Bugünden Geleceğe
Bilimkurgu, birçok insan için geleceği öngörmenin ve hatta ona yön vermenin en yaratıcı yollarından biri olarak kabul edilir. Bu türde yazılan eserler, gelecekte karşılaşabileceğimiz teknolojik ve toplumsal değişimlerin ipuçlarını sunar ve okuyucuları farklı olasılıklar üzerinde düşünmeye davet eder (Konu üzerine bir yazı için buraya tıklayabilirsiniz). Ancak bu gerçeği değerlendirirken hesaba katmamız gereken bir şey daha vardır ki bazı bilimkurgu eserleri ‘öngörü’ konusunda diğerlerinden daha başarısız olabilirler. Ve bu durum ancak ilgili eser ortaya konulduktan yıllar sonra, geri dönüp o esere bakınca fark edilebilir.
Gelecekten Geçmişe
İşte bu yazıda, bilimkurguya farklı bir perspektiften bakıp geçmişte yazılmış bir bilimkurgu eserinin kurguladığı geleceğe daha yakın bir okuyucu olarak, onun geleceği ‘öngörememe’sini değerlendirmeye sunacağız. Bunu yaparken tabii ki ilgili eserin değerini düşürmek gibi bir gayemiz olmayacak (Zaten eser öyle büyük ki böylesi bir girişim beyhude). Burada yapmaya çalışacağımız şey; bir bilimkurgu eserinde, günümüzün en bariz gelişmelerinin düşünülmediği bir gelecek hayali ile karşılaşmanın neler hissettirdiğini/düşündürdüğünü paylaşmak olacak.
Tarihin Karmaşıklığı
Hepimizin kabul edebileceği gibi bilimkurgu yazarları da tüm insanlar gibi kendi zamanlarının ve toplumsal normlarının bir ürünüdür. Dolayısıyla onların gelecek hakkında bazı noktaları görmemiş olmaları hayli normaldir. Özellikle, Sapiens ve Homo Deus gibi önemli kitapların yazarı, tarihçi ve filozof Harari’nin de vurguladığı gibi ‘insan toplumlarının karmaşıklığı ve sürekli değişen koşullar nedeniyle geleceği kesin bir şekilde tahmin etmenin imkânsızlığı’nı hesaba kattığımızda bu normallik kaçınılmaz bir hâl alır. O yüzden aslında yanlış bir gelecek görüşüne çok takılmamak gerekir. Ama yine de, bilimkurguseverler olarak bu durumu da tartışmamız gerektiğini ortaya koymak, hem de bunu yaparken bilimkurgunun büyük üçlüsünden birinin, Robert Heinlein’ın bir eserini kullanmak istiyoruz.
Kitap ve Yazarı
Evet, yazıda retrospektif bir açıyla değerlendireceğimiz kitap Robert Heinlein’ın 1966 yılında yayımlanan ve özgün adı “The Moon is a Harsh Mistress” olan ‘Ay Zalim Bir Sevgilidir’ eseri. Heinlein, bu eserinde 2075-2076 yıllarını kurgulamakta ve bu kurgu içerisinde Ay’a Dünya’daki suçluların yerleştirildiği bir geleceği tasvir etmektedir. Bu, kitabın yayımlandığı tarihten bakıldığında 110 yıl sonrası için yapılan bir öngörüdür. Yazarın kurguladığı bu “yakın” gelecekte, Ay’da tarım yapılmakta, maden işlenmekte, aileler kurulmakta, beslenme, sağlık hizmetleri, eğitim, eğlence gibi birçok insani ihtiyaç karşılanmaktadır.
Şaşırtıcı
Açıkçası, yazarın görece kısa bir süre içerisinde, insanların Ay’a bu kadar donanımlı bir şekilde yerleşeceklerini düşünmüş olması şaşırtıcıdır. Nitekim, kitabın üzerinden 60 yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen bu yönde somut bir girişimimiz olmadığı gibi, şimdinin teknolojisiyle bile öylesi bir koloni kurmanın yüz yıldan daha fazla zaman alacağını düşünebiliriz. Buna dayanarak diyebiliriz ki o yazar, geleceği kurgularken bugünden bakınca bize anlaşılmaz gelen bir iyimserlik içerisinde bulunmuştur. Bunun hemen ardından da şöyle bir soru da sorabilir tabii: Peki neden bu iyimserlik?
