Ren | Vahit Emre Güneş (Kısa Öykü)

Sergey sedyede gergin bedeniyle yatıyor, ama kurtulmaya çalışmıyordu. Faydası olmadığının farkındaydı. En zinde olduğu gençlik günlerinde bu tiplerin bir ya da ikisini alt edebilirdi belki de, bugün üzerine çullanan, bir nefes alımlık süre geçmeden onu sedyeye yatırıp bağlayan dört üniformalı izbandut vardı. Bunlardan biri göz kapaklarını araladı, Ren’in uzattığı şırıngadan ceset gibi kokan bir sıvıyı gözlerine boşalttı. Buna her iki gözü de şişerek tepki verdi, gözünün şişerek büyümekte olan akı bir yandan da mat bir titanyum rengine döndü. Gözleri şişmeye devam ediyordu, yırtılan gözkapaklarından damla damla sızan kan yanaklarının üzerinde toplanıyor ve şakaklarından akıp başının arkasına doğru damlıyordu. Gözler şişip yuvalarını zorladıkça damlalar sıklaştı, yavaş ama sürekli bir akıntıya dönüştü. Gözleri şişmiyordu, yırtılan göz kapaklarından öne doğru kendilerini çıkartıyordu. Çıkan gözlerin irisleri her zamanki canlılığıyla etrafa bakıyordu ama geri kalanının biyolojik olduğuna kimse inanmazdı. Birbirini dik kesen çizgiler, çeşitli geometrik izler belirgindi. Yapay gözler kendilerini göz yuvalarından çıkartırken iki küre arasındaki bağlantıyı sağlayan köprü de burun kıkırdağını parçalayarak kendi yolunu açıyordu. Burun derisinin de yırtılması ile kan akışı biraz daha hızlandı. Sedyedeki kırmızı leke gittikçe daha hızlı büyüyordu. Çıkartma işlemi bittiğinde iki yapay göz sedyedeki kan lekesinin üzerinde kendilerini kapattı. Gözleri sinir demetine bağlayan veri hatları, yeni doğmuş bir bebeğin göbek bağı gibi göz çukurlarına uzanıp şimdi kanla dolu derinliklerinde kayboluyordu. Bir sonraki konağa yerleştirilene kadar irisleri korumakla görevli metalik diyafram kapanırken, veri hatları kendilerini sinir demetlerinden ayırdı, bir kertenkelenin kuyruğu gibi gözlerin etrafına dolandı, sonra hareketsiz kaldı. Sergey, karşıdan kendisine bakan yaşlı Çinliyi hatırlıyordu. Son birkaç haftadır görüşüyorlar ve bir şeyler planlıyorlardı ama planı hatırlamıyordu. Plan çok önemliydi, ama neden önemli olduğunu hatırlamıyordu. Buraya gelişini gizli tutmaya çalıştığını hatırlıyordu. Kimden ve neden, düşündükçe zihni bulanıyordu. Yüzünün parçalanmışlığına ve zonklamalar şeklinde zihnini döven acı dalgalarına hiç de aldırış etmeyen bir gülümseme yerleşti yüzünde. Ne bir çığlık, ne de başka bir ses. Sakince konuştu. “Teşekkürler, Ren.” dedi. “Sayende artık özgürüm.” Koluna bir şey batırıldığını hissetti. Birkaç saniye sonra yüzünde acı hissetmiyordu. Bir saniye daha sonra huzurlu bir uykuya daldı.

