Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Ben de bu röportaj serisinde bana yer verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
İlk olarak sizi okur yönünüzle tanımak isteriz. Kitaplarla nasıl tanıştınız acaba?
Annem sayesinde diyebilirim. Bebeklikten itibaren masal kitapları, Cin Ali ve Ayşegül serileri gibi çocuklara yönelik kitapları sürekli okuyormuş bana. O okurken zamanla satırlardan takip ede ede 4 yaşlarımdayken önce harfleri sonra da okumayı sökmüşüm. Hatta beni denemek için kelime atladığında hatalı okudun diye onu uyarıyormuşum. İlkokula başladığımda da evdeki kitaplıkta en çok ansiklopediler ilgimi çekiyordu, bilhassa uzayla, dinozorlarla ve Eski Mısır’la ilgili maddeleri neredeyse ezberlemiştim. Hatta ansiklopedilerden hoşuma giden maddeleri resimleriyle beraber kesip büyük bir deftere yapıştırıyordum, yani bir nevi kendi özel ansiklopedimi oluşturmuştum. Bir ara Tommiks ve Teksas çizgi romanlarına çok fena daldığımı hatırlıyorum. Çizgi roman okuyorum diye o zamanlar bazı ailelerin yaptığı gibi hiç kızmıyorlardı, hatta babam kendisi de gençken çizgi roman okumayı çok sevdiği için bilakis teşvik ediyordu. İlkokul yıllarımın sonuna doğru Jules Verne’ü keşfetmiştim ve onun kurmaca dünyasına adeta âşık olmuştum. Babam da yine beni teşvik etmek için, bir romanı okumamın ardından onun özetini akrabalar misafirlikte toplandığında onların önünde anlattırıyordu. Kitaplarla tanışmama dair ilk anılarım bu şekilde diyebilirim.
Sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?
Hayatımın farklı dönemlerinde farklı yazarlar okuma serüvenimin merkezinde yer etti. Küçüklükte yukarıda da bahsettiğim üzere Jules Verne. Ortaokul yıllarımda annemin kitaplığında keşfettiğim Hüseyin Rahmi Gürpınar, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal aklıma geliyor. Lisede Balzac, Tolstoy ve Dostoyevski. Üniversitedeyken Alev Alatlı ve Cemil Meriç. Sonrasında ise okumalarımda bilimkurgu ağırlık kazandı; Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick ve Kim Stanley Robinson beni çok etkilemiş ve etkilemeye devam eden yazarlar arasında. Bilimkurgu dışında Virginia Woolf’un yeri bende çok ayrıdır. Kurmaca dışında fizikle ilgili Richard Feynman ve Michio Kaku kalemlerine hayran olduğum iki büyük yazar. En çok etkileyen yazarlar sorusuna yanıt vermek aslında çok zor ve şu an ismini anmadığım yazarlar için samimiyetle af diliyorum. Fakat şu an aynı evi paylaştığım iki kedinin isimlerinin Ursula ve Virginia olması bence bu sorunuza bir yanıt olarak kabul edilebilir.
Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?
Kitaplardaki satır aralarında yüklü anlamları keşfetmek önemlidir. Okur kimliği de aynı şekilde bir insanın hayatın satır aralarında gizli veya bilinçli şekilde üstüne perde çekilmiş gerçeklerin farkına varma yetisini bilemektedir diye düşünüyorum. Her bir kitapta anlatılan farklı kurmaca dünyalar ise bir okur olarak bana başka hayatların, başka insan ilişkilerinin ve başka ekonomik-politik düzenlerin mümkün olduğuna dair inancımı ve umudumu artırmakta. Bu inanç ve umut ise, her şeyin çığırından çıktığı günümüz dünyasında akıl sağlığını yitirmeden yaşayakalmak adına kişiye güç vermekte.
