Çetin Bal‘ı bilir misiniz? 2000’lerin başından itibaren kişisel çabalarıyla ayakta tuttuğu www.zamandayolculuk.com internet sitesi sayesinde, hem popüler bilime hem de bilimkurguya gönül vermiş birçok insanın kahramanıdır o. Halen yayınını sürdüren internet sitesi, zaman yolculuğundan astronomiye, özel araştırma dosyalarından bilimkurgu eserlerine değin hemen her alanda doyurucu içerikler sunmuş, meraka ve keşfe aç insanların uğrak limanlarından biri haline gelmiştir. Önüne geçemediği UFO tutkusu zaman zaman başına iş açsa da, Çetin Bal’ın onca insanın hayal gücünü uyanışa geçirmiş bir yol gösterici olduğu şüphesizdir. Solucan deliklerini merak edenlerin Stargate dizileri ile, büküm sürüşünü araştıranların Star Trek ile tanışmasına vesile olmuş, bilim ve bilimkurgunun ayrılmaz birlikteliğini pekiştirerek önemli bir hizmete imza atmıştır.
Ülkemizde bilimkurguya ve hayal gücüne katkı sağlamış insanlara duyduğumuz vefa borcunun bir neticesi olarak, bunca yılın ardından Çetin Bal’a ulaştık ve kendisine, “Eğer mümkün olsaydı, Dünya dışı zeki canlılara neler söylemek isterdiniz?” diye sorduk. Sağ olsun bizi kırmadı ve aşağıda okuyacağınız samimi satırları kaleme aldı. Teşekkürler Çetin Bal; hayal dünyamıza bahşettiğin bütün o yazılar için…
“Merhaba.
“Merhaba”, Dünya dillerinden biri olan Farsça kökenli bir sözcük. “Benden size zarar gelmez,” anlamına geliyor. Bizim kültürümüzde, ilk karşılaşma ve temaslarda insanlar selamlaşma amacıyla bu ve benzeri anlamlara gelen sözcükleri kullanırlar. Zaman ve uzayın sonsuza uzanan bu kozmik okyanusunda birbirimize ne kadar uzakta olduğumuzu bilmek mümkün değil. En azından bizim için! Bu mesaj elinize milyon, milyon yıllar sonra ulaşabilir. O süreçte bizim uygarlığımız bilinmeyen faktörlerle son bulmuş bile olabilir. Hatta bu mesajı taşıyan sinyal belki bir solucan deliğinden, belki de bir uzay-zaman çatlağından geçerek uzak bir geçmişe de savrulabilir.
Geçmişte, şimdide ya da gelecekte… Her ne zamanda yaşıyorsanız merhaba…
Bizler Dünya uygarlığı olarak evrende henüz yalnız olmadığımızı teyit edecek bilimsel bir veriye sahip değiliz. Ancak sizler bu mesajı okuyorsanız, evrende yalnız olmadığınızı da artık biliyor olacaksınız. Sizler adına ne mutlu. Uygarlığımızın ulaştığı teknik ve bilimsel verileri, kaç elementi tanımlayabildiğimizi, ölçü birimlerimizi, dil bilgisi kurallarımızı, sosyal sistemlerimizi, insan anatomisine dair biyolojik bilgileri, gezegenimizin jeolojik yapısını, yıldız sistemimize ve galaksimizdeki konumumuza dair astronomik ayrıntıları ekte bulabilirsiniz.
Bizler Dünya insanları olarak henüz bir Dünya Birliği kurabilmiş ve birleşik bir Dünya yönetimi anlayışına geçebilmiş değiliz. Farklı ırkların gezegen yüzeyi boyunca dağıldığı ve farklı sınırlar altında yaşadığı bölünmüş, parçalara ayrılmış bir toplum modelimiz var. Sizler de tıpkı bizler gibi doğal evrimin bir sonucu olarak ortaya çıkmış biyolojik canlılar mısınız bilemiyoruz! Ancak zekanın biyolojik formlar içinde evrimleşerek geliştiğine dair elimizde ciddi ipuçları var. Yine de bir ihtimal yapay zekaya sahip tekno-varlıklar olabilirsiniz. Ya da biyolojik evriminizi mekanik bir seviyeye taşımışsınızdır. Sonuçta evren sürprizlerle dolu ve biz insanlar sürprizleri severiz.
Ortalama ömrümüz 70 Güneş yılı kadar. Henüz ölümsüzlüğü keşfedemedik. Keşfetmeli miyiz, o konuda da emin değiliz. Gezegenimizdeki diğer canlılar gibi biz insanlar da doğanın bir gerekliliği olarak ölüyoruz! Belki ölümlü oluşumuzun da etkisiyle birçok farklı inanç disiplinleri geliştirdik. Türümüzün önemli bir kısmı ölümün son olmadığına, manevi özümüzün sonsuza dek yaşamak üzere başka bir varlık boyutuna ulaştığına ve burada her şeyin yaratıcısı olduğu varsayılan Tanrı tarafından yapıp ettikleriyle yargılanacağına, yargılama sonucunda da ödüle ya da cezaya çarptırılacağına inanıyor.
Henüz bir araya gelip Dünya adına ortak kararlar alamıyoruz. Ayrılıkların, çatışmaların en büyük üç nedeni ırk, ekonomi ve din kavramları üstünden yaşanıyor! Daha temelde çatışmaların nedeni kaynak paylaşımındaki adaletsizlik! Bir zümrenin zenginliklerden daha çok pay almak istemesi de diyebiliriz buna! Dünyamızdaki ülkelerden (Hindistan) bir devlet adamının (Gandi) sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
”Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, herkesin hırsını karşılamaya yetecek kadarını değil.”
Şehirlerimizi aydınlatmak için kullandığımız yapay ışıklar geceleri gördüğümüz yıldızların sayısını azaltsa da, başımızı kaldırıp oralarda bizim gibi uygarlıklar olabileceği umudunu hep taşıyoruz. Kim bilir, belki de gördüğümüz sayısız yıldızdan birisi sizin yıldızınızdır. Belki sizler de göğünüze baktığınızda bizim Güneşimizi soluk bir ışık noktası olarak görüyorsunuzdur. Biz insanlar uzay yolculuklarına henüz yeni başlamış bir türüz. Dünya adını verdiğimiz gezegenimizin Ay adını verdiğimiz bir uydusu var. Bu satırları Dünya tarihi ile 2019 yılında yazıyorum. Uzay araçlarıyla insanlı ilk yolculuğu 1969 yılında bize en yakın gök cismi olan uydumuz Ay’a gerçekleştirdik. Ay’a üç astronot gönderdik. Güneş Sistemimizde 8 gezegen var. Tüm bu gezegenlere insansız keşif araçları gönderebiliyoruz. Ama uzayın büyüklüğünü düşünecek olursak, bunlar sizin için kayda değer başarılar olmayabilir.
İnşa ettiğimiz uzay araçları mühendislik prensibi olarak etki-tepki dediğimiz fizik yasasına göre çalışıyor. Bir yanma odasında patlayan/genleşen gaz ve benzeri yanıcı tepkimel maddelerin egzozdan dışarı atılarak uzay aracını ileriye doğru hareket ettirmesi prensibine tabiler. Aynı durum, atmosfer içindeki yaygın araçlarımız için de geçerli diyebiliriz. Mevcut uzay araçları teknolojimizle ulaşabileceğimiz en yüksek hız saatte ortalama 28.000 km. Güneşimize en yakın yıldız olan Alfa Centauri’ye ışık hızı ile gidebildiğimizi varsaysak bile bu 4.3 yıl sürerdi. Şimdilik ışık hızının en fazla 10’da 1 ‘i kadar bir hız yapabiliyoruz. Işık hızına ulaşmak bizim mevcut teknolojimiz açısından mümkün değil. Ulaşsak bile, ışık hızı büyük mesafeler arasında kısa sürelerde yolculuk yapmak için yeterli bir hız değil. Kuramsal olarak ışık hızını geçecek teknolojiler kurgulansa ve bu konuda fikir tartışmaları yapılsa da, henüz bu yüksek hızlara ulaşmanın bilimsel bilgisine sahip değiliz.
Belki bir gün insan uygarlığı ışık hızını geçebilecek teknolojilere ulaşabilir. Bilimsel bilgilerimiz bize ışık hızının evrensel kozmik bir hız sınırı olduğunu gösteriyor. Belki bir gün ışık hızını geçmeye gerek kalmadan uzay ve zamanı manipüle ederek iki uzak nokta arasındaki mesafeyi kısaltabilecek teknolojiler de geliştirebiliriz. Böylece ışık hızını geçmeye gerek kalmadan iki nokta arasındaki mesafeyi ışık ışınlarından daha kısa sürelerde katedebiliriz. Bu işlem ışık hızını geçmek gibi algılansa da aslında tam olarak yapılan şey mekanı değiştirerek kestirme bir yol oluşturmak. Hızı arttırmak yerine, uzayı bükerek iki noktayı birbirine yaklaştırma fikri uzak yıldızlara kısa sürelerde ulaşmanın anahtarı olabilir! Belki siz bunu çoktan keşfettiniz ve şu an bu satırları okurken bize gülüyorsunuzdur.
