Geleceği hayal etmek bilimkurgu yazarları için yaratıcı bir egzersiz olabilir, ancak geleceği yaratmak tasarımcıların, mühendislerin ve planlamacıların işidir. Bilimkurgu yazarları bir gelecek teknolojisi hayal eder ve bunu eserlerinde işler. Ardından da bir mühendis bunu gerçeğe dönüştürür. Bugün günlük yaşamımızın vazgeçilmezi olan görüntülü konuşma, bilimkurgu eserlerinden alınan ilhamla hayata geçmiştir. Cep telefonları ise doğrudan Star Trek dizisinden alınmıştır. Bu durum elbette şehir planlamacılığı için de geçerli. Bazı şehirler, geleceğin yerleşkelerini yalnızca hayal ettirmekle kalmıyor onu gerçekten yaşatıyor da. Teknoloji, mimari, altyapı, ulaşım ve sürdürülebilirlik gibi alanlarda olağanüstü ilerlemeler gösteren bu şehirler, insana bilimkurgu filmlerinden çıkmış hissi veriyor. Bazıları sessiz bir ütopya gibi, bazıları da neonların altında dijital bir kaos. Bazılarındaysa ilerleme bir distopyaya dönüşmüş. Her biri başka bir gelecek senaryosunun yaşanabilir versiyonunu temsil ediyor.
Sizler için insana kendisini bir bilimkurgu filmindeymiş gibi hissettiren bazı şehirleri listeledik. Üstelik okurlarımız için güzel bir haber; bu şehirlerin bulunduğu ülkelerin yarısına vizesiz gidebilirsiniz. İşte dünyanın farklı köşelerinde bulunan, âdeta zaman makinesine binip geleceğe gitmiş gibi hissettiren 10 şehir…
Singapur

Singapur, 1819’da İngilizler tarafından kurulan bir liman şehri. 1965’te bağımsızlığını kazandıktan sonra, kendisini sistemli şehircilik, sürdürülebilirlik ve yüksek teknolojiye adayan örnek bir devlete dönüştü. Bugün hem doğayla iç içe hem de ileri teknolojiyle donatılmış olması, onu bir gelecek prototipi hâline getiriyor. Biyo – ütopyanın gerçek hâli denebilir. Şehir devleti olan Singapur, dünyanın en zengin ülkelerinden biri olduğu gibi dünya mutluluk endeksinde de zirvede bulunuyor.
Jewel Çangi Havalimanı’ndaki yapay yağmur ormanı ve 40 metrelik şelale, sanki Avatar filminden fırlamış gibi. Gardens by the Bay’deki süper ağaçlar geceleri ışık saçıyor; devasa canlı makineler gibi göğe uzanıyor. Şehir, dikey ormanlar, çatı bahçeleri ve canlı cephelerle donatılmış durumda. Altyapı tamamen akıllı sistemlerle kontrol ediliyor: trafik, su yönetimi, enerji kullanımı… hepsi yapay zekâ ile optimize ediliyor. Kısacası Singapur, doğayı kaybetmeden geleceği inşa etmenin mümkün olduğunun kanıtı gibi.
Tokyo

Dünyanın en eski başkentlerinden biri var sırada. 1603 – 1809 arasında devam eden Edo döneminden bu yana Japonya’nın kalbi olan Tokyo, 2. Dünya Savaşı sonrası tamamen yeniden inşa edilerek teknolojiyle donatılmış bir mega metropole dönüştü. Bugün, Ghost in the Shell ve Akira’daki siberpunk kültürünün gerçek hayattaki izdüşümü gibi.
Şibuya Kavşağı’nda binlerce insan senkronize bir algoritma gibi hareket ederken, çevredeki dev ekranlar, dijital panolar ve reklam kuleleri ise âdeta bir hologram evrenindeymişsiniz gibi hissettiriyor. Şinkansen trenleriyle 300 km/s hızla ilerlerken zamanın içinde kayboluyorsunuz. Robot garsonlar, otomatik oteller, yüz tanıma sistemleri ve dijital ödeme çözümleri, Tokyo’yu bilimkurgu gerçekliğine dönüştürüyor. Yoğun, şaşırtıcı ve ileri, tam anlamıyla dijital çağın içinde bir kent diyebileceğimiz Tokyo, maalesef son 20 yılda çarpık kentleşme ve betonlaşma sorunları yaşıyor. Japonya bir ada ülkesi ve yüzölçümünün büyük kısmı kentleşmeye uygun değil. Dolayısıyla barınma çok büyük bir sorun ve kentlerin genişlemesi zor. Tokyo da bu sorunlardan nasibini alıyor. Bir zamanlar ütopik diyebileceğimiz kent, artık distopik tanımına daha uygun.
Masdar

