Komplo Avcısı | Selim Erdoğan (Kısa Öykü)

Tamam o halde başlayalım. En kötüsü bu uğultu ama bu makine herhalde bunun da altından kalkacaktır. İki gündür buradayım. Altıncı dereceyi sorduktan sonra başladı uğultu. Işık şiddeti de yarı yarıya azaldı. Sanki büyük bir kısa devre var. Soruyla ilgisi var mı bilmiyorum. Bağımsız kaynakla çalışan bir algoritma çözücüm var. Onu sisteme bağladım. Şimdilik bir cevap vermedi ama çalıştığına ilişkin yeşil led yanıp yanıp sönüyor.

Neyse baştan başlamalıyım. Öncelikle çok zenginim. Babam armatördü. Gemileri dünyanın bütün denizlerinde dolaştı yıllarca. Bense denizden sadece yüzerken hoşlandım. Babamın işlerine hiç merak duymadım. Başka meraklarım vardı çünkü. Olayların arkasındaki gerçekleri merak ederim. Görünen yüzleriyle yetinmem. Bir arka katmanını bilmek isterim. Sonra da bir arka katmanını bilmek. Güç budur işte. Herkesin bildiğinden fazlasını bilmek.

Birinci Dünya Savaşı’nın gerçekte neden başladığını (Birleşik Model Tren Yapımcıları Birliği’ni duydunuz mu?), Rus Devrimi’nin arkasında yatan nedenleri (Barlow Belediye Başkanı Michael Drinko’nun kim olduğunu bilir misiniz?) Amerikalıların Apollo programına neden o kadar para harcadıklarını, neden Ay denen o beyaz toz yığınına gittiklerini? Yoksa Ruslara gösteriş olsun diye oldu mu sanıyorsunuz bütün bunları? (Bir ipucu vereyim. Cezayir bağımsızlık savaşı ile ilgisi var evet. Cezayir Bağımsızlık savaşının da Alcom adlı maden şirketiyle ve bu şirketin de…) Bunu öğrenmek için sabırlı olmanız gerekiyor. Ve bütün bunların arkasında (Rus devrimi, İkinci dünya savaşı ve Ay’a yolculuk ve diğer her şey) başka bir şey var. Onu da sonraya sakladım. Ben bütün bunları öğrenmek için yıllarca çalıştım siz de biraz bekleyiverin.

Michael Drinko, Barlow Belediye Başkanı (1904-1910)

Neyse bütün bunlar ben tam on bir yaşındayken Levent’deki evimizin mutfağında başladı. Yemek yiyordum. Spagetti. Boğazıma bir şey takıldı. Tam parmak basma noktasına. Yutmaya çalıştım ama boğazımdaki baskı arttı. Uzun bir şeydi. Öğürdüm. Elimi ağzıma sokup ucunu buldum. Çekince geri gelmeye başladı. Beyazdı ve üzerinde krem rengi makarna parçaları vardı. Görüntüden mi yoksa boğazımdaki hareketten mi bilmiyorum bir kez daha öğürdüm ve yediklerimi (biraz makarna, bir tabak mantar çorbası ve kaçak yenmiş çukulatalar) kustum. Okul için giydiğim elbise batınca ağlamaya başladım.

Uzun bir solucana benzeyen şeyi yere attım. Kalınca bir sicimdi bu. Burnumu çeke çeke kızgınlıkla baktım aşçıya. Evet suç onundu. Aşçı hemen müdahale etti. Yerdeki sicimi bir peçeteyle aldı ve çöpe attı. Ardından da bir tencere spagettiyi. Beni annem gelmeden susturmaya çalışırken bir yandan da “bunun hesabını vereceksin itoğlu” diye söyleniyordu. Ben merakla sordum; “Kim verecek hesabını?”.

Şüpheli gözlerle yanları kolaçan etti. “Hilmi” dedi.

Bahçevan mı?