Ren laboratuvar kompleksine girdiğinde, iki asma katı birbirine bağlayan köprülerden birinin üzerinde Sergey’i gördü. Anlaştıkları buluşma noktasında beklemeyip kendi başına hareket ettiğine göre bir şeyler yolunda değildi. Belki de olabildiğince az sayıda kişinin buradaki varlığından haberdar olmasını sağlamak için güvenlik sistemine Sergey’in yüzünü sahte kimlik bilgileri ve geniş yetkiler ile tanıtmak o kadar da iyi bir fikir değildi. Daha önemlisi, planın son halkasında yaptığı değişikliği öğrenip öğrenmediğini bilmiyordu Ren. Öğrendiyse, zaten her şey için çok geçti. Her ihtimale karşı, bir an önce laboratuvara varmalıydı. Asansörleri kullanamazdı, güvenlik kameralarına görünmemeliydi. Etrafına bakındı, bir toplantı salonundan çıkmakta olan 8-10 kişilik bir gruptan yardım istedi. Neyse ki hepsi de siyah takım elbise giyiyordu. Binanın içindeki herkesi yüzünden tanıyıp bulundukları yerde bulunmaya yetkileri olup olmadığını kontrol eden yazılım, omuz omuza yürüyen 10 kişilik siyah takımlı bir grubun içinde yüzünü siyah ceketiyle örtmüş 11. kişiyi fark edemezdi. Çalışanları, Ren’in kendi şirketinin laboratuvar binasında kimden neden saklandığını anlamadı tabii ki, ama sormaya gerek duymayacak kadar da güven ve saygı duyuyorlardı ona. Bu şekilde grubun içinde saklanarak ve ikinci kattaki laboratuvara sadece yaşlı bacaklarıyla becerebileceğinden çok daha çabuk vardı. Laboratuvarın kapısına geldiğinde kapıya bakarak küfretti. İçeri girebilmek için kapıdaki okuyucuya irisini okutmak zorundaydı. Bunu yaptığı anda, bir veri tabanında kimliği ve girdiği alanın kodu kaydedilecekti. Eğer bu veri tabanı izleniyorsa, Sergey’e hazırladığı sürpriz bozulacak ve her şey boşa gidecekti. Diğer yandan, Ren’in laboratuvarda olmasını tehdit olarak algılamayabilirlerdi. Riski almaya karar verdi ve laboratuvara girdi. 4 kişilik güvenlik ekibi kapının diğer yanında, içeri giren kişinin üstüne çullanmaya hazır bekliyordu. Ren’in yüzünü görünce rahatladılar. Aslında güvenlik ekibi, kendi bulunduğu bölgeye giren kişilerden anında haberdar edilir ve kapının kilidi sonra açılırdı. Ama Ren’in son dakika talimatları üzerine bu 4 kişi cortex implantlarını devre dışı bırakmıştı.  Bu sayede alan erişimlerini de kontrol eden güvenlik yazılımı ile iletişimleri kesilmişti. Sergey’e hazırlanan sürprizin bir parçasıydı bu da. İmplantlar iletişimde olsaydı, 4 tane güvenlik görevlisinin laboratuvarda beklediği sistemde kayıtlı olacak, bu bilginin NSA üzerinden Sergey’e kadar sızması riski olacaktı. Kendini neyin beklediğini kestirebilirse laboratuvara girmezdi. Ama Sergey içeri girdi, üzerine çullanan güvenlik görevlilerinin marifetiyle şaşırmaya bile fırsat bulamadan sedyeye yatırıldı ve bağlandı. Planın son aşamasında yaptığı değişikliği hem Sergey’den hem de NSA’den saklayabilmenin memnuniyeti ile gülümsedi Ren, ve adamlarına başıyla sessiz bir onay verdi.

Özel jetinin mürettebatına Yeni Zelanda’ya gideceklerini söylemiști Sergey. Hawaii’deki yakıt ikmalinden bir saat sonra uçağının herhangi bir radarın menzilinde olmadığına emindi. Pilotların yanına geçti, radyolarını ve transponderlarını kapattırdı. Artık kimsenin haberi olmadan rotasını Shanghai’a çevirebilirdi. Saatler süren uçuş boyunca normal heyecanının dışında bir şey hissetmedi. Ne hissetse normalin dışında olurdu, onu da bilmiyordu. Her hangi bir hissinin normalin dışında olduğuna nasıl karar vereceğini düşündü. Duygularınını beyninin hipokampus bölgesinin ürettiğini biliyordu. Öfke ve korku ise hipokampusun hemen dibindeki amigdalanın sorumluluğundaydı. Buraya kadar her şey açık diye düşündü. Ama Ren’in anlattığına göre, beynin korkeks bölgesi henüz evrimleşmemişken hipokampus, ondan daha da önce ise amigdala evrimleşmişti. Yani temel olan öfke ve korkuydu, bunların üzerine diğer duygular, en son da soyut düşünceler evrimleşmişti. Ren’in iddiasına göre, düşünceler duyguların, duygularsa iki temel güdünün üzerine inşa ediliyordu. Bu, tüm düşünceleri o anki duygularına uygun olacak şekilde üretiliyor demekti. Sergey hayatı boyunca mantıklı biri olmuştu, duygularını kontrol etmeyi bilmişti. Şimdi, sadece Ren öyle olduğunu söyledi diye, 180 derece dönüp düşüncelerinin duygularının kontrolünde olduğuna inanmıyordu. Dikkatini kaybetmezse, olması gerekenden farklı bir duyguyu kolayca ayırt edeceğine emindi. Biraz uyudu. Uyandığında, uçak neredeyse pistin üzerindeydi. Sadece bir pist ve bir hangardan oluşan küçük bir alana inmişlerdi. Küçük bir havaalanını dünyadan kopararak bir uçağın inişini uluslararası hava kontrol ve suç önleme sisteminden gizli tutmak dev uluslararası alanlara göre daha kolay olmalıydı. Uçağı hangara girdiğinde Sergey’i kendini bekleyen arabaya bindi. Yola çıkarken, duygularının normalliğinden duyduğu huzurla yeniden uykuya daldı. Uyandığında bir otoparktaydı. İndi. Araba yolcusunu indirdikten sonra sessizce uzaklaştı. Sergey nerede olduğunu ve nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu. O da nereye gitmesi gerektiğini bilmeyen herkes gibi kalabalığa doğru yürüdü. Laboratuvar binası herkesin gittiği tarafta olmalıydı.

