Bilimkurgu genellikle teknolojinin ve sözde “zor bilimler”in imgelerini çağrıştırırken, bu türün yazarları aynı zamanda insanların toplumsal ilişkilerine de değinir. Bu geleneğin örneklerinden biri Kim Stanley Robinson‘dır. Ödüllü Mars Üçlemesi’nde (Red, Green ve Blue Mars-Kızıl, Yeşil ve Mavi Mars) Robinson, insanın doğayı (yeniden) üretme becerisinin etiğini ve sınırlarını keşfetmek için Mars’ı yaşanabilir bir gezegene dönüştürme fikrini kullanır. Felsefi ve teorik olarak, Robinson’ın yazılarının toplumsal ekolojist Murray Bookchin‘in çalışmalarıyla özel bir ilgisi vardır1. Mars üçlemesi, birinci (biyo-fiziksel) doğanın ve insanların birinci doğa ile ‘işbirliği’ yaptığı ve yaşamın evrimine doğrudan katıldığı ikinci (insan-toplumsal) doğanın Bookchin’in üçüncü veya özgür doğa olarak adlandırdığı sentezinin bereketli bir keşif hikayesidir.
Bu yazı iki ana bölüme ayrılmıştır. İlki Bookchin’in “diyalektik doğalcılığının” taslağını çiziyor ve ikinci bölüm ise Robinson’ın Mars Üçlemesi’ni tanıtıyor ve bu çalışmaları özgür doğanın keşfi olarak yorumluyor.
Bookchin’in Doğa Felsefesi
Entelektüel olarak Bookchin, Aristoteles, Hegel, Marx ve Frankfurt Okulu tarafından temsil edilen Batılı diyalektik düşünce geleneğine girer. Bookchin’in Marx ile ilişkisi büyük ölçüde muhaliftir; hiyerarşi/tahakküm ile daha genel bir mücadeleye odaklanarak sınıf mücadelesinin merkeziliğini reddeder. Aynı zamanda, Bookchin açıkça Marx’ın kapitalizm analizinden de faydalanır. Kentler üzerine ilk çalışması olan The Limits of the City, doğrudan Marx’ın şehir ve kır arasındaki eşitsiz gelişmeye ilişkin gözlemlerine dayanır. Benzer şekilde Bookchin, hem insanın insan hem de insanın doğa üzerindeki tahakkümü eleştirisini geliştirirken Adorno ve Horkheimer’ın araçsal akıl eleştirisinden yararlanır, ancak onların çalışmalarını doğayı insan türü tarafından aşılmış pasif, kaba bir nesneye indirgeme noktasında eleştirir. Bookchin, doğadaki şeylerin ve doğanın kendisinin gelişim potansiyelini Aristoteles ve Hegel’den aldığı ‘çıkarımlar’ veya akıl yürütme kavramlarıyla geliştirir, ancak onların diyalektiklerinin gerçekten ekolojik olması için bir doğal evrim düşüncesi gerektirdiğini iddia eder, yani statik bir Varlık merdiveni yerine ‘devamlı bir süreç’ olarak bir doğa düşüncesini savunur. Belki de Bookchin ile etkilendiği düşünürler ve düşünce okulları (özellikle de Marx ve Frankfurt Okulu) arasındaki kritik ayrım, Bookchin’in doğanın insan tarafından tahakkümünden önce insanın insan üzerinden tahakkümünün (hiyerarşi) ortaya çıktığını ileri sürmesidir.
Politik olarak, Bookchin’in hem tarihsel hem de özsel olarak en yakın selefi anarşist Peter Kropotkin‘dir. Kropotkin, Bookchin’in çalışmasına çeşitli tarihsel ve teorik temalar, özellikle de işbirliğinin (karşılıklı yardımlaşmanın) ve etiğin doğadaki kökenleri, kentler ve insan özgürlüğü arasındaki tarihsel bağlantılar ve bölgesel kent ve kasaba konfederasyonlarından (bunlar da taban konfederasyonları olarak örgütlenmiştir) oluşan özgür bir dünya görüşü ile katkıda bulunur. Bookchin’in doğa felsefesini oluşturduğu sentez, bu “ekolojikleştirilmiş” diyalektik gelenek ile anarşist komünizmdir.
