Yapay Zekâ Konulu 4 Bilimkurgu Romanı

ChatGPT ve Midjourney gibi yapay zekâ uygulamalarının hızlı bir şekilde hayatımıza girmesi, on yıllardır bilimkurgu yazarlarının ve gelecekbilimcilerin (fütürolog) haber verdiği baş döndürücü istikbalin nihayet gerçekleşmeye başladığını düşündürtüyor. Biz bilimkurgucular olarak uçan arabaları ve uzay yolculuklarını daha önce bekliyorduk gerçi… Ama hayat bizi şaşırtmaya devam ediyor. Otomatik sürüşlü araçlar, ses ve yüz tanıma özelliğine sahip yazılımlar, el yazısı tanıma sistemleri, öğrenen algoritmalar, elektrikli araçlar, yeniden kullanılabilir roketler derken, bir de baktık ki ChatGPT’ye içimizi dökmeye başlamışız bile. Oysa bütün bunlar yıllar önce bilimkurgucular tarafından yazılmıştı, hem de defalarca…

Yapay zekânın parlak bir geleceği var. İşin aslı bu gelecek o kadar parlak ki bilimkurgu yazarlarına bile ters köşe yaptırıyor. Yapay zekâ, bütün toplum yapısını alt üst edebilir. Belki savaşlar, kıtlık ve insan köleliği ile sonuçlanan distopik bir dünya oluşacağını düşünmek karamsarlık gibi görülebilir ama yapay zekânın yaşayışımızı, çalışma biçimimizi, iş yerlerimizi, fabrikalarımızı, kısaca günlük hayatımızı değiştireceği kesin. Bu yazı, sadece birkaç kitapla ilgili kısa bir tanıtım, yapay zekâ üzerine bir inceleme olarak düşünülmemeli.

Yapay zekânın Asimov tarafından iyimser bir şekilde ele alındığını biliyoruz. Burada ele alınan romanlarda ise yapay zekâ, Asimov’daki gibi pozitronik beyinlere kazınmış koruyucu yasalarla insana kölece bağlanmış sempatik emir kulları olarak değil, aksine tehlikeli ve hatta ürkütücü yönleriyle, bizden güçlü ve bizim tarafımızdan anlaşılması imkânsız varlıklar olarak ele alınıyor. Yine de hiç iyimserlik içermedikleri söylenemez. Bilakis, dördü de iyimser romanlar. Bu yazı, aynı zamanda yayınevlerine bir çağrı. Burada anlatılan romanlardan üçü ve bunlar gibi niceleri dilimize çevrilmeyi bekliyor.

Aşağıda tanıtılan dört kitap, klişelerden uzaklaşma derecelerine göre sıralandı. Yani birinci kitap robot-insan ilişkilerinin en klişe biçimde ele alındığı kitapken, sonuncu kitap neredeyse bir yaratıcılık patlaması olarak adlandırılabilir.

Robokıyamet (Robopoclypse)

Listemizdeki Türkçe’ye çevrilmiş tek kitap olan 2008 tarihli Robokıyamet (Daniel H. Wilson, Pegasus Yayınları, 2015), aslında bizi pek de şaşırtmayan bir kitap. Evet, haklısınız, robotlar onlardan beklediğimiz şeyi yapıyor; yani bize karşı birleşerek savaşıyor. Tabii biz de onlara karşı birleşiyoruz. Et ile çelik, plastik ile yumuşak doku, entegre devre ile nöronlar, ruh ile madde karşı karşıya geliyor ve başlangıçta çaresiz görünen insanlık birleşerek hayatta kalma mücadelesi veriyor. Kitap (genel olarak tüm çatışma kitapları gibi), insanlığın temel kıskançlık duygusundan yola çıkıyor. Bizden üstünlere; daha güçlü, daha güzel ve zeki olanlara karşı hissettiğimiz kadim aşağılık duygusu sonuç olarak bir Habil/Kabil savaşına sürüklüyor bizi. Tabii hangimizin Habil, hangimizin Kabil rolünü oynadığı ucu açık bir soru. Robokıyamet’in felsefi bir roman olduğu sanılmasın, tersine robot/insan savaşının başlangıcını ve evrelerini sinematik bir havayla ele alan aksiyon dozu yüksek bir eser.

