Yaşamının erken dönemlerinde gezegenimiz sürekli bir asteroid bombardımanı altındaydı. Hatta Dünya bu çarpışmalar sayesinde bugünkü halini aldı diyebiliriz. O zamandan bu yana elbette ki çok şey değişti, gezegeni kaplayan geniş mavi okyanuslar ve muazzam bir canlı çeşitliliği gibi. Yine de Dünyamız her yıl uzaydan binlerce ton madde almaya –mikroskobik toz parçacıkları formunda olsa da- devam etmekte. Neyse ki modern zamanlarda dünya yüzeyiyle çarpışan büyük ölçekli bir asteroide çok nadiren rastladık, yine de bu ender durumun zaman zaman gerçekleştiğini biliyoruz.
Örneğin bir zamanlar dünyanın egemen türü olan dinozorların soyunun tükenmesine, 65 milyon yıl önce gezegenimize çarpan dev bir meteorun sebep olduğu düşünülmekte. Şubat 2013 gibi çok yakın bir geçmişte Rusya’nın Chelyabinsk şehrine çarpan göktaşı ise patlamadan önceki 13.000 tonluk ve patlama sonrasında geriye kalan yarım tonluk ağırlığıyla şimdiye dek kayıtlara geçen en büyük meteorlardan biri oldu. Atmosfere ses hızının 60 katı süratle girip 300.000 ton TNT gücünde bir patlama etkisi yaratan, aslında küçük sayılabilecek bu meteor yüzünden bölgedeki 20.000 bina hasar almış ve 1000’in üzerinde kişi yaralanmıştı.
Şubat 2013’te Rusya’ya çarpan Chelyabinsk meteoru görüntüleri
Chelyabinsk meteorundan sonra günün birinde gerçek bir asteroid tehdidiyle karşılaşırsak ne olacağı, hayatta kalıp kalamayacağımız sorusu tekrar ciddi olarak gündeme geldi. Bu sorunun cevabı çarpan nesnenin boyutuna ve nereye düşeceğine bağlı olsa da, kısa vadede büyük bir meteorla baş edecek kapasiteye maalesef sahip değiliz. Çok ufak değilse ne bir asteroidi buharlaştırabilecek, ne de atmosfere girmeden önce onu yörüngesinden saptırabilecek teknolojimiz şu an için yok.
Bu büyük bir problem, çünkü eğer bu gezegende bir müddet daha takılmayı düşünüyorsak –ki öyle gözüküyor!- günün birinde kaçınılmaz şekilde büyük bir meteorla yüzleşmek zorunda kalacağız. Tabii unutmamak gerekir ki sadece asteroidler değil başka tehlikeler de Dünya’yı tehdit ediyor. Mesela ölümcül virüsler, dev volkanik patlamalar ve benzeri doğal felaketler günün birinde medeniyetin ve hatta hayatın sonunu getirebilir. Peki, böylesi katastrofik olaylara karşı ne derece hazırlıklıyız?
Dünya’yı Yedeklemek
Söylemesi acı ama gerçek şu ki hiç hazırlıklı değiliz. İşte bu yüzden çok geç olmadan tek gezegene bağlı olmayan, birden fazla gezegende yaşayabilen bir türe dönüşmek zorundayız. Ünlü blog yazarı Tim Urban’ın bu konuda önerdiği metafor, neden Dünya’yı terk edip kozmosun enginliğine yelken açmamız gerektiğini çok güzel özetlemektedir: Dünya’yı bir tür hard disk olarak düşünün. Bu hard diskte sahip olduğumuz her şey kaydedilmiş durumda. Bütün şarkılar. Bütün kitaplar. Düşünülmüş her düşünce ve yazılmış bütün cümleler. Bütün anılar. Ve bu kadarla kalmıyor, aynı zamanda bütün canlı türleri de bu hard diskte yer almakta. Tüm bunlar bu hard diskte bir Word dokümanında kaydolmuş olsun.
Biliyoruz ki her şeyin kayıtlı olduğu bu hard disk geçmişte sayısız kez çöktü, çöktüğünde de neredeyse içindeki her şeyi kaybettik. Hard diske bir virüs bulaştı ve tüm canlı popülasyonunun üçte ikisi yok oldu. Sert bir nesneye çarptı ve bum! Üzerinde yüklü verilerin neredeyse tamamı silindi. Geriye beyaz sayfalar kaldı. Word dokümanı bozuldu.
Bilgisayarınızda böyle bir şeyle karşılaşmamak için aklınıza ilk gelecek tedbir ne olur? Elbette yedek almak. Urban’ın da dediği üzere, “İçinde oldukça önemli verilerin yer aldığı bir Excel dokümanını barındıran bir hard diskiniz varsa, ve bu hard disk ayda bir veya iki ayda bir çöküyorsa, en son beş hafta önce çökmüşse yapılacak en mantıklı şey ne olur? Dokümanı başka bir hard diske kopyalamak.”
İşte bu yüzden Dünya’yı terk etmeliyiz. Dünya gezegeninde hayatın sürmesinin imkânsız hale gelmesi olasılığına karşı bir koruyucu tedbir olarak yedek bir gezegenimiz olmalı. Elbette böyle gezegenlere araştırma ve keşif amaçlı yolculuk yapmak da gerekiyor ama bunu esasında hayatın kendisini korumak ana amacıyla hedeflemeliyiz.