Evet ufaklık” diye fısıldadı. Ben sicimle haftada iki kez gelen ve elinde makas bahçeyi dolaşan yaşlı adamın ilişkisini kurmaya çalışırken aşçı bahçeye açılan kapıyı sıkıca kapattı. Zemini ve masayı hızla sildi. “Bilmen gereken şeyler var” dedi gizemli bir tonda. Başka bir bez alarak pantolonumu silmeye başladı. “Bununla gidebilirsin okula. Değiştirmene gerek yok” Sonra bir sandalyeyi yanıma çekti ters oturdu. Kollarını arkalığın üzerine rahatça yerleştirdi. Şaşkın bakışlarla onu süzerken ağzımdaki acı tadı yok etmek için yeni bir kaçak çukulata parçasını işe yollamıştım bile. “Daha küçüksün.” dedi yine fısıltı tonunda. “Hayat, çocuk… Hayat bildiğin gibi değildir. İlk görüntü sadece vitrindir.” Kafasını hafifçe kaldırdı. “Vitrin nedir bilir misin?” diye sordu kaşı şüpheyle yükselirken.

Evet.” dedim gururla.

Hah… İşte onun gibi.” diye devam etti. “Vitrinde sergilenen mallar seni aldatmaya yöneliktir. Arkada ne var onu göremezsin vitrinde.” Boş boş bakmaya başladığımı fark edince makarnaya gelmeye karar verdi. “O ipi o attı tencereye” dedi aniden. “Dalları desteklere bağlamakta kullanılan ip…” Devamı gelmedi ama.

Neden?

Parmaklarını şaklattı. “İşte sorman gereken soru bu. Neden? Yiyince öğürecektin. Öyle olmadı mı?

Öyle oldu.

Ve hatta kusacaktın… Öyle olmadı mı?

Evet öyle oldu” dedim tüylerim diken diken olmaya başlarken.”

Her yer batınca annene durumu anlatacaktın. Onlar da beni kovacaklardı. Hilmi de oğlunu aşçı olarak işe aldıracaktı. Ve böyle olmadı. Çünkü komployu meydana çıkardık. Öyle olmadı mı?

Öyle mi oldu?” dedim bu kez. Söylediklerini düşünüyordum. Birden anladım. Evet evet öyle olmuştu. “Evet” dedim heyecanla. “Ama komplo nedir?

İşte tam olarak bu” dedi aşçı. “Çözdüğümüz şey. Hilmi bana komplo kurmuştu.” Sevmiştim bu kelimeyi. Komplo.Vay be havalı kelimeydi. En azından o yaşta bana öyle görünmüştü. Hayatın özü olduğunu henüz bilmiyordum.”Hayat çocuk… Bunlarla doludur.” dedi bilgiç bilgiç. “Peki nasıl anladın?” diye durdurdum onu. “K-kompleyi nasıl anladın?

Komplo” diye düzeltti. “Vitrin kimin işine yarar ona baktım.” Vay canına. Basit ve harika bir formüldü. Bahçevan bir ay sonra kovuldu. Bahçedeki çiçeklerin dörtte üçü ölmüştü. Başka bir bahçevan getirdi babam şirketten. Aşırı gübre atılmış çiçekler ondan ölmüştü. Hilmi’nin babama “Bana komplo kurdular. Otuz beş yıllık bahçevanım. Nereye ne kadar gübre atılacağını bilmem mi?” dediğini duydum odasının açık kapısından. Sonra işte aşçının kardeşi başladı.

O soruyu sordum: Çiçeklerin ölmesi kime yaradı? Evet işte kendi başıma büyüklerin dünyasından bir komplo yakalamıştım. Gübrelerin durduğu müştemilatın anahtarı aşçıda vardı. Babamın annemin bilmediği bir şey biliyordum. Ama onlara söylemedim bunu. Babam denizciliği bilirdi. Bende evde dönen oyunları biliyordum.