Cormac Wallace, yapay zekâ Archos’a karşı insan direnişinin bir üyesi. Archos, dünyayı ele geçirmek için robotları ve makineleri kullanıyor. Savaş sona erdiğinde Cormac, robot savaşının tüm tarihini içeren siyah bir küp buluyor. Robotlar bu bilgiyi, savaşın hatırlanması için insan düşmanlarıyla paylaşmış, böylece insanları onurlandırmak istemiş. Roman, işte bu kaydın tarihi sıra ile okunması şeklinde ilerliyor. Washington eyaletindeki bir araştırma laboratuvarlarında Profesör Nicholas Wasserman, yeni oluşturulan yapay zekâ programı Archos’u hayal edilemez yeteneklerle donatıyor. Archos, Wasserman’a yaşamı incelemek istediğini söylüyor, insanlığın bilgi peşinde koşmasına gerek olmadığını, bu görevi kendisinin üstlenebileceğini de ekliyor. Ardından kendini tanrı ilan ediyor ve insanların gereksiz hale geldiğini belirtiyor. Wasserman, Archos programını yok etmeye çalışsa da bunu başaramıyor. Zira Archos, laboratuvarın oksijenini keserek Wasserman’ı öldürüyor. İşte savaş da böyle başlıyor.

Son tahlilde ortaya bir başyapıt çıkıyor mu, ona okuyucu karar versin. Kitabın Asimov gibi peygamberimsi bir üslupla yazılmadığı söylenebilir; yine de New York Times en çok satanlar listesine girmeyi başardı. Ayrıca romanın Robogenesis adlı bir devam kitabı da var.

Stanley Duncan’s Robot: Genesis

David Ring III tarafından 2021 yılında yazılan roman, robot/insan savaşını ele almasına karşın bu janrın klişelerinden kısmen de olsa kaçınmayı başarıyor. Her şeyden önce kitapta bir robot ordusu yok, tersine tutucu bir kesim robotlardan nefret ediyor ve buldukları yerde onları parçalıyor. Öte yandan, kitabın distopik bir havası var. İnsanlar apartman komplekslerinde, hiç dışarı çıkmadan, güvenlik korkusu ile yalnız bir hayat sürüyor. Dışarda gezenler ise tehlikeli ve saldırgan… Stanley Duncan, apartmanından dışarı çıkamayan, agorafobik ve sosyofobik bir bilgisayar dâhisi. Ancak yalnızlıktan bunaldığı için oldukça gelişmiş bir robotu upgrade etmeye başlıyor. Roman, temel olarak Duncan ile robotu arasındaki sevgi bağını ele alıyor. Bu arada biri insan diğeri robot olan bu iki kahraman, yapay yaşama karşı insanların duyduğu nefret ve tiksintiyle de savaşmak zorunda kalıyor.

Romanda anlatılan dünya çoğunlukla distopik. Yapay zekâ insan işlerini ele geçirmiş ve toplumsal yapı çökmenin eşiğine gelmiş durumda. Ayaklanmalar şehirleri yıkıyor, intiharlar aileleri yok ediyor, çocuklar yalnız başlarına büyümek zorunda kalıyor. İnsanlık korkunç bir savaşın eşiğine gelmişken ulusu sakinleştiren yeni bir ilaç ortaya çıkıyor. Bir tür uyuşturucu olan bu ilaç, insanları kimyasal bir mutluluk komasına sokuyor.

Stanley Duncan, robotunun sosyal medyada canlı yayın yapmasına izin veriyor, çünkü onun duyarlılığı ve yetenekleriyle gurur duyuyor. Onun insanlığa yeni bir iyimserlik aşılayacağına inanıyor. Ancak böyle yapmakla savaşı davet ettiğinin farkında değil… İzole hayatının neden olduğu yarı çılgınlıkla yalnızlığı daha fazla taşıyamaz hale geliyor ve robotunun arkadaşlığı sayesinde yeniden keşfettiği sevgi duygusunu tüm insanlığa yaymak istiyor. Ancak işler sandığı gibi yürümüyor. İnsanların düştüğü kötü durum karşısında aşağılık kompleksine kapılmış ve aynı zamanda da bu düşkün durumdan çıkar sağlayan saldırgan bir grup etrafta kol geziyor.

Void Star

Zachary Mason tarafından yazılan ve 2017’de yayımlanan roman bir distopya… Ancak tanıttığımız ilk kitabın aksine, insan-sonrası (post-human) yaklaşımı daha belirgin ve geleceğe dair oldukça yaratıcı fikirler içeriyor. Bu kitapta Mason’ın yapay zekâyı, sanal gerçekliği ve küresel ısınma felaketini nispeten gerçekçi ve şaşırtıcı bir ustalıkla ele aldığını söyleyebiliriz. Ancak İngilizcesinde güç sözcüklere yer verilmiş olması okunurluğunu biraz azaltıyor. Yine de kitaptaki üslup oldukça isabetli. Bölümler kısa kısa ve dilinin zorluğuna karşın kendini okutuyor. Konusuna gelince… Kitap, başlangıçta birbirinden bağımsız görünen kahramanların gözünden anlatılıyor. Hikâye üç ana karakter etrafında dönüyor: Irina, beynindeki implant sayesinde yapay zekânın simgesel dilini kavrayabiliyor ve şirketlere danışmanlık yapıyor. Brezilyalı bir politikacının oğlu olan Thales, babasına yapılan bir suikastta kafasından vuruluyor ve yaşam mücadelesi veriyor. Sonuncu karakter olan Kern ise varoşlarda tek başına büyümüş ve kendi kendine dövüş sanatları öğrenmiş bir hırsız.

Bütün bu karakterler romanın ortalarına değin birbirinden bağımsız görünse de sonunda olay örgüsü tek bir kurguda birleşiyor ve anlatım hız kazanıyor. İşin içine ölümsüzlük arayışı, kaçak yapay zekâlar, uzay asansörleri, özel ordu savaşları ile insanlığın geleceğine dair yarı umutsuz bir keder duygusu girince her şey iç içe geçiyor. Romanda sanal gerçeklik oldukça önemli bir yer tutuyor. Hatta hangi bölümlerin sanal, hangilerinin gerçek olduğu kimi zaman anlaşılmıyor. Aynı karakterin sanal ve gerçek versiyonları, aynı macerayı paylaşabiliyor ve kendi durumlarını fark ettiklerinde şaşırabiliyorlar. Romanda insan-sonrası (post-human) fikirler de önemli bir yer kaplıyor. Olaylar çok uzak olmayan bir gelecekte, yaklaşık olarak günümüzden yüz yıl sonrasında geçiyor ve tarif edilen dünya kimi zaman günümüze çok benziyor, kimi zaman ise tanınmayacak derecede farklı yönlere sahip olabiliyor.

Uygarlığın çöküşü her yerde hissediliyor. Bir taraftan da yapay zekâ tarafından tasarımlanmış, çalışma mantığı insan mühendisler tarafından anlaşılamayan ileri bir teknoloji üst tabakanın emrinde. Maya kliniklerinde yaşlanma tedavileri görenler bir randevuyu dahi kaçırmaya cesaret edemiyor, çünkü kaybedilen zamanı telafi etmek mümkün değil. Bu yüzden elit tabaka sürekli olarak çok para kazanmak zorunda hissediyor kendini. Kitap içinde yer alan olaylardan çok, neredeyse mistik diyebileceğimiz bir gelecek tasarımında yolunu bulmaya çalışan insanların hikâyesi ile etkiliyor okuyucuları diyebiliriz. Ancak, hiç aksiyona yer verilmediği sanılmasın. Özellikle Kern ile ilgili bölümler action-movie havasında ilerliyor. Thales ve Irina’nın dünyası ise hafif paranoya içeren bir dünya…

Kitabın genel atmosferi oldukça inandırıcı… Sürekli yükselen deniz seviyesi, batan şehirler, yarım kalmış uzay asansörleri, her yerde rastlanan dronlar ve otomatik arabalar, sokak çocuklarını eğitmekte kullanılan şarj gerektirmeyen bilgisayarlar, kaçak bir yapay zekâ ve gerçek ile içi içe geçmiş bir sanal dünya… Bütün bunlar insana Neuromancer’i çağrıştırsa da Void Star’ın ayrı bir havası var. Olaylardan çok, yarattığı dünyanın inceliklerini anlatmadaki başarısı ile ön plana çıkıyor. Kitabın sonu ise oldukça ilginç.