2006 yılında Abu Dabi yakınlarında kurulan Masdar, sıfır karbon hedefiyle tasarlanan dünyanın ilk şehirlerinden biri. Norman Foster’ın mimari vizyonuyla hayata geçirilen proje, çölün ortasında sürdürülebilirliğe dayalı bir hayat kurmanın mümkün olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Yollar, yayalara ve sürücüsüz araçlara ayrılmış. Şehir içi ulaşım, yer altında çalışan otonom kapsüllerle sağlanıyor. Güneş panelleri her yapının üstünü kaplıyor; enerji ihtiyacının tamamı yenilenebilir kaynaklardan karşılanıyor. Binalar, sıcaklık farklarını minimize edecek şekilde yönlendirilmiş ve doğal havalandırmayla serin tutuluyor. Masdar, iklim krizine karşı gelecekte kurulacak kolonilerin bir prototipi gibi duruyor.
Songdo

Songdo, Güney Kore’de 2003 yılında sıfırdan inşa edildi. Baştan sona akıllı şehir olarak tasarlandı; her şeyin veriyle, sensörle ve yazılımla kontrol edildiği bir sistem içinde yaşıyor. Kent, insanların neredeyse farkına bile varmadığı bir dijital işleyişle yönetiliyor.
Evlerdeki tüm sistemler uzaktan kontrol edilebiliyor: ısı, ışık, güvenlik ve temizlik… Sokaklarda çöp kutusu yok; çünkü atıklar yer altı vakumlarıyla doğrudan işleme merkezine ulaştırılıyor. Trafik akışı, gerçek zamanlı olarak düzenleniyor. Sağlık, eğitim ve kamu hizmetleri tamamen dijitalleştirilmiş durumda. Songdo, gürültüsüz, pürüzsüz ve algoritmaların yönettiği bir yaşamın nasıl olabileceğini gösteriyor.
Şenzhen

1979’a kadar sıradan bir balıkçı kasabası olan Şenzhen, Çin’in özel ekonomik bölge ilanıyla birlikte dünya tarihindeki en hızlı kentsel dönüşümlerden birini yaşadı. Bugün Huawei, Tencent, DJI gibi Çin’in en büyük teknoloji şirketlerinin evi hâline geldi ve âdeta bir dijital makine gibi çalışıyor. 40 yıl içinde dijital çağın mega kentine dönüştü.
Her yerde yüz tanıma sistemleri, QR kodlar ve yapay zekâ ile çalışan güvenlik kameraları var. Tüm otobüsler elektrikli, ulaşım sıfır emisyon hedefli. Mega kuleler gökyüzünü yararken artırılmış gerçeklik teknolojisine sahip reklam panoları sokakları donatıyor. Şenzhen, teknolojinin kontrol, hız ve inovasyonla birleştiği siberpunk gerçekliğini birebir yaşatıyor.
Almere

Hollanda’nın Flevoland bölgesinde yer alan ve denizden kazanılan toprak üzerine kurulan Almere, 1976’dan itibaren geleceğin planlı yerleşimi olarak geliştirildi. Âdeta sessiz bir gelecek deneyiydi. Diğer şehirlerin aksine burada amaç mega teknoloji değil, doğa ile barışık, mimari olarak yaratıcı ve insan odaklı bir yaşam inşa etmekti.
Şehirde her ev birbirinden farklı; modüler, deneysel ve sürdürülebilir yapılar ön planda. Almere Oosterwold bölgesinde insanlar kendi evlerini yapıyor, kendi gıdalarını yetiştiriyor. Trafik minimize edilmiş, sokaklar bisikletliler ve yayalar için planlanmış durumda. Almere’nin, Gattaca filmindeki gibi steril ama insancıl ütopyaların gerçek hayattaki karşılığı olduğu söylenebilir. Sakin, sade, işlevsel ve tamamen insana dönük.
Dubai