Derken kendimi her alanda komplo peşinde buluverdim. Okulda kırılan pencerenin arkasında mahalle camcısını görmem bir saniyemi alıyordu. Kırılan pisuvar biraz daha çalışma gerektiriyordu ama. Ama onu da buldum. Altıncı sınıflardaki çocuklar birkaç gün birinci kattaki tuvalete yığıldılar. Sonunda kavga çıktı. Tuvalet aynalarından ikisi düşüp kırıldı. İş ilginç bir şekilde camcıya gitti yine. Anlıyorsunuz değil mi?

J.F.Kennedy Suikasti, 22 Kasım 1963, Dallas Texas

Lisede komplolar keşfetmeye devam ettim. Derken gerçek madeni keşfettim: Siyaset. Uluslararası politika ve ekonomi. Artık sadece bu konu üzerinde okuyor, düşünüyor notlar alıyordum. Yaşanmakta olan olaylar var ama bir de geçmiş vardı. Savaşlar neden çıkmıştı, Kennedy’yi kim öldürmüştü, Lee Oswald’ın annesi suikast günü Krakow’daki yeğenini arayıp neden portakallı kek tarifi vermişti ve portakal Illuminati sembolizminde ne anlama gelmekteydi?

Hitler nasıl ortaya çıkmıştı, Theodor Casella iddia edildiği gibi birahane darbesi sırasında öldüyse tam on altı yıl sonra Kahire’de bir otel odasında ölü bulunan, üzerinden sahte Odor Pastella kimliği çıkan ve kız kardeşinin Theodore olduğuna yemin ettiği adam kimdi? Kalp krizi raporu veren doktorun adı Mahmud Salih miydi? O halde neden tıp fakültesi diplomasında Mahmud Aleppi Saleh yazıyordu? Halep’in köklü ailelerinden Aleppi’lerle Claussius Rotschild Lübnan’da hangi bankanın ortağıydılar?

Sorun bilgilerin ve bağlantıların çokluğuydu. O kadar çok bağlantı ve olay vardı ki aldığım notlar, şemalar, defterler, soya ağacı şemaları kütüphanemi doldurdu kısa zamanda. Yeni raflar yaptırdım. Üniversitede anladım ki bununla baş edemeyeceğim. O zaman bilgisaylarla çalışmaya başladım. Belge depolamaktan başka bir işe yaramıyorlardı ama. Oysa başka şeyler de yapabilmeliydi bilgisayarlarlar. Olasılıkları, bağlantıları keşfedebilirlerdi.

Odor Pastella/Theodore Casella (Açık Renk Ceketli), Beyrut, 1937

Derken babam erkenden ölüverdi. Tek varistim. Annemle mal varlığını paylaştık. Her şeyi sattım. Şöyle diyeyim: Kalan parayı büyük fon yönetim şirketlerine devrettim. Bense Avcı’nın inşasına başladım. Avcı büyük bir projeydi. Önce Silivri’den on dönüm bir arazi aldım. Bir IT danışmanlık şirketiyle anlaşarak uzmanlar getirtmeye başladım. Onlardan isteğim şöyleydi: Bir makine yapacaklardı. Bu makineye dünya tarihini depolayacaktım. Bulabildiğimiz her şeyi. Sonra bu olaylar arasındaki ilişkileri bulmasını isteyecektim. Benim ya da bir insanın kaçırabileceği bağlantıları.

İlke basitti aslında. Ekibimdeki matematikçinin deyimiyle kümelerle çalışacaktı makine. Bir soru sorulduğu zaman soruya en yakın kavramları sorunun kapsamındaki olayların özelliklerine göre kümelere ayıracaktı. Söz gelimi “Birinci Dünya Savaşı neden çıktı?” sorusu sorulduğu zaman (Soruldu nitekim! Birleşik model tren yapımcıları birliği. Hatırladınız mı?) Savaşa katılan ülkeler kümesi gibi kümeler hemen elimine edilecekti. Ülke kategorisi kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramaz ama tarihçiler pek sever bu kategorileri.