İnsan türü olarak kendi aramızda barışı ve birliği sağlayabilmiş değiliz. Dünyamızda farklı bölgelerde çatışmalar ve savaşlar devam ediyor. Ancak bu durum, tüm insanların çatışmacı bir kimliğe sahip olduğunu göstermiyor elbette. İçinde birlik ve barış umudu taşıyan insanlar da var. Hem de sayıları azımsanmayacak kadar çok. Yani bizden hemen öyle umudu kesmeyin. Naçizane, şu an bu mesajı yazan kişi olarak ben de onlardan biriyim. Eğer uzak mesafeleri aşmamızı sağlayan uzay gemilerimiz olsaydı ya da sizler mesajımızı alıp buraya gelseydiniz, birçok insan gibi ben de sizleri dostça ağırlamaktan büyük memnuniyet ve keyif duyardım.
Işık hızı ile hareket eden radyo sinyallerinin uzun mesafelerde zayıflayıp yok olduğunu düşünürsek, bu mesajı okuyorsanız bize çok da uzakta değilsiniz demektir. Belki sinyallerden yola çıkarak gezegenimizin konumunu da yaklaşık olarak belirleyebilirsiniz. Eğer bir şekilde bizi ziyaret edebilecek ulaşım teknolojilerine sahipseniz sizleri daha yakından tanımak için gezegenimize davet etmek isteriz. Gelin, tanışalım. Belki de zamanı ve uzayı manipüle edebilen ve bize “sihirli” gelebilecek teknolojileriniz vardır. Bu sonsuz evrende her şey mümkün! Belki biz insanlar da günün birinde sizin düzeyinize ulaşırız. Tabii önce kendimizi yok etmemeyi başarırsak.
Daha önce de değindiğim gibi, Dünya’da evreni bir yaratıcının yarattığına inanan çok sayıda insan var! Temel argümanları ise, evrenin yaratıcısından tebliğler aldığını söyleyen ve adına peygamber denen kimseler. Bu kimselere tebliğ edilenlere inanan ve hayatlarını buna göre yaşayan büyük kalabalıklar mevcut. Bununla birlikte, herhangi bir dini inanca sahip olmayan; bilime ve akla güvenen insanlar da var! Benim bu anlamda kesin bir inancım yok! Ben biraz şüpheciyim! İnanç kavramı yerine bilgiye ve deneye/kanıtlara dayıyorum sırtımı. Evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığı kanaatindeyim. Bilginin sonsuz olduğuna inanıyorum. Ne kadar bilir ve keşfedersek, önümüzde keşfedilmeyi bekleyen yepyeni ufuklar açılacağı fikrindeyim. Kesin inançlara bel bağlamaktan ziyade, olasılıklara açığım. Türümüzün ünlü gökbilimci ve astrobiyologlarından Carl Sagan’nın bir sözünü sizlerle paylaşmak isterim:
”İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum.”
Eğer hepimizi yaratan bir ilk kıvılcım (ilk neden) varsa, bunu zaman ve uzayın sonsuz geçmişe ve geleceğe uzanan düz çizgilerini takip ederek bulamayacağımızı düşünüyorum. Böyle bir yaratıcı kavramının, zamanın sonunda ya da başında bulunabilecek bir yerde olmadığı fikrindeyim. Böyle bir gücün, ezeli ve ebedi uzay-zaman dairesine ev sahipliği yapan bir tür bilinç alanı olması bana daha mümkün görünüyor. Belki de gördüğümüz ve göremediğimiz tüm boyutları ile varoluş, onun kendisini ifade ediş biçimidir. Belki de bizim gördüğümüz evren, onun zihnimize düşen küçük ve sınırlı bir kesitinden ibarettir. Siz böylesi bir felsefi kavrama ne ad veriyorsunuz bilemiyorum, ama ben ona “sevgi” diyorum. Ben yaratma fiili de dahil, varlık ve yokluk kavramlarının bizim sınırlı küçük insan zihinlerimizden doğan ve meseleyi tam izah edemeyen kavramlar olduğunu düşünüyorum. Evrene dair tüm algı ve teorilerimizin, ”gerçeği tarifte” bir karıncanın, bir kuşun evreni algılayışı düzeyinde kaldığı görüşündeyim.
Bu sinyali alıp tercüme eden siz zeki varlıkların, biz dünyalılardan ne kadar ileride olduğunuzu bilmemiz mümkün değil, ama en azından bizim uygarlık seviyemize yakın bir skala içinde olduğunuzu kabul ederek sizlere naçizane bir tavsiyede bulunmak isterim. Bizler belki de bu sinyali uzaya gönderdikten kısa bir süre sonra yok olup gideceğiz. Belki bir meteor, belki Güneşimizde gerçekleşen tahmin edilemez bir anomali… Sizler bu evrende hayatta kalmayı başarabilirseniz, öncelikli amacınız kendi gezegeninize olan bağımlılıktan kurtulmak olmalı! Bizler henüz kütle çekimini manipüle edemiyoruz.
Gerçi bir gezegene bağımlı olmayabilirsiniz de. Öyle ya, devasa ana gemilerinizle uzayda dolaşan bir uygarlık da olabilirsiniz. Biyolojik olarak birbirimizden yıldızlar kadar uzağızdır belki de. Ama ne olursa olsun, formun içinde beliren zeka ve anlayış hepimizi birleştiren ortak noktamız olarak kabul edilebilir. Hiçbir zaman bir araya gelmeme ihtimalimize karşın, kozmik dostlarınız olarak sizlerden ricam evrenin büyük boşluğunda yaşama uygun her gezegene kendi tohumlarınızı ekin. Bazı tohumlar bu astronomik tarlada tutmasa da, diğer bazı tohumlar tutarak bilgi ve zeka donanımına sahip türlerin evren boyunca yayılmasına vesile olacaktır. Böylece bu büyük sessizlik, yerini biraz daha farklı türlerle buluşabilme umuduna bırakabilsin; bu sonsuz evren, farklı türlerin birbirleri ile tanışma umuduna ev sahipliği yapabilsin…
Uygarlığınıza ait ahlaki kriterleri ya da biz insanlarınkine benzer bir inanca sahip olup olmadığınızı bilemiyorum, ancak bizim uygarlığımızda kabul görmüş tek bir evrensel ahlaktan bahsetmek mümkün değil. Buna rağmen ben ahlakı üç kelime ile özetleyebilirim: Merhamet, şefkat ve samimiyet! Bir kumsalda yaşayan canlılar olarak, okyanustan sadece bir bardak su alıp, “Burada yaşam yok,” dediğimizin farkındayız, ancak tüm okyanusu tahlil edecek bir teknolojimiz maalesef yok! Şimdilik birtakım gözlemler yapabiliyoruz. Ayrıca üstünde yaşam olabilecek ötegezegenleri incelemeye de daha yeni başladık.
Zaten gezegenimiz Dünya’nın eşsiz ve biricik olduğunu düşünmüyorum. Göremiyor, bulamıyor oluşumuz onun var olmadığı anlamına gelmez. Ancak bu iyimserliğimize rağmen, çoğumuz kendisini bu büyük astronomik boşluğun içinde oldukça küçük, sıradan, anlamsız, değersiz, yitik, yalnız, tek başına, terk edilmiş öksüz bir çocuk gibi hissediyor. Ama ben bunun böyle olmadığını düşünüyorum ve büyük bir varlığın küçük ama bir o kadar da değerli parçaları olduğumuzu hissediyorum. Hissettiğim şey, oralarda bir yerlerde başkalarının da var olduğu gerçeği! Bir kumsaldaki her bir kum taneciği özel ve değerlidir. Hepsi tek tek, aynı şefkat ve sevgi ile kucaklanmalıdır.
Evet, sizleri asla göremeyecek olsam da büyük karanlığın içinde orada bir yerlerde olduğunuzu biliyorum, hissediyorum. Bir gün insanlık olarak sizlerle tanışacağımızı umuyorum. Sizlerle bir araya gelme ve tanışma umudu, bu büyük karanlığı çekilebilir ve katlanılabilir yapan tek duygu! Ben tüm bu arayışlarımızın bir gün sonuç vereceğine ve bir araya geleceğimize daima inandım. O günler geldiğinde, bu sonsuz evrenin keşfinde birlikte çalışacağımıza, bilgi yolculuğunda birbirimize yoldaşlık yapacağımıza canı gönülden inanıyorum. Bence bu sonsuz yolculuğu çekilebilir yapan da bu birliktelikler, birbirimize verdiğimiz destekler ve kozmik yol arkadaşlıkları olacaktır!
Tüm Dünya adına sevgilerimle…”
Çetin Bal / Denizli, 2019