ABD Ay’a Çıkıyor
Bunun en iyi açıklaması, o sıralar toplumu meşgul eden ve yazarın doğup büyüdüğü ülkede büyük bir heyecan yaratan Ay’a insan gönderme projesi ile ilgili olmalıdır. Sonuçta, kitaptan yaklaşık 3 yıl sonra Amerika Birleşik Devletleri Ay’a ayak basan ilk ülke oluyor. O sıralar halkta da karşılığını bulmuş bu coşku, insanlarda kısa zaman içerisinde çok daha büyük işler başarılacağına dair bir inanç yaratmış olmalı.
Cep Telefonu Yok
Eserle ilgili belki de daha da ilginç olan ise Heinlein’ın kitapta süper bilgisayar kavramını başarıyla hayal etmesine rağmen iletişim teknolojilerinde yaşanacak devrimi öngörememiş olmasıdır. Kitapta, insanlar hâlâ sabit hatlı telefonlarla iletişim kurmaktadır. Otuz yıla yakındır kullandığımız cep telefonlarını (ve sonrasında akıllı telefonları) düşündüğümüzde, yazarın hikâyede buna yer vermemiş olmasının büyük hayal kırıklığı yarattığını söyleyebiliriz. Belki de öyküde dramatik öğeyi güçlendirmek için böyle bir yol seçmiş olabilir tabii. Bilmiyoruz. Ama okur olarak, bu durumun gelecekten değil de geçmişten bir şey okuyormuşuz hissini güçlendirdiğini itiraf etmek zorundayız.
Nerede Özgür Aşk?
Bununla birlikte, Heinlein’ın kitabında toplumsal değişimlere dair öngörülerin de sınırlı kaldığını söyleyebiliriz. Her ne kadar poligamiye benzeyen ve bu bakımdan kısmen gelenek-dışı gibi görünen bir evlilik hayatı sunulsa da, kitaptaki tüm evlilikler yalnızca kadın-erkek çiftler arasında gerçekleşiyor ve farklı cinsel yönelimlere dair hiçbir vurgu yapılmıyor. Yine kitabın yayımlanmasından sadece iki yıl sonra 68 kuşağının görünür olacağı ve özgür aşk konusunda çok fazla söz söyleneceği; dahası 1969 yılında bugünkü Onur yürüyüşlerinin Haziran’da yapılmasının nedeni olan Stonewall olaylarının da gerçekleşeceği hesaba katıldığında, Heinlein’ın burada muhafazakâr bir bakış sergilediğini iddia etmek yanlış olmaz.
Cis-Hetero Beyaz ABD’li (mi?)
Açık olmak gerekirse kitaptaki bu öngörü eksikliği, kitabı okurken yazarın otobiyografisini de göz önünde bulundurmamız gerektiği sonucunu doğuruyor. Çünkü metin birçok açıdan ‘ABD’li beyaz heteroseksüel ve cis bir erkeğin yakın geleceğe politik bir bakışı’ gibi görünüyor. Zira kitapta, teknolojik yapıdan daha önemli olarak ideal yönetim üzerine vurgu olduğunu, yöneten-yönetilen ya da sömüren-sömürülen yapılar arasındaki ilişki için çok daha fazla ipucu verildiği görülüyor. Hatta onun siyasi yönetimlere bakış açısıyla birçok noktada örtüşüyor ve Profesör karakterinin anarşizmi savunduğu yerlerde heyecan duyuyoruz.
Sonuç
Sonuç olarak Heinlein’ın “Ay Zalim Bir Sevgilidir“i, bazı çok önemli bilimkurgu eserlerinin geleceği öngörme konusunda şaşırtıcı sınırlamalara sahip olabileceğini göstermesi bakımından iyi bir örnek. Bilimkurgu adı altında topladığımız ve bazen bir örnekmiş gibi düşündüğümüz bir edebiyat tarzının bile aslında onu yazanın sosyo-kültrüel yapısı ve ilgilerine bağlı olarak ne denli farklı ürünler içerebileceğinin iyi bir göstergesi. Ayrıca, bu karşılaşma sonrasında daha da eski eserlere gidip oradaki öngörüleri bugünle karşılaştırma isteği duyuyoruz. Tüm bunları birlikte değerlendirdiğimizde de bilimkurgunun hem geçmişe hem bugüne dair ne çok şey söyleyebileceğini yeniden anlıyoruz. Yani ne olursa olsun, yaşasın bilimkurgu diyoruz.
Hazırlayan: Sa Bahattin