Benim makine incelemeye bir arka katmandan başlayacaktı. Ayrıntılarını Hintli dahi matematikçi danışmanım anlattı. Anladığım kadarından bahsedeyim. “Kime yaradı?” sorusundan yola çıkıyoruz. Aşçımızı analım burada. Dünyanın en güçlü makinesi onun da bildiği ilkeyle çalışıyor. Savaş kime yaradı? Savaşta büyüyen bütün şirketler, zenginleşen bireyler veritabanından çekiliyor. Burada ülke sınırlaması yapılmıyor. Dediğim gibi ülke adları sadece maskedir. Sadece kukla küme olarak kullanılıyor.

Bütün şirketler kümesini düşünün. Onu basit bir kriterle eliyoruz, savaşta büyüyen şirketler kriteriyle. Yüz şirketten doksanı elenmiş oluyor. Yine de elimizde bütün dünyaya yayılmış bankalardan, kauçuk şirketlerine, gübre sektöründen havacılığa binlerce şirket var. Bu şirketlerin ortakları, yöneticileri, iştirakleri, iş yaptığı başka şirketler, onların yatay ve dikey her türlü bağlantıları ve yöneticileri ve yöneticilerinin ilişkili olduğu şirketler.

İş çok büyük, anlıyor musunuz? İşte bu noktada dahi matematikçi danışmanım Aakash Sublamanyan’ın birinci, ikinci, üçüncü derece bileşim, kesişim, yeniden kümeleme ve bileşim, kesişim algoritması dediği bir işlemler zinciri devreye giriyor. Makine bu algoritmayı kullanarak birbiriyle ilgili değilmiş gibi görünen küme elemanları (burada kauçuk şirketleri, iş adamları, mermerci dernekleri gibi objeler) arasındaki ilişkileri arayan kombinasyon işlemleri yapıyor. Kümeler, küme salkımlarında birleşiyor. Bazı olasılık kollarını bir yere varmadıkları (buna güdük kalma diyor Aakash) iptal ediyor. Amaç yüz binlerce birbiriyle ilgisi yokmuş gibi görünen olayı açıklayan en kapsamlı ilişkiler ağını ve ağın arkasındaki asıl aktörleri ortaya çıkarmak. Bunun için elbette filtreler kullanılıyor, makineyi gereksiz olasılıklarla meşgul etmemek için.

Tamamen matematik, anlıyor musunuz? Bilgisayarın manipülasyon yapmak üzere ürettiği kümelere örnek vereyim daha iyi anlaşılması için; siyasi aktörler kümesi, askeri aktörler kümesi, Alman şirketleri kümesi, Fransız şirketleri kümesi (ülke ayrımı kaldırılmadan yapılan bir denemede çıktı bunlar elbette. Ülkeler maskedir, hatırladınız mı?), kullanılan silahlar kümesi, bankalar kümesi, banka yöneticileri kümesi, Hint şirketleri, İtalyan armatörleri, Osmanlı subayları, Bulgar dernekleri, Avustralya maden şirketleri, Yunan politikacıları, Slovakya tefecileri, Avustralya sigorta şirketleri, Sırp veteriner kümeleri… Yüz binlerce küme. Bize anlamlı ya da anlamsız gelmesine bakmaksızın makinenin oluşturduğu milyonlarca küme. Veri zenginliğini düşünebiliyor musunuz? Ve derece derece kesişim ve bileşimler. Ortakları başka şirketlerde de ortak olan Avustralya sigorta şirketleri, ortakları kauçuk endüstrisinde ortak olan Avustralya şirketleri, demiryolu şirketlerinde ortak olan Avustralya şirketleri…

Hamelin Presbiteryen Kilisesi, York, İngiltere

Söz gelimi Avustralya Çalışma Bakanlığı’nın sınıflandırdığı üç bin ayrı meslek kolu için yapıyordu bunu makine. İnsan boyutu eklenince bilgisayar muazzam bir veri kombinasyonu öbeğiyle karşı karşıya kalıyordu. Yeğenler, amcalar, kuzenler ve kuzenlerin çocukları. Bu insanların biyografik verileri. Öğrenim gördüğü okullar, iş yaşamında çalıştığı şirketler ve bu şirketlerle ilgili tarih tabanlı veriler. Önemli bir ilişkiyi bir kesişim kümesinde gözden kaçırsanız bile diğerinde yakalayacaktınız. Bu verileri nereden bulacaktın diyorsunuz. Paranız varsa şaşıracağınız kadar çok ve ayrıntılı bilginin şaşıracağınız kadar eskiden beri kaydedildiğini söylemekle yetineyim.

Avcı İnşaat Halinde, Silivri, 2011

Makinenin inşası beş yıl sürdü. Onu besleyecek küçük, otomatik bir nükleer santral de yaptırdım. Yirmi yıl kesintisiz güç kaynağı. Böyle pahalı bir oyuncağı hidroelektrik santrallerinden beslenen, voltajı okyanus gibi dalgalanan ulusal ağa bağlayacak değildim herhalde! Veriler toplanmaya başladı. Altı veri bankası ve veri avcısı da babalar, eşler, teyzeler, kuzenler, kuzen çocukları, okul arkadaşları, golf kulübü arkadaşları, sevgililer, ünlü restoranlar ve restoran sahipleri, hastaneler, doktorlar, oteller, İsveç’ten Johannesburg’a, Nova Sibirsk’ten Kaliforniya’ya liseleri de içeren iki yüz elli yıllık verileri yığdılar. Bütün servetimi bu işe harcadım. Sadece çok az insanın bildiği bilgilere ulaşabilmek için. Birinci Dünya Savaşı’nın arkasındaki nedenlerle Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırıların gerçek nedenlerini aynı anda bilen tek kişi olmak amacıyla!

Claussius Rotschild, 1913

Makine çalışmaya hazır hale gelince kontrol masasının başına ellerim titreyerek oturdum. Evet neydi bütün bunlar? Neden oluyordu her şey? Kimdi arkasındakiler? Masonlar mıydı? Petrol kartelleri miydi? Vatikan mıydı? Kimdi kim? Neden orada burada savaşlar çıkarılıyordu? Sovyetler Birliği’ni kim hangi amaçlarla kurmuştu ve kim hangi amaçlarla yıkmıştı? Önümde bir ekran vardı. Arkasında dünyanın en güçlü bilgisayarı ve milyarlarca gigabaytlık bilgi. Herkesin merak ettiği soruların cevapları ellerimin altındaydı.

Avcı, Otonom Hidrolik Robot Kol, Silivri

Ekran siyahtı. Sol üst köşede bir soru işareti yanıp sönüyordu sadece. Bu ekran tasarımını ben istemiştim. Simsiyah bir evreni ve merakı simgeleyen bir düzen. Birinci Dünya Savaşı yazdım soru işaretinin önüne. Bunun özel bir nedeni yoktu. Her şey olabilirdi. Vietnam savaşı ya da Kennedy suikasti veya 1960 askeri darbesi. Birinci Dünya Savaşı belki büyük bir coğrafyayı ilgilendiren ilk büyük olaydı. Bu bile çok objektif değil farkındayım. Öyle yazdım işte. Bilgisayar ilkeyi biliyordu. Kim kazançlı çıktı? (Birleşik Krallık ya da Fransa değil elbette cevap.) Algoritma devreye girdi. Milyarlarca küme oluştu, milyarlarcası elendi; bileşik kümeler, kesişim kümeleri, paralel kesişimler, paralel bileşimler… Güçlü olasılıklar zayıfları eledi ve… Ve dört küme kaldı elimizde.