Giriş bölümünde belirtildiği gibi, Bookchin doğanın üç biçimde geliştiğini düşünür. Başlangıçta, ilk veya biyo-fiziksel doğa vardır. Bu biçimiyle doğa, insan türünün ortaya çıkışına bir temel oluşturacak öz- farkındalık için çabalamaktadır. İnsan türüyle birlikte ikinci veya toplumsal doğa ortaya çıkar. İkinci doğada, insan türü tarafından temsil edilen yaşamın gelişimi ve yaşam ile çevresi arasındaki etkileşim, içgüdüsel olmaktan ve öncelikle derin evrimsel hafıza tarafından yönlendirilmekten ziyade öz bilinçli ve öz-yönelimli hale gelir. Ancak insan ve insandışı doğa aslında birbirinden kopmayıp iç içe geçtiğinden toplumsal doğayı birinci doğa ile bilinçli bir sentez haline getirmek gerekir. Bookchin bu senteze üçüncü veya “özgür” doğa olarak atıfta bulunur. Bu sentezde insanla birlikte ortaya çıkan ikinci doğa, insan türünün yaşamın farklılaşmasına ve evrimine aktif olarak katılması amacıyla birinci doğa ile bütünleştirilmiştir.
Üçüncü doğa, “özgür doğadır—yani, doğal çevresiyle yaratıcı bir etkileşim kuran, insani ölçekte etik bir topluluktur” (Bookchin, Kentsiz Kentleşme, xvii). Birinci ve ikinci doğanın bu entegrasyonu, ikinci doğaya ilişkin görüşlerde ortaya çıkan “toplumsal” ve “doğal” olan arasındaki (yanıltıcı) bölünmeyi ortadan kaldırır. Bookchin’e göre her ikisi de gerçek anlamda doğaldır ve doğallıkları, evrimsel gerçekleşmesini, gezegenin ekolojik bütünlüğüne karşı bir yükümlülük duygusuna bilinçli olarak yanıt veren, rasyonel, iletişimsel, zengin toplumsal, yaratıcı ve estetik kapasitelerini insanın yanı sıra insandışı dünyanın da hizmetine veren insan dediğimiz bu olağanüstü primatta bulur. Bookchin, Kentsiz Kentleşme: xvii—xviii) Böylece, üçüncü doğaya evrilirken, insanlar potansiyellerini “doğanın bilinçli kıldığı” varlıklar olarak gerçekleştirirler (Bookchin 1982: 315-16). İkinci doğada, insanlar kendi içinde ve kendisi için düşünebilen ve hareket edebilen bir tür olarak ortaya çıkar. Bu başarı, insan türünün dünya veya genel olarak doğa içinde ve onun için düşünmesi ve hareket etmesi için zemin hazırlar (bkz. 1982, 1986, 1992b ve 1995).
Robinson ve Bookchin
Robinson’ın çalışmaları, üçüncü doğa sorununu yeni bağlamlarda incelemek için zemin sağlayabilir. [Mars üçlemesi] insanların Dünya gezegeninden bağlarını kelimenin tam anlamıyla koparmasıyla, insan türünün ilk doğa ile olan ilişkisinde yeni bir başlangıç [kurgusu] oluşturur. Robinson, Mars’ta yaşamın gelişmesi (veya belki de yeniden gelişmesi) için dışarıdan müdahale gerektiren bir ortam sunuyor. Mars, bilindiği üzere, yaşam için gerekli temel unsurlara, ince de olsa bir atmosfere ve buz ve permafrost içinde hapsolmuş olmasına rağmen bir suya sahiptir, ancak gerçek yaşam veya evrim belirtisi yoktur. Bu, doğanın gelişimine olası insan katılımı için yeni bir bakış açısı sunar.
Biyo-fiziksel birinci doğanın biyolojik yönü, var olmak için ikinci doğanın bir müdahalesini gerektirirken, ikinci doğa, birinci doğayı tamamlamadan son derece sınırlı koşullar altında kalmaktadır. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, kitap üçlemesinde, Mars’ın gizli yaşam kapasitesini (‘terraformasyon’2) açığa çıkaracak teknolojiyi ve bilgiyi kullanıp kullanmama konusu çabucak gezegenin nasıl dönüştürüleceği sorusuna yol açar. Böylece soru şuna dönüşür: İnsanlar, insan faaliyetlerine uygun bir çevreyi yeniden oluşturmak için mi Mars’ı terraformasyona uğratacaklar, yoksa Mars’ın doğasıyla işbirliği içinde benzeri olmayan bir yaşam düzeni oluşturacak bir şekilde mi terraformasyon yapmayı seçecekler? Daha Bookchinci terimlerle, insanlar Mars’ı ikinci doğaya mı eklemleyecekler, yoksa insanın toplumsal doğasının Dünya üzerindeki mirasını aşan üçüncü bir doğayı mı besleyecekler?
