Albert Einstein, 1921 yılında Berlin’de Prusya Bilimler Akademisi’nde sunduğu “Geometri ve Deneyim” başlıklı dersinde, matematiğin gerçeklikle ilişkisine dair şu ünlü cümleyi sarf etmişti: “Matematik kanunları gerçeği yansıttıkları sürece kesin değildirler. Kesin olduklarında ise gerçeği yansıtmazlar.” (1) Einstein bu sözü söylediğinde, henüz Werner Heisenberg’in, belirsizliğin bir kuantum durumu olarak doğada içsel olduğunu öne sürmesine 6 yıl vardı. (2)
Einstein’ın dile getirdiği matematik ve gerçeklik arasındaki diyalektik ilişki, bahsi geçen ders notlarında belirttiği üzere geometri için de geçerli. Öklid geometrisinin içerdiği üçgen, kare, daire, küre, küp vb. mükemmel şekillere doğada rastlamıyoruz. Bu geometrinin gerçekliği ifade etmekteki yetersizliğini kapatmak üzere, sonradan uzaydaki eğrilikleri esas alan Riemann geometrisi (3) ve fraktal geometri (4) gibi Öklid dışı geometriler icat edildi. Çünkü bulutlar küre, dağlar koni, göller de elips değiller.
İnsanın, gerçekliği algılayıp onu dil yoluyla cümlelerle ifade etmekte kullandığı en değerli entelektüel araçlarından birisi ise mantık. Mantık disiplininin kurucusu olarak Aristo kabul ediliyor. Ve her disiplin gibi, bu mantığın da kendi içinde aksiyomları mevcut. En temel aksiyom ise, bir şeyin ya doğru ya da yanlış olduğu. Sonrasında Boolean ikilik cebiri ile geliştirilen bu mantığın elektronik alanındaki uygulamaları bilgisayarların çalışma prensibinin esasını oluşturmakta. Nedir bu esas, 1’ler ve 0’lar. Elektrik sinyali ya vardır ya da yoktur, buna göre devredeki mantık kapıları ya açılır ya da kapalı kalır.
Peki, 2000 yılı aşkın süredir kullanılan ve gayet de işe yarayan bu mantık, gerçekten de gerçekliği ifade etmekte yeterli miydi? Yoksa tıpkı Öklid geometrisinin aslında daha genel bir geometrinin özel hâli olması gibi, Aristo mantığı da daha genel bir mantığın özel bir hâli miydi? Bu soruya, 1961 yılında Azeri bilim insanı Lütfi Aliasker Zade (Lotfi A. Zadeh) Berkeley Üniversitesi’nde çalışırken bir yanıt getirdi. (5) Klâsik Aristo mantığında, bir nesnenin bir kümeye üyeliğinin sadece iki değer (üyedir veya üye değildir) alması kabulünü sorgulayarak, “fuzzy sets” – “bulanık kümeler” adını verdiği bir yaklaşımla çoklu değer alabilen bir mantığı kurmuş oldu. Bu yeni bulanık mantığa göre, doğruluğun ve yanlışlığın dereceleri vardı, üyelikler kesin değildi.
Sonuç, sadece siyah ve beyazlardan ibaret olmayan, ara değerleri bünyesinde fazlasıyla barındıran rengârenk doğayı ifade etmekte daha kullanışlı ve insan diliyle de daha uyumlu bir mantık oldu. Örneğin “sıcak” kavramını ele alalım. Klâsik Aristo mantığı, hava durumunu açıklarken sadece iki ifade kullanmamıza izin verir: sıcaktır veya sıcak değildir. 25 derece üstünün sıcak kabul edildiği bir durumu düşünelim. Buna göre, 26 derece de, 30, 35, 40, 50 vb. derecelerin hepsi de sıcaktır. 24, 20, 10, 0, -20 vb. derecedeki bütün alt değerler ise “sıcak değil”dir. Oysa gerçekte insanlar olarak biliriz ki, 26 derecenin sıcak olma oranı ile 50 derecenin sıcak olma oranı aynı değildir. Bu farklılığı doğal dilimizde de farklı sıfatlarla ifade ederiz, sıcak, çok sıcak, cehennem gibi, yanıyor, vb.
Benzer şekilde, eksi 20 ile artı 24 derecenin sıcak olmama hâli de aynı değildir. (Soğuk, çok soğuk, buz gibi, donuyoruz vb.) İşte bulanık mantık burada devreye girerek, değerlere farklı doğruluk dereceleri atar. İkili Aristo mantığındaki sadece 0 (tamamen yanlış) ve sadece 1 (tamamen doğru) olmak üzere iki adet doğruluk derecesi yerine 0 ile 1 arasındaki bütün değerleri kapsayan, “daha gerçek” bir doğruluk spektrumu tesis eder. Böylece, gerçeklikle, gerçekliğin ifadesi de birbirine daha çok yaklaşmış olur. Zaten bütün mesele de bu değil mi, gerçekliğin ifadesine daha çok yaklaşabilmek. Ernest Hemingway’in ima ettiği gibi, “gerçeği en iyi ifade edebilen cümleyi yazabilmek.” (6) Üstelik bu cümlenin bir makine tarafından anlaşılmasını istiyorsanız.