Şimdi de müsaadenizle yazar yönünüzü tanıyalım istiyoruz. Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Ortaokuldayken bir teneffüste sınıf arkadaşım (Eylül Polat) gördüğü rüyayı anlatmıştı ve rüyasının fantastik içeriğinden çok etkilenmiştim. O rüyayı öyküleştirmiştim ve okul dergisinde (Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nin öğrenciler tarafından çıkarılmaya devam eden Ada adlı dergisi) yayımlanmıştı. Daha sonra kurmaca bir şeyler yaratmak fikri çok hoşuma gidince, aklıma gelen çeşitli konularda bilimkurgu ve fantastik ağırlıklı minik öyküler ve bir roman kaleme almaya başlamıştım –o defterlerimi halen saklıyorum-. Edebiyat öğretmenlerimin yazdıklarımı derste sınıfa okutması ve arkadaşlarımın da beğenmesi hevesimi artırıyordu. O yıllarda oturduğumuz apartmanda komşumuzun kızı ailesinden çok şiddet görüyordu ve hep bağırışlarını, ağlamalarını işitiyordum. O genç kızın o kapalı kapılar ardında yaşadıklarını ve iç dünyasındaki fırtınaları anlatan bir öykü yazıp aileme ve tatilde babaannemle dedemi ziyarete gelen –evlerimiz karşı karşıyaydı- halama okumuştum. Sansürle ilk karşılaşmam da böyle gerçekleşti, çünkü öykümde bütün karakterlerin gerçek isimlerini kullanmıştım ve yazdıklarımın o komşu ailenin eline geçeceğinden korkan halam öykümü yırtıp imha etmemi istemişti –yapmamıştım-. Yazdığım öyküde genç kız sonunda camdan atlayarak intihar ediyordu, oradan taşınmamızın ardından tıpkı öykümdeki gibi aynı şekilde intihar ettiğini öğrendiğimde çok vicdan azabı çekmiştim, yazmasam gerçek olmayacaktı belki de diye. Hayatın kurmacayı taklit edebildiğine dair aldığım ilk ders bu olmuştu…
Sizce “iyi yazar”ın tanımı nedir?
İyi bir dinleyici ve iyi bir gözlemci olmak. Hayat öykülerle dolu, kafede otururken yan masalarda, metroda-metrobüste, internette haber sitelerinde, tabiatta, gökyüzünde, denizlerde… Her yer yazılmayı bekleyen öykülerle dolu. Bu öykü cevherlerini bir maden gibi verili gerçeklikler içinden çıkarıp işleyebilmek için öncelikle iyi bir dinleyici ve gözlemci olmak gerekiyor bence.
Yazmakla ilgili herhangi bir metodunuz var mı? (Belirli saatlerde yazma ya da gündelik kelime hedefleri v.b.)
Hiçbir zaman rutin ve düzenli yazmadım, istesem de yazamadım. Genellikle “yumurta kapıya dayanınca” deyimi benim yazma şeklimi bire bir özetliyor –bunu sanırım en iyi Bilimkurgu Kulübü genel yayın yönetmenimiz İsmail Yamanol takdir edecektir-. Bir zaman kısıtlaması içinde, o tanınan süre bitmeye yaklaştıkça yazma motorum bir anda alev alıyor ve oturup bir solukta bitiriyorum. Fakat yazabileceğim şeyler hakkında aklıma geldikçe unutmadan notlar alıyorum. Eskiden bunun için yanımda sürekli not defteri taşırdım, artık telefonumdaki uygulamaya kaydediyorum. Zaman zaman oraya not aldıklarımı inceleyip beynimde bir şeyler ateşlenirse –kurmaca veya bir kitap/film incelemesi olabilir- oturup yazıyorum. (Yazmanın oturma dışında ayakta ya da havada yapılan bir türü de olabilir mi diye bu son cümleyi yazınca aklıma gelen bir örneği şimdi kaydettim mesela.)
Bilimkurgu yazarı olarak, bilimkurgu edebiyatı hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce “İyi bilimkurgu iyi edebiyattır” sözü ne anlam ifade etmektedir?
Sadece edebiyat değil, sinema ve dizilerle beraber bilimkurgu alanındaki kültür ürünlerinin insanlık medeniyetinin en yetkin örnekleri olduğunu savunuyorum. Çünkü insanlığa ait üç önemli bilgi kanalı olan bilimi, sanatı ve felsefeyi bünyesinde eritebilen başka bir tür yok. Bu gezegende hayata gözlerimizi açar açmaz teknolojinin içine doğuyoruz, hatta artık ultrason sayesinde doğmadan evvel ve ölüm anımızda bir hastanedeki ekranda yaşam enerjimiz çizgi haline gelinceye dek. Mezar taşlarına kare kodların eklenmesi, köyündeki mezarlığı internetteki sitede kameradan izleyip istediğinde bir düğmeye basarak kaybettikleri yakınlarına Fatiha yollayanlar, ölmüş kişiler için Facebooktaki anıt profiller ve geçtiğimiz yıllarda ölen kızının avatarı ile sanal gerçeklik ortamında buluşan Koreli anne gibi örnekleri de düşününce, teknoloji peşimizi öldükten sonra bile bırakmıyor –mumyalama teknikleri bunun en erken örneklerinden değil miydi zaten?- . Hayvanlar ve bitkiler bile, gerek yaşam alanlarına olan etkileri gerekse de üretim teknikleri itibariyle artık teknoloji ile iç içe bir yaşam sürmekte. Peki, ana rahminden mezar ötesine dek, tabiatın üstüne ikinci bir doğa gibi yayılan teknolojinin gelecekteki olası etkilerine dair insanlığı bir deniz feneri misali kayalıklara çarpmasın diye uyaran, bazı gelecek yollarının çıkmaz sokak olduğuna veya felakete götürebileceğine işaret eden başka bir tür var mı? Bilimkurgu edebiyatıyla ve sinemasıyla hem dem olanlar tıpkı Ursula K. Le Guin’in dediği gibi “daha büyük bir gerçekliğin realistleri”dir. Bu daha büyük gerçeklik, alternatif patikaları içerir, insanlığın düş gücünü prangalamak isteyen odaklara karşı savunma ve saldırı taktik-stratejilerini barındırır. Bu yüzden iyi bilimkurgu tanım gereği zaten iyi edebiyattır ve bilim-teknoloji ile yaşamlarımız çevrelenmeye devam ettikçe bütün iyi edebiyatlar az veya çok, ister istemez bilimkurgulaşmak zorunda kalacaktır.
Yeni çalışmalar var mı? Varsa bahsetmek ister misiniz?
En yeni çalışma olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul Öyküleri serisinin bilimkurgu temalı yeni çıkan üçüncü kitabında “Simİstanbul’dan Kolajlar” adlı bir öyküm yer alıyor. Ayrıca akademisyen Sümeyra Buran ve Veli Uğur hocaların editörlüğünde hazırlanan ve yurt dışında İngilizce olarak yayımlanacak “Anthology of Turkish Science Fiction Stories” kitabında da bir öyküm –“The Splitting” mevcut. Bu ikisine ek olarak ise İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim, Teknoloji ve Toplum Çalışmaları bölümünde devam ettiğim yüksek lisansın tez aşamasındayım, yapay zekâ teknolojilerinin sanattaki kullanım alanları konusunda hazırlamaya devam ettiğim tez çalışmama yoğunlaşmış durumdayım.
Son olarak okurlarımıza söylemek yahut eklemek istediğiniz şey var mı?
Genellikle hep yazmanın tek kişilik bir eylem olduğu söylenir, ama bu görüşe katılmıyorum. Kendi yazma pratiğime baktığımda, klavye başına oturduğumda kulağıma fısıldayan nice sesi işitiyorum. Anlattıklarıyla, yazdıklarıyla beni yıllar boyunca beslemiş sayısız kişiye ait hepsi. Yazmak, tıpkı bir radyoda cızırtılar arasında uygun kanalı bulmak gibi, o seslerdeki gürültülerin içinden öyküleşmeye uygun frekansları ayıklamayı andırıyor. Shakespeare hayatı bir tiyatro sahnesine benzetiyor –bugün yaşasaydı acaba film setine mi benzetirdi ya da Baudrillard’ın Simülakrlar ve Simülasyon’una atıfla bu sahnede gerçekliğin kopyalarını mı yaşadığımızı söylerdi?-, o halde hayatlarımız da öykülerden ibaret. Ve bir filmde nasıl ki yönetmenin neyi anlattığı değil neyi anlatmadığı bazen daha önemliyse, yazılmayan öykülerin peşine düşmek hayatın bütününü kucaklayabilmenin yegâne yolu belki de…