İnsanlığı başka bir gezegene taşımanın yeni toplumsal ve fiziksel ortamlar geliştirmek için bir fırsat vereceği fikri, Robinson’un Kızıl Mars‘ta uzay gezgini ve İlk Yüz koloniciden biri olan Arkady Bogdanov karakteri aracılığıyla açıkça tanıttığı bir fikirdir.
Mars’a iyilik için geldik. Burada sadece evlerimizi ve yiyeceğimizi değil, suyumuzu ve soluduğumuz havayı da yapacağız – bunların hepsini hiçbirine sahip olmayan bir gezegenin üzerinde yapacağız… Bu olağanüstü bir yetenek, bir düşünün! Ve yine de burada bazılarımız, kendimizi veya yaşama şeklimizi değiştirmek için hiç bir şey yapmadan, bu gezegenin tüm fiziksel gerçekliğini dönüştürmeyi kabul edebiliyor… Ve ben de Mars’ta dönüştürdüğümüz birçok şey arasında, kendimizin ve sosyal gerçekliğimizin de içinde olması gerektiğini söylüyorum. (Robinson, Red Mars 1993, s.89
Bu ifade, üçüncü doğanın tam anlamını yakalar: insanlığın hem insan hem de insandışı doğa üzerinde tahakküme yol açan dar bir ikinci doğadan kurtulması ve kendi doğamızla, diğerlerinin doğasıyla ve doğanın tüm formlarını birbirine bağlayan fiziksel ortamlarla (daha) tam bir bilinçli ilişkiye geçiş.
Robinson, uzun ömür tedavisi ve daha düşük yerçekimi ortamında yaşamanın faydaları aracılığıyla, üçlemenin 200 yılı aşan zaman aralığının büyük bölümlerinde yaşamaya devam eden bir grup karakter aracılığıyla Mars’taki (ve Dünya’daki) insan projesinin ilerleyişini takip eder.. Üçlemenin ana karakterlerinden ikisi fizikçi Saxifrage Russell (Sax) ve jeolog Ann Clayborne’dur. Bu iki karakterin gelişimi, diğerlerinden daha fazla, Dünya-Mars kültürünün Dünya’nın ikinci doğasının bir kopyasından benzersiz bir üçüncü doğaya doğru geçişini yakalar.
Kızıl Mars‘ta hem Sax hem de Ann, Mars ortamından farklı yollarla yabancılaşmıştır. Sax’ın yabancılaşması Ann’inkinden daha doğrudandır. Sax, çok tipik bir usta plancıdır: bir fildişi kule bilimcisi ve teknokrattır. Sax için Mars herhangi bir yer olabilir. Önemli olan şey, teknolojisi, bilgisi, sezgi ve özbilinç üstünlüğü ile insanlığın buraya gelişidir. Henüz Dünya’dan geliş yolundayken insanın Mars’taki rolüyle ilgili ilk diyaloglardan birinde, Sax’ın gezegenle ilk ilişkisi iki cümleyle özetlenir: ‘Onu sadece inerek değiştireceğiz’ ve ‘O ölü [bir gezegendir]’ (Robinson, Red Mars 1993, s. 40). İnsanlar Mars’a vardığında, değişim süreci başlayacak, geri döndürülemez olacak ve her şey daha iyi olacaktır. Sax, Ann ile yaptığı bir tartışmada bu görüşlerini detaylandırır.
İnsan varlığı olmadan [Mars], evrendeki herhangi bir rastgele madde zerresinden farklı olmayan, rastgele bir atom topluluğudur. Onu anlayan biziz, ona anlam veren biziz… Bazalt ve oksitler değil… Göller, ormanlar, buzullar oluşturulursa, bu Mars’ın güzelliğini nasıl azaltır? Azaltacağını sanmıyorum. Bence sadece güzelliğini artırır. Bu ona yaşamı, herşeyin en güzeli olan sistemi katar… Mars’ı dönüştürebiliriz ve tıpkı bir katedral gibi onu hem insanlığa hem de evrene bir anıt olarak inşa edebiliriz. (Robinson, Red Mars 1993: 177–8)
Sax’ın düşünceleri üçüncü doğayı hatırlatırken, bir katedral ya da anıt imgesi, doğanın dönüşümü üzerinde insan kontrolünü ima eder. Sax için Mars’ın kendisi önemsizdir. Önemli olan, insanın Mars’ı yaşanabilir bir yer haline getirme yeteneğidir.