Lütfi A. Zade, bulanık mantığı kurarken matematiksel bir fantezi peşinde değildi. Bir elektrik mühendisi olarak, gerçek dünyadaki gerçek mühendislik sorunlarına bir çözüm yolunun peşindeydi. Çünkü klâsik ikili mantık, makinelerdeki kontrol sistemlerinde işe yarar sonuçlar üretmekte pek başarılı değildi. Bir makinenin daha “akıllı” kararlar alabilmesi için, ona bir şeyin ya sıcak ya da sıcak olmadığını söylemeniz yetmez, “ne kadar sıcak” olduğunu öğretmeniz gerekir. Lütfi A. Zade’nin bulanık mantığının işe yaradığı nokta tam da burası. Onun bu yeni yaklaşımından yola çıkarak, günümüzde pek çok akıllı ev aletinde (mikrodalga fırın, çamaşır makinesi, buzdolabı, elektrikli süpürge), elektronik cihazda (televizyon, fotokopi makinesi, hi-fi ses sistemleri, video kamera) ve otomotiv endüstrisinde bulanık mantık kullanılmakta. (7)
Bulanık mantıktan, insanın gerçekliği ifade ediş yöntemine daha yakın olduğu için, yapay zekâ çalışmalarında da faydalanılıyor. Henüz tartışmalı bir alan olsa da –kimi araştırmacılara göre bulanık mantık yüksek seviyedeki yapay zekâlardan ziyade, düşük seviyedeki makine zekâsında işe yarayabilir.-, bulanık mantık kullanan elektronik sistemlerin, yeterli kesinlikte verinin olmadığı durumlarda klâsik mantığa göre tasarlanmış sistemlerle karşılaştırıldığında daha başarılı sonuçlar ürettiği biliniyor. (8) Gerçek hayatta, laboratuarlardaki gibi kontrollü bölgeler olmadığından, ileride akıllı robotların ancak bulanık mantık desteğiyle daha insanımsı özellikler kazanabileceği çıkarımını yapmak yanlış olmayacaktır. Çünkü bizim beynimiz de ikili mantığa göre değil, bulanık mantığa göre işlemekte. Bulanık mantık, analog dünya ile dijital dünya arasındaki boşluğu kapatmakta elimizdeki en potansiyel vaad eden yöntemlerden biri.
Bulanık mantığı ve önemini tanıtmayı amaçladığım bu yazıyı bitirmeden önce, önemli bir anekdotu da aktarmalıyım. 2000’li yıllarda, bulanık mantık kavramı Türkiye kamuoyunda bir bilimkurgu/distopya roman serisi sayesinde bir dönem epey gündem konusu olmuştu. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu üyeliğine atanan yazar Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi [Kâbus] ve [Rüya] roman dizisinde, “saçaklı mantık” veya “puslu mantık” çeviri tercihiyle “fuzzy logic”ten yoğun olarak bahsedilmekte. Roman dizisinde, parçalanarak dağılan geleceğin Türkiye’sini toparlamak görevini üstlenen “Onarımcılar” adlı hayali bir örgüt, kuantum fiziği, saçaklı/bulanık mantık ve kaos teorisinin sosyal ve politik telmihlerinden esinlenen bir ideolojiye sahip.
Alatlı, o dönemdeki röportajlarında ve yazdığı gazete makalelerinde, Bart Kosko’nun (9) “Fuzzy Thinking” ve Fritjof Capra’nın (10) “Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası” kitaplarından yararlanarak “II. Aydınlanma” olarak kavramsallaştırdığı düşünsel eğilimi sıklıkla dile getirmekteydi. (11) Umarım kendisi, yeni görev alanında da tıpkı eskiden olduğu gibi II. Aydınlanma’nın düşünce alanındaki devrimsel söylemlerini dile getirmeye devam eder.
Sonuç olarak, bulanık mantık, matematik ve fizik yoluyla gerçekliği anlamaya doğru attığımız adımları hızlandırabilecek büyük bir potansiyele sahip gözüküyor. Japonya, Kore ve Çin gibi Uzak doğu ülkelerinin elektronik ve bilgisayar endüstrilerinde milyarlarca dolarlık paya sahip bulanık mantık, Türkiye’deki mühendislerin daha çok ilgisini çekmeli, konunun felsefi ve politik açılımları gündemde –tıpkı 2000’li yıllarda olduğu gibi- daha çok yer almalı. Bulanık mantıkla ilgili ayrıntılı Türkçe bir sunumu aşağıdaki adresten izleyebilirsiniz:
Kaynaklar: