“Birinin Ralf’e gerçekte ‘insan’ olduğunu, insanın bir uzantısı, bir türevi olarak var olduğunu anlatmalı ama.”

“Ne yazmalıyım sence?”

“Bence bu iki yazıyı birleştir.”

“Evet, neden olmasın!”

Aralarında bir süre sessizlik oldu; yine göz gözeydiler.

“Özür dilerim.”

“Neden?”

“Çünkü bu yemek bir iş görüşmesine döndü de ondan.”

“Bak şu balıkları görüyor musun, onlar doğada yok; laboratuarda üretilmiş.”

İki genç bir süre balıkları izlediler. Yemeklerin tadına bakarken localarındaki müziği fark ettiler. Berfin, Baha’nın kendisine açılacağını düşünüyordu. Uzun süredir birlikteydiler ve bu birlikteliği resmiyete dökmeyi tartışabilirlerdi. Berfin bir süre Baha’nın yemek yemesini izledi, göz göze gelince gülüştüler.

Berfin gülümsemesini sürdürerek konuştu, “Ne düşünüyorsan hemen söyle.”

“Kimi zaman bir tek insanmışız gibi birbirimize kaynaşıyor, güzel bir yaşam paylaşıyoruz. Kimi zaman da yabancılar gibi kendi işlerimize kapılıyor, uzaklaşıyoruz birbirimizden. Bu ritme son vermek istiyorum Berfin. Seni öyle çok seviyorum ki bütün saatleri, bütün dakikaları istiyorum. Hep seninle anılmak istiyorum, belgelerde bile iki ayrı insan olarak geçmek istemiyorum.”

“Baha, hayatımda duyduğum en uzun evlenme tekliflerinden biriydi bu canım. Seni ne kadar çok seviyorum bilemezsin.”

“Evet, demek mi bu?”

“Evet, sevgilim… Evet…”

“Harikasın Berfin! Kutlamak için ne içelim? Garson, garson!”

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gezegen astronot uzay

İmkânsıza Yakın | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

O gün, gezegene inişimizin on dördüncü günüydü. Son birkaç gündür yaptığımız gibi örnek toplamaya çıkmıştık. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et