Sax’ın tersine Ann, Mars’a ya da en azından temsil ettiği şeye derinden bağlıdır: yaşamın kaosu ve karmaşıklığı tarafından (görünüşe göre) kesintiye uğramamış milyarlarca yıllık bir jeolojik tarih. Bu bağlılık onu huzursuz kılar. Mars’ı yakından görmek istemektedir. Ona dokunmak ve incelemek istemektedir, ancak tüm bunları yapmak demek Mars’ı onun için özel kılan şeyi değiştirmesini gerektirir. Daha büyük ölçekte, onun Mars’ta olmasını mümkün kılan kuvvetler, gezegenin bulunduğu gibi kalmasına izin vermeyecektir. Gezegenin ince atmosferinin izin verdiği radyasyon nedeniyle yüzeyde ne kadar süre kalınabileceğine dair bir konuşmada bu çelişkileri ortaya serer. Ann haykırmaktadır:
Bu toprağa bakıyorum ve onu seviyorum. Sürekli dışarıda olmak, üstünde gezinmek, incelemek ve üzerinde yaşamak, onu öğrenmek istiyorum. Ama bunları yaptığımda onu değiştiriyorum – olduğu şeyi, onda sevdiğim şeyi bozuyorum… Ölmeyi tercih ederdim. Gezegeni olduğu haliyle, yabanıllığı ile bırakın ve bırakın radyasyon ne yapacaksa yapsın. (Robinson, Red Mars 1993: 157)
Ann’e göre, karşısında kendisinin de dahil olduğu insanların lanetli konumda bulunduğu esaslı bir Mars vardır. Bu çelişkiyi hafifletmek için Mars üzerindeki insan etkisini en aza indirmenin yollarını aramaktadır. İnsanların varlığının, ne kadar sınırlı olursa olsun, gezegeni hiçbir zaman eski haliyle bırakmayacağının farkındadır.
İlk Yüz kolonicinin ilk dönemleri, Dünya’daki insanlar tarafından gözlemlenir: canlı aksiyon bir pembe dizi ve politik gerilim filmi olarak. Sax ve Ann, dünyalaştırma (terraformasyon) tartışmasının farklı taraflarını temsil etmeye başlarlar; fizikçi, hem Mars’ta hem de Dünya’da, Mars’ı ‘elbette mümkün olan en hızlı şekilde’ dünyalaştırmaya inanan çoğunluk cephesini temsil ederken jeolog daha küçük ama kararlı bir ‘gevşek dokunuşu’ benimseyen bir cepheyi temsil eder (Robinson, Red Mars 1993: 169). Bu ezici çoğunluk karşısında, Ann kendini terraformasyonu yavaşlatmaya adar ve insanların Mars’ı değiştirmeden önce Mars’ı incelemesi ve anlaması gerektiğini savunur.
Ann bu tartışmayı kaybeder ve Mars’taki insan nüfusu artar. Yeni gelenlerin çoğu farklı kültürel ve politik kimliklere sahiptir ve akıllarında Mars için farklı hedefler vardır: evrensel hak ve sorumluluk standartların karşısına bireysel gruplar için kültürel özerklikler, Dünya ile yakın bağların karşısına Mars’ın bağımsızlığı konur. Sonunda, Mars seferini finanse eden Birleşmiş Milletler ve şirket yetkilileri gezegen üzerinde otorite oldukları iddiasında bulunurlar. Bağımsız bir Mars’ı savunan hareketlerle özdeşleşen İlk Yüz kolonicinin çoğu, Sax ve Ann de dahil olmak üzere, yeraltına inmeye zorlanır. Koşullarda meydana gelen bu değişiklik, Yeşil Mars için zemini hazırlar.
Yeşil Mars‘ta Ann, Mars kırsalına doğru yola çıkar. Ann istemeden ve görünüşe göre farkında olmadan, Mars’ta kendilerine ‘Kızıllar’ diyen, aslında Marslı bir Earth First! olan ve terraformasyona arşı eko- sabotaj tattikleri uygulayan bir grubun odak noktası ve kahramanı haline geldiğini anlamaya başlar.
Dünyadan gelen ilk aracın içine saklanmış olan ve İlk Yüz kolonicinin resmi bir üyesi olmayan Coyote, onu Kızıllarla buluşmaya ikna eder. Başlangıçta, Ann eko-sabotajın etkinliği konusunda şüphecidir ve bilimsel tartışmadan uzak bir politik harekete katılma konusunda tereddütlüdür. Dönüm noktası, Kızıl operasyon merkezine doğru yaptığı bir yürüyüş sırasında gelir. Birçok yaşam ve çevresel dönüşüm belirtisi gözlemlediğinde, Kızıllarla buluşması gerektiğine karar verir ve oraya bir kahraman olarak varır. Ann’in Kızıllara katılımı önemlidir, çünkü bu dünyalaştırmaya karşı itirazlarının yalnızca bilime dayanmadığını kendi kendine itiraf etmesidir – yerel peyzajın daha fazla incelenmesi için varolduğu haliyle korunması iddialarının üzerinden çok fazla şey değişmiştir. Kızıllara katılmak duygusal ve politik bir karardır.
Bir grup radikal. Gerçekten benim tarzım değil, diye düşündü Ann, dünyalaştırmaya karşı itirazının akılcı bilimsel bir şey olduğuna dair tortu halinde kalan bir his duydu. Ya da en azından savunulabilir bir etik ya da estetik konumdan bunu hissetti. Ama sonra bir anda öfkesi yeniden alevlendi… O kimdi ki Kızılların etiğini yargılamaktaydı? Onlar en azından öfkelerini dile getirmişler, etrafa saldırmışlardı (Robinson, Green Mars: 129–30).
Toprağın yüzeye çıkarılan su nedeniyle “eriyip” gittiğini gördükten sonra, o da saldırmaya karar verir. Bu anında Ann, insanların ikinci doğayı aşma yeteneğine sahip olduğunu algılamamaktatır ve sonuç olarak Mars’ta üçüncü bir doğa fikrini reddetmektedir.
Ann’in Kızıllara katılma kararına katkıda bulunan şey, insan doğasına ilişkin şüpheciliğidir. Mars’taki insanların, orada doğmuş olsun olmasın, ‘insan olduğunu ve insan olarak kalacağı’ inancını dile getirir. Mars’taki önemli sayıda insan, insanlar Mars’ı dünyalılaştırıken, Mars’ın da insan doğasını “areoformasyon”laştırdığını bir inanç olarak kabul etmektedir. Areoformasyonlaştırma, Mars’a özgü belirli bir yer ve yaşam duygusu veya ruhu olarak tanımlanır. Ann’e göre, kendi içlerinde dünyalaştırma çabaları ve sömürgecilerin çadır kentlerinin aynılığı, aeroformasyonlaşmanın iflas etmiş bir fikir olduğunu, Mars’taki insan faaliyetinin yıkıcı bencilliğini maskelemeye hizmet ettiğini ima etmektedir. Areoformasyonlaştırmanın arkasındaki fikrin bile bu şekilde reddedilişi, üçüncü doğanın reddini temsil etmektedir. Ann için, insanlar Mars’tan tamamen ayrılmadan önce mümkün olduğunca geri durmalıydılar. Gezegeni insanın bencil ve açgözlü sosyal doğasından yalıtmanın tek yolu buydu.
Sax söz konusu olduğunda, Yeşil Mars önemli bir geçiş dönemidir. Saklanmakla kalmaz, yeni bir kimlik ve yeni bir yüz edinir. Temelde bir genellemeci olduğundan, kendini bir biyoloğa dönüştürür ve Mars’ın gelişmekte olan çevresi için bitkiler tasarlayan bir Biyoteknoloji şirketinde çalışmaya başlar. Daha önce, Sax, makro düzeyde tasarım ve terraformasyon analizi ile çalışan usta bir planlayıcı iken, yeni kimliği, Stephen Lindholm’da, yüzeydeki terraformasyon çalışmalarına dahil olmuştur. Bir saha çalışanı olarak gözlemlerinin, gezegeni değiştirmeye yönelik insan çabalarının etkilerinin ve yaşamın istenmeyen veya beklenmedik şekillerde gelişme yeteneğinin farkına varmasında derin bir etkisi vardır.
Önemli bir pasajda, Sax bir proto-alpin çayırını keşfetmek için tek başına yola çıkar. Ağaçlar ve çimenlerle bezenmiş, ağırlıklı olarak beyaz ladin ve orman direği çamından oluşan ağaçların budaklı ve bodur olduğunu gözlemler ve bu durum, büyüme, dayanıklılık ve Mars toprak bileşimine adaptasyon için kapsamlı bir mühendisliğe rağmen gerçekleşmiştir. Bu ağaçlardan ve serbest bırakılan birkaç böcekten zevk alarak, ‘Bazı köstebekler ve tarla fareleri, dağ sıçanları, ve tilkiler’ de olsaydı diye düşünür. Sebepleri pratiktir: birçok hayvan bitki yaşamına fayda sağlar ve bunun tersi de doğrudur, ancak aynı zamanda herkesin aynı nedenlerle terraformasyon yapmadığını da fark etmeye başlar. Özellikle yüzeyi ısıtmak ve buz ve permafrost erimesini arttırmak için kullanılan güneş aynaları ve merceklerin düzenlenmesinden rahatsız olmaktadır. Bu eylem yalnızca yüzeyi istikrarsız kılmaz, aynı zamanda atmosferdeki CO2 miktarını da artırarak gezegenin ısınmasını hızlandırır, aynı zamanda da onu hayvan yaşamı için yaşanmaz hale getirir. Sanki tek amaç gezegeni ısıtmakmış gibi! Ama amaç ısınma değildi. Amaç yüzeydeki hayvanlardı’.
Kızıl Mars‘ta detayandırılan yaşama bağlılığı burada keskinleşir. Sax için önemli olan sadece insan hayatı değil, genel olarak hayattır. Bununla birlikte, daha sert ve görünüşte etkin terraformasyon planlarının çoğu, yüzeyi ısıtacak ve atmosferi olabildiğince hızlı bir şekilde kalınlaştıracak bir ağır sanayi modeline odaklanmıştır. Bu, gezegeni aşırı derecede sömürülebilir hale getirecek, maden cevherlerini açığa çıkaracak ve aksi halde yüzeydeki soğuk nedeniyle engellenen faaliyetlere olanak sağlayacaktı. Fakat genel olarak yaşamı değil, büyük olasılıkla yalnızca teknolojik veya genetik olarak geliştirilmiş insanların varlığını destekleyecekti. Terraformasyon hedeflerdeki bu ayrım, ikinci doğada kalmak ile üçüncü doğaya geçiş arasındaki pratik ve etik farklılıkları gösterir. İlkinde, insan bilgisi ve teknolojisi, Mars ortamını insan ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde eğmek için kullanılır. İkincisinde, aynı yetenekler diğer türlerin yararına ve bir ölçüde Mars manzarasının bütünlüğünü korumak için kullanılır.
Bu farklılıklar, terraformasyon üzerine yıllık bir konferansta da ortaya çıkar. Aceleyle gezegenin yüzeyini ısıtmak ve eritmek Sax’ı rahatsız eder. İnsanın yaşayabileceği bir gezegen yüzeyine hızlı bir sıçramayla geçmek için kendi ilk planlarından bile şüphe etmeye başlar. Terraformasyonun yalnızca insan amaçlarına ve zevklerine uygun bir ortam geliştirmeyle ve kâr peşinde koşmayla yönlendirilmesi ölçüsünde, Sax’ın bilimin politika ile ilgisiz olduğuna olan inancı şimdi sarsılmakatdır. Terraformasyondan kaynaklanan Mars manzarasındaki büyük değişikliklerin daha fazla farkına varmaktadır. Şu şekilde düşünmesi önemlidir:
Tüm bunlar Ann’in ona uzun zaman önce öngördüğü şeylerdi. Şüphesiz, Ann tüm bu değişiklikleri iğrenerek rapor ediyordu, o ve diğer tüm Kızıllar. Onlar için her çöküş, işlerin doğru değil yanlış gittiğinin bir işaretiydi. Geçmişte Sax, donmuş toprağın güneşe maruz bırakılarak kitlesel biçimde mahvedilmesine, onun ısıtılmasına ve potansiyel nitrat kaynaklarını ve benzerlerinin açığa çıkarılmasına omuz silker geçerdi. Artık o kadar emin değildir… Yer şekillerinin çöküşü bir fırsat olarak görülüyordu, yalnızca ulusötesi şirketlerin ayrıcalıklı işi olarak görülen terraformasyon için değil, madencilik için de bir fırsat olarak görülüyordu. (Robinson, Green Mars: 217–18)
Sax, terraformasyon çabasının Mars’a hayat getirmek için asil bir girişimden olmadığına, gezegeni Dünya için bir hammadde kolonisine dönüştürmek için bir araç olduğuna inanmaya başlar.
Nihayetinde, Sax’ın kimliği, Mars’taki Dünya merkezli yetkililerce ortaya çıkarılır. İşkence görür ve beyni hasarlanır. Yeraltı savaşçıları tarafından kurtarıldıktan sonra, zihni ve bedeni mükemmel olmasa da yeniden yapılandırılır. Yüzeyin ısınmasını yavaşlatmak için güneş aynası-mercek düzeninin bir parçasını ortadan kaldırmaya karar verir. Bunu başarması, üzerinde çokça düşünmeye başladığı Ann ile başka bir etkileşime yol açar. Bu etkileşim hikayenin sonuna kadar ikisi arasındaki diğer etkileşimlere çok benzemektedir. Sax, prensipte terraformasyonu savunur. “Belirli bir yüksekliğe kadar insanların yaşayabileceği bir gezegen yüzeyi” için yaptığı bir planı ve yüzeyi ve atmosferi daha yavaş biçimde dönüştürmeyi yönelik bir yaklaşımı yeniden ileri sürer. Ann, yüzey ısıtıcı cihazının bir kısmını devre dışı bırakma kararını merak eder, ancak yine de terraformasyon ve Sax’ın bu planı konusunda acı çeker. Ama bu kez Sax şu itirafta bulunur:
‘Yanılmışım… Beklemeliydik. Gezegenin ilk hali üzerine birkaç on yıllık bir çalışma bize nasıl devam edeceğimizi söyleyecekti. İşlerin bu kadar hızlı değişeceğini düşünmemiştim.’ Ann şaşırmıştır, basitçe şöyle der: ‘Ama artık çok geç’ (Robinson, Green Mars: 415).
Bu etkileşim, Ann’in Sax’tan ve onun temsil ettiğine inandığına şeyden keskin bir şekilde yabancılaşması ve Sax’ın pişmanlığı ile Ann’e ulaşma ve onu anlama arzusunu ifade etmesi, üçüncü cilt olan Mavi Mars için sahneyi hazırlar. Ann, insan türünün Mars ortamıyla bütünleştirilmesi fikrinden rahatsız olmaya devam ederken, Sax bilinç, etik farkındalık ve yargılama konusunda önemli bir dönüşüm geçirir. Artık insani yeteneklere alabildiğine tutkun olmayan ve insanın ikinci doğasının diğer doğa biçimlerini kendi amacına göre serbestçe şekillendirebileceği inancından kurtulan Sax, doğanın dönüşümünde insan müdahalelerinin etik ve pratik sınırlarının anlaşılması için harekete geçer. En önemlisi de, gezegendeki yaşamın evrimine rehberlik eden Mars’ın doğal manzarasının değerini ve rolünü takdir etmeye başlar.
Mars’ın kendisi de Yeşil Mars‘ta bir devrim daha geçirir, ancak bu kez Mars Dünya’dan bağlarını koparmıştır. Mavi Mars‘ta, bağımsızlık hareketi artık Mars’ın nasıl yönetileceği ve Dünya ile ne türden bir ilişki kurulacağı konularını ele almak zorundadır. Bu kararların her ikisi de Sax’ın ve özellikle Ann’in kişisel dönüşümlerini ve evleri haline gelen gezegenle ilişkilerini ele alma bağlamını şekillendirir. Gerçekten de Mavi Mars‘ta Sax ve Ann kitap üçlemenin ana karakterleri olarak ortaya çıkarlar. Sax’ın Mavi Mars‘taki odak noktası, Ann’in Kızıl Mars‘la olan bağlantısına dair kendi anlayışını derinleştirmek ve Ann’e Mars’ta yaşamın bir felaket değil, güzel ve doğru bir şey olduğuna ikna edecek bir giriş noktası bulmaktır.
Mavi Mars‘ta, Mars’ın Dünya’dan bağımsız olmasının, Ann’i Mars’taki insan varlığıyla ve hatta Mars’ın dönüşüm geçirmesiyle bir uzlaşma