Bir zamanlar küçük bir liman kenti olan Dubai, çölün ortasında yükselen bir gelecek vizyonu olarak son 30 yılda teknolojik ihtişamın simgesine dönüştü. Şehrin ortasında yükselen gökdelenler, yapay adalar ve akıllı altyapılarla âdeta görkemli bir bilimkurgu filminin setine benziyor.
Burj Khalifa, sanki bir başka gezegenin merkez kulesi gibi göğe yükseliyor. Uçan taksi testleri, otonom araç projeleri, robot polisler ve akıllı şehir sistemleri bu vizyonu tamamlıyor. The Palm ve The World gibi yapay adalar, insan eliyle yeniden şekillendirilmiş coğrafyanın bir göstergesi. Dubai, teknolojinin gösterişli yüzünü sergiliyor: cesur, abartılı ama çarpıcı.
Hong Kong

Tarihi boyunca Doğu ile Batı’nın kesişme noktası olan Hong Kong, bugün dikey hayatın siberpunk başkenti olarak akımın estetiğini en fazla hissettiren yerlerden biri. Dikey mimarisi, dar sokakları, neon ışıkları ve dev reklam panolarıyla âdeta dijital bir distopyayı andırıyor.
Geceleri puslu hava içinde parlayan neonlar, yağmur altında ışıkla yıkanan yüzler, gözetim kameralarıyla dolu ara sokaklar, insanların âdeta balık istifi gibi üst üste yaşadığı kafes evleri ile sanki Blade Runner evreninde bir gezinti sunuyor. Metro sistemleri çok katmanlı, deniz ulaşımı yüksek hızlı. Her şey bir arada, sıkışık ama işliyor. Hong Kong, teknolojik modernizmin kaotik ama büyüleyici bir yansıması.
Helsinki

Finlandiya’nın başkenti Helsinki, tarihi yapıyla uyumlu ve kendine özgü yapısını bozmadan oluşturulmuş sade, sessiz ve dijitalleşmiş bir ütopya. Göze çarpan kuleleriyle değil; sakinliği, dijitalleşmesi ve yaşanabilirliğiyle geleceğin akıllı toplumu izlenimi veriyor. Teknoloji insanın gözüne sokulmuyor, arka planda kusursuzca çalışıyor.
Tüm kamu hizmetleri dijital. Vatandaşlık işlemleri, sağlık sistemi, eğitim gibi her şey çevrim içi yürütülüyor. Şehir planlaması yeşili koruyacak şekilde optimize edilmiş. Elektrikli toplu taşıma, bisiklet yolları ve sürdürülebilir enerji altyapısıyla abartısız ama göze hoş gelen bir bilimkurgu ütopyası.
San Francisco

San Francisco, her ne kadar kültürel ve tarihsel yönüyle bilinse de aslında ABD’nin teknoloji, şehir planlamacılığı, altyapı ve yeşil alan entegrasyonu açısından en gelişmiş şehri. Teknolojik geleceğin doğum yeri diyebiliriz. Silikon Vadisi’yle birlikte dünyaya yapay zekâ, otonom araçlar gibi dijital devrimleri sunan şehir, bilimkurgunun merkezlerinden biri sayılabilir.
Google, Apple, OpenAI, Tesla gibi şirketler buradan dünyayı şekillendiriyor. Şehirde otonom taksiler çalışıyor, robot kuryeler sokaklarda geziyor. Aynı zamanda sürdürülebilir kentsel projeler sayesinde doğayla uyumlu bir yaşam hedefleniyor. San Francisco, hem teknolojinin itici gücü hem de yaşanabilir bir geleceğin temel taşı…