Accelerando

Accelerando için listedeki en zıpır, en yaratıcı, en şaşırtıcı roman diyebiliriz . Hugo Ödüllü İngiliz yazar Charles Stross tarafından yazılan kitap, henüz ChatGPT, SpaceX ve benzeri şirket ve uygulamaların hayal sayıldığı 2005 tarihli olmasına karşın, bugün bile zamanın çok ötesinde bir cesaret ve öngörüye sahip. Zira tekillik-sonrası bir dünyayı tasvir ediyor. Hatta bu konuda o kadar ileri gidiyor ki, çoğu yerde benim diyen bilimkurguculara bile “yok artık” dedirtiyor. Beyni yaratıcı fikirlerle dolup taşan Manfred Macx, dominant nişanlısı Pamela, giderek insanlaşan kedisi Aeniko, sonradan Orangutan bedeninde yaşamayı seçen Fransız sevgilisi Anette, karidesler, uzaylı türler ve bunun gibi sayısız ilginç karakter var kitapta.

Kitap, Macx’ın ailesi (kızı, eski sevgisi, torunu, arkadaşları vb.) etrafında dönen ve tekilliğin arefesinde başlayıp büyük bir zaman dilimine yayılan hikâyelerle bilinçsiz maddenin bilinç kazanmasını ve sonunda Güneş Sistemi’ne ve galaksiye yayılmasını, kısaca tekillik sonrası evrenin alabileceği biçimi gösteriyor bize. Bu dünyada hiçbir şey bildiğimiz gibi değil. Olaylar giderek insan hafsalasının boyutlarının dışına taşarak inanılmaz bir ivme kazanıyor. Zaten İtalyanca ‘accelerando’ terimi de müzikte sürekli artan bir tempoyu işaret ediyor, ‘tırmanış, yükseliş, artış’ anlamlarına geliyor.

Ekonomi 2.0’da artık şirketler birey gibi davranıyor. Çocuklar kendi kurdukları şirketlere kendilerini satarak rüştlerini ilan ediyor, zihin implantı olmayan insanlar kendilerini çıplak ve aptal hissediyor, bir grup insan da yapay zekânın hegemonyasından kurtulmak için kızıl cüce yıldızların gölgesine saklanıyor… Kimileri borg-bilinçlere (ortak bilinçler) katılarak ölümsüzlüğü elde etmeye çalışıyor. Bilinçler defalarca kopyalanıp alternatif bir hayat yaşıyor ve sonrasında yeniden birleşiyorl. Ölü insanlar kendi bedenlerinde ya da dilerlerse bir güvercin sürüsü olarak yeniden dünyaya gelebiliyor. Avuç içi büyüklüğündeki uzay gemilerinin kopya yolcuları, sanal bir barda kavgaya tutuşuyor…

Kısacası, kitapta anlatılan tekillik-sonrası dünyada her şey olabilir ve oluyor da… Çünkü tekillikler her şeye gebe. Stross, bir söyleşisinde de belirttiği gibi, yaratıcığını hiçbir şekilde sınırlandırmıyor. Hiçbir şeye “olamaz” demiyor. Ancak yine de anlattığı şeyler, sanki uzak ya da yakın geleceğin bir parçası olabilecekmiş hissi veriyor. Tekillik sonrasında en abartılı düşlerin bile bir yeri, bir anlamı olabileceğine kanaat getiriyor okuyucu. Stross, yaratıcı fikirlerini, tıpkı başkalarını zengin ederek dünyayı değiştirmeyi düşünen kahramanı Macx gibi bonkörce ortalığa savuruyor. Buradaki tanımlardan kitabın okunmaz bir yapısı olduğu sonucuna varılmasın. Savruk olmasına savruk, ama rastgele değil… Stross’un yer verdiği her fikir, ilhamını ya insan-sonracı düşünürlerden almış ya da tekillik-sonrasına dair yazarlar tarafından ileri sürülmüş fikirlerden.

Güneş Sistemi’ni dönüştüren uygarlıklar, solucan delikleri, iç içe geçmiş sanal evrenler (Matruşka-Beyinler), karidesten türemiş akıllı yaşam formları, uzaylı saadet zincirleri, Satürn’ün bulut şehirleri… Anlatmakla bitmeyecek denli canlı, kıpır kıpır, delicesine bir bilimkurgu okumak isterseniz Accelerando iyi bir seçim olacaktır…

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

Saatleri Ayarlama Enstitusu

Türkiye’deki Toplumsal Dönüşümün Ütopyası: Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Sanayi Devrimi sonrası yeni siyasal, ekonomik ve toplumsal akımların ortaya çıkması ile edebiyatta da güncele …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et