Ren kulağındaki çınlamanın normal bir çınlama olmadığını anladığında aklına gelen en okkalı küfür bile öfkesini tükürmeye yetmedi. Bir anda başlayıp, yarım saniye sonra zayıflayan, bir an biraz daha güçlenip sonra yok olan, sürekli değişen bir ritmle aynı döngüyü tekrarlayan bir çınlama doğal olamazdı. Kenelenmiş olmalıydı. Çınlar gibi yapan sol kulağını işaret etti. Koruması keneyi kendileri geliştirdikleri cımbızla çekerken elektrotların derisinde açtığı deliklerden sızan kan birleşip bir damla oluşturdu, ama hiçbir yere akamadan orada asılı kaldı. Sıcakkanlı herhangi bir canlının bedeninden çaldığı elektrikle çalışan böceklere kene adını takmıştı istihbaratçılar. Kendi pillerini taşımak zorunda kalan bir önceki nesil cihazlardan daha küçüklerdi ve fark edilmedikleri veya bir şekilde bedenden koparılmadıkları sürece çalışmaya devam ediyorlardı. Hem fark edilmemek, hem de bu bilgileri gönderdiği organizasyonların işine yarayacak sesleri, görüntüleri toplayabilmek için ya burnun içine ya da kulak kanalına yerleşmeye programlıydılar. Ren kenenin burnu yerine kulağını tercih etmiş olduğu için kendini şanslı hissediyordu, eğer burnunda olsaydı onu ele veren radyo sinyali girişimlerini hiçbir zaman duyamazdı. Kenenin radyo vericisinin, Ren’in yapay orta kulağındaki elektronik devrelerle girişim yapacağını kimse tahmin etmemiş olmalıydı. Kene, içinden elektrik çalamayacağı kadar saflaştırılmış sudan oluşan yeni ortamında boğulurken, NSA’nin sadece bir adım arkalarında olduğunu düşünüyordu Ren. Bir dakika öncesine kadar ne zaman nerede olduğunu, ne duyduğunu, ne söylediğini biliyorlardı. Ne zamandan beri? Önemli soru buydu. Kulağı ilk çınlamaya ne zaman başlamıştı? Bir önceki akşam laboratuvar ve güvenlik ekibine talimatlarını geçerken kene kulağında mıydı? Eğer öyleyse, Sergey’in hedefe ulaşmasını engellemek için her şeyi yaparlardı. Talimatları bilmiyorlarsa, buluşmanın gizli tutulmasından şüphelenir ama amacı bilmedikleri için bilgi toplamaya devam ederlerdi, bu da hala bir adım önde olma şansı demekti. NSA daha çok bilgiye ulaşıp niyetlerini tahmin etmeden planı sonuçlandırmak zorundaydılar.

Yürürken Ren’in hangi laboratuvarda ne gibi teknolojileri pişirmekle meşgul olduğunu merak etti. Önce Çin, sonra da dünya piyasalarını geliştirdiği teknolojilerle alt üst eden bu adamın bir sonraki adımını öğrenip ondan önce davranabilse kazanabileceği parayı düşündü. Bu düşünce ile hırslanarak adımlarını hızlandırdı. En azından bir teknolojiyi ele geçirmeli ve ülkesine dönüp servetine servet katmalıydı. Normal olanı buydu. Ren, laboratuvarlarına giriş yetkisi vererek büyük bir aptallık yapmıştı. Her normal iş insanının yapacağı gibi kendi kârını optimize edecek şekilde hareket edecekti. Normal olan buydu. Bu fırsat bir daha geçmezdi eline. Biraz daha yürüdü. Laboratuvar kompleksinin içinde tek başınaydı. Ren, buluşmak için anlaştıkları noktada değildi. Harika, henüz varmamış olmalıydı. Hemen istediği laboratuvara girebilir, işe yarayacak gibi görünen şeyleri alıp dışarı çıkabilirdi. Kompleksten çıkıp Shanghai’ya vardığı anda kimse bulamazdı artık onu, Amerikan konsolosluğuyla iletişime geçip kendini aldırtabilirdi. Her detayı planlamamıştı ama buna rağmen gayet sakindi, yapabileceğine emindi. Üst kata çıktı, en çok ilgisini çeken nöronal veri yolları ve duyu implantları laboratuvarını buldu. Kapının önüne geldiğinde hırsı artık zihnini yakacak kadar güçlenmişti.

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

gezegen astronot uzay

İmkânsıza Yakın | Sa Bahattin (Kısa Öykü)

O gün, gezegene inişimizin on dördüncü günüydü. Son birkaç gündür yaptığımız gibi örnek toplamaya çıkmıştık. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et