Elon Musk, Mars’ta 1 Milyon İnsanın Yaşadığı Bir Koloni Kurmak İstiyor
Çağımızın en vizyoner kişilikleri arasında yer alan, SpaceX şirketinin kurucusu Elon Musk işte bu motivasyonla Kızıl Gezegen Mars’ta bir koloni kurmak istiyor. Böyle bir koloninin kurulmasının insanlığın varoluşunun devam edebilmesi için elzem olduğunu söylüyor – Eğer yukarıdaki örnekte bir hard diske benzettiğimiz gezegenimizdeki Excel dokümanının, yani hayatın kendisinin korunmaya değer olduğunu düşünüyorsak-. Bu yüzden Musk, oraya sadece bir grup seçilmiş uzmanın ve bilim insanının değil, çeşitli toplumsal kesimlerden 1 milyon insanın Mars’a taşınması gerektiğini savunuyor.
Wall Street Journal’ın 2013’te düzenlediği bir konferansta Musk bu konudaki duygularını şöyle ifade etmişti: “Ya Dünya’yı diğer gezegenlere yayacağız, ya da soyumuzun tükenme riskini göze alacağız. Bir gün insanlığın soyu kesinkes tükenecek, dış bir tehdit olmasa da zaten bunun gerçekleşmesi için kendimiz elimizden geleni yapıyoruz! Bu kaçınılmaz sondan kurtulmak için ana hedefimiz roket ve uzay teknolojimizi geliştirerek Mars’a insan göndermek ve orada hayatı kurmak olmalı.”
Musk geçtiğimiz yıl roket firması SpaceX aracılığıyla tek seferde 100 kişiyi Mars’a gönderebilecek bir uzay aracı tasarımı üzerinde çalıştıklarını duyurmuştu. (1)
Stephen Hawking’e Göre 100 Yıl Süremiz Kaldı
Stephen Hawking zaman zaman yaptığı sansasyonel açıklamalarla insanlığı uyaran büyük bir beyin. Mesela diğer uzaylı medeniyetlerle temas kurmaya çalışmanın sonumuzu getirebileceğini, bu yüzden eğer bir gün SETI benzeri bir proje sayesinde uzayın derinliklerinden bir sinyal alırsak bu mesaja asla cevap vermememiz gerektiğini (2) öne sürmüştü: “Gelişmiş bir uygarlıkla karşılaşmamız halinde Kristof Kolomb ile karşılaşan Kızılderililerin durumuna düşebiliriz. Biliyorsunuz, o işin sonu iyi olmamıştı.”
Yapay zekâ alanındaki gelişmelerin de insanlığın var oluşunu tehdit eden büyük bir tehlike olduğunu geçenlerde dile getirmişti (3): “Yapay zekâ, kendisini geliştirmeyi sürdürebilir ve hatta kendisini yeniden biçimlendirebilir. Son derece yavaş bir biyolojik evrimle sınırlı olan insanlar, bu tür bir güçle yarışamaz.”
Bu uyarılarını yineleyen Hawking, daha önce 1000 yıl olarak iddia ettiği insanlık medeniyetinin kalan ömrünü, 2017 Mayıs ayında 100 yıl olarak revize ettiğini açıkladı. (4) Hawking’e göre önümüzdeki 100 yıl boyunca insan türü başka gezegenlerde koloni kurmayı ve bu gezegenlerde yaşamayı başarmak zorunda. Aksi halde iklim değişikliği, meteor çarpması, küresel virüs salgınları ve aşırı nüfus artışı gibi sebeplerin bileşkesinden ötürü medeniyetin ve beraberinde insanlığın son bulacağını iddia ediyor.
Yeni Gezegende Yeni Bir Düzen
Şimdiye kadarki bilgimiz itibariyle evrende hayatın filizlendiği tek yerleşke olan Dünya’yı yaşanılmaz hale getirmeyi birkaç bin yılda başardık. Meteorlar veya uzaylı istilası gibi dışsal bir tehditle karşılaşmasak bile insanlık kendi sonunu hazırlamakta son hız ilerliyor. Eğer her şey bu gezegende olduğu gibi sürmeye devam edecekse, taşınacağımız yeni ev-gezegenlerimizde de günlerimizin sayılı olacağı açık. İşte bu yüzden, yeni bir gezegende ancak yeni bir düzen içinde insanlığın soyunu devam ettirebiliriz. Yoksa savaşları, ayrımcılık politikalarını ve servet dağılımındaki eşitsizlikleri de yeni gezegenlerimize taşıyacak olursak harcanacak o kadar çaba boşuna olacaktır. Daha katılımcı ve kolektif bir yeni düzeni öncelikle kendi kök-gezegenimizde inşa etmeye başlayarak hem Dünya’nın barbarlığa doğru çöküşünü durdurabilir hem de başka yıldız sistemlerindeki yeni evlerimizde –belki de diğer uzaylı türlerle beraber- barış içinde bir geleceği kurabiliriz. Hayatın güzelliği bunu hak ediyor…
* Bu yazı Futurism’deki We Must Leave Earth For One Critical Reason başlıklı makale esas alınarak aşağıdaki kaynakçayla beraber zenginleştirilip derlenmiştir.