Bu kümelere ulaşılırken yapılan işlemlerin çokluğu onlara basit isimler verilmesini engelliyordu. Merak ettiğim için baktım bu uzun isimlere. Biri şöyle bir şeydi: “üyelerinden en az birinin 1867-1870 yılları arasında St Barnaby kolejinde eğitim gördüğü Glasgow Ticaret Odası’na kayıtlı şirket yönetim kurulları listesi ve 1746’den sonra göçmen olmuş Sırp asıllı İngiliz sabun tüccarları ve ailesinde 1620-1912 yılları arasında org borusu yapımcılığı yapmış en fazla iki kişi olan, Katolik olmasına rağmen kiliseye gitmeyen (evet veri tabanında bunlar da var!), domuz çiftliği sahibi veya inek çiftliği sahibi veya ayakkabı yapımcısı ve/veya pamuk tüccarı Arap veya Fars veya Finli veya almanlar”. Çok uzun. Ama merak etmeyin uzun hesaplamalarla elde edilmiş bir küme bu. Ve bunun gibi üç tane daha. Peki bu birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi görünen dört kümenin ortak noktası gerçekten yok muydu ve savaşı bu dört grup tesadüfen mi çıkarmışlardı?

Fred Altmann (1871-1949)

Makine çalışmaya devam etti. Bu dört kümenin ortak noktasını tam bir gün çalışarak, 1500 kWh enerji harcadıktan sonra buldu. Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği! Soru işaretinin önünde Birinci Dünya Savaşı yazıyordu. Artık arkasına bu isim.

Kimdi bu dernek? Neden savaş istemişti? Elimde üye listesi vardı. Üç model tren yapımcısı şirket. Biri Marklin, diğeri Hornby ve bir diğeri Lima. Testleri çalıştırdım. Bu derneğe ulaşana kadar hata mı yapılmıştı? Testler çıkarım yollarını tekrar denediler. Hayır sorun yoktu. Peki bu da bir vitrin miydi? Bir kademe yukarı gidebilir miydim? Aakash Sublamanyan’ın uyarısı geldi aklıma. “Asla ama asla bilgisayarın nihai cevabından ötesini sorma.” demişti.

“İhtiyacım olacak mı?

“Bilemem. Çıkan sonuç seni tatmin etmeyebilir. Bir kademe ötesine geçmeye çalışma ama.”

“Neden?”

Bir şeyler mırıldandı ama üstünde durmadım. Dahiydi ama mıymıntı bir adamdı. Üretilecek nihai cevap bana yeterdi. Adı üstünde “nihai” ama Birleşik Model Tren Yapımcıları bir şekilde tatminkar değildi. Hiçbir tarih kitabında geçmiyordu bir kere. Bari Birleşik Mason Locası falan çıksaydı!

Birleşik Model Tren Yapımcıları Yeni Genel Merkezi, Ravensburg, Almanya

Başka sorulara geçtim. Kennedy suikasti, Rus devrimi, Apollo projesi falan biliyorsunuz. Hepsinde nihai sonuç ya küçük bir şirket ya bir kasaba belediye başkanı veya bir futbol takımı gibi şeyler çıkıyordu. Nerede Illuminati, nerede Templar Şövalyeleri, nerede Piramit, Musa bağlantısı?

Ama gidilecek yol vardı değil mi? Aşçımız “vitrine aldanma çocuk” demişti. Birleşik Tren Yapımcıları Derneği neden vitrin olmasındı? Buraya kadar iz takip eden birinden gizlenmek için tasarlanmış bir dernek? Belki son perde? Diğer sorulardan da hayal kırıklığı yaratan cevaplar aldıkça son perde teorisine iyice ikna oldum. Evet Alüminyumcu Alcom, Hamelin Presbiteryenleri diye yirmi kişilik bir misyoner gruba bağlanıyordu. Apollo projesi ve Hamelin Presbiteryenleri! Ve evet 1917 Rus devrimi, Ay’a yolculuk ve diğer her şey Gagavuz Hüsnü Paşa’ya ve Michael Drinko’ya bağlanıyordu. Gagavuz Hüsnü Paşa 1874’de ölmüştü ama Avcı bağlantıyı keşfetmişti işte.

Avcı Görsel Nedensellik Ağından Bir Kesit

Peki Michael Drinko kimdi? Rus devrimiyle ilişkisi neydi? Ya da Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği başkanı Fred Altmann? Sümsük bir saat tamircisi mi savaş başlatmıştı yani? Benim bu saçmalığa inanmamı mı bekliyorlardı? Bütün paramı bu sonuca varmak için harcamamıştım ben. Nihai cevabın saçmalığı gerçek cevaba yaklaştığımın en büyük işaretiydi. Arkasında ne olduğunu öğrenecektim. Bu sabah bu kararla geldim mabedime. Sonuçlar sayfasından Birinci Dünya Savaşı’nı seçtim. Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği geldi yine alay eder gibi.

Gagavuz Ahmet Paşa, 1869

Heyecanlıydım. Elim titreyerek “Bir kademe geri” tuşuna bastım. Ekran titredi. Sonra tamamen karardı. Garip bir vınlama duymaya başladım. Belki daha çok hissetme. Sesten çok her yerden gelen titreşim gibiydi. Ben heyecanla ekranın aydınlanmasını ve nihai sonucun arkasındaki nihai sonucu beklerken, vınlama beynimi dört saattir oyan uğultuya dönüştü. Dört saattir de herhangi bir değişiklik olmadı ekranda. Bu arada sistemin güç tüketimi yüzde iki yüz elli arttı. Bundan olsa gerek, hiçbir kapı çalışmıyor. Sisteme gelen toplam elektriği bilgisayar sömürüyor.

İlk yarım saat çok ümitliydim. Bu yoğun güç tüketimi de nihai sonuca ulaşmak üzere olduğumun işaretiydi. Bilgisayar her şeyin arkasındaki ana iradeyi deşifre etmek için çabalıyordu. Sonra yavaş yavaş endişelenmeye başladım. Bir kilitlenme mi olmuştu? Sistem, elektriği düşen yağmur damlalarını emen çöl gibi içtikçe kilitlenme söz konusu olmamalıydı öyle değil mi? O enerji bir iş yapıyor olmalıydı!

Sonra algoritma çözücü geldi aklıma. Bağımsız çalışan bir test aracıydı. Sadece on iki voltluk bir pille harikalar yaratan bir mini bilgisayar. Sisteme onu bağladım. Sistemde bir kilitlenme olduysa nerede olduğunu bulacak ve çözecek bir makine. Bu yüzden için rahat. Yani burada kısılıp kalma korkum yok. Dünyanın en büyük bilgisayarı bu işin içinden çıkabilir, değil mi? O çıkamazsa sorunu bu küçük algoritma doktoru bulur ve çözer.

Aakash Sublamanyan, Nedensel Kümeler Konferansı, Lyon, Fransa, 2009

Raporu bir saat önce aldım. Birkaç açıklayıcı not var. Self referanstan bahsediyor şu mıymıntı matematikçi gibi. Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği sonucunun evrensel kümeden önceki son küme olduğunu söylüyor. Evrensel küme ise bilgisayarın, Avcı’nın kendisi de içeriyor. Kendisini içeren bir komploya ilişkin söylediği her şeyin kendi kendini yanlışladığını. Bilgisayarın ”Bütün Giritliler yalancıdır”ı söyleyen Giritli durumuna düştüğünü.

Bunu Aakesh’de söylemişti ne tuhaf! Kendi kendine referans paradoksunun çözümü yok diyor. Vınlama devam ediyor. Güç tüketimi paradoks yüzünden iki buçuk kat artmış durumda. Kapılara bu yüzden enerji gitmiyor. Kapıların elle açılması için elektriğin kesik olması gerekiyor. Ama kesik değil. Güç yönetimi ekranı, nükleer yakıtın sekiz yılda tükeneceğini söylüyor. Michael Drinko’nun kim olduğuna, Rus Devrimiyle bağlantısına ilişkin bir şey yine yok!

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku

Kaplumbağalar ve İnsanlar | Erhan Yıldırım (Kısa Öykü)

Yaşaması için ilk kural neydi hakikaten? Su mu? Hava mı? Yoksa lezzetine bakmadan midesine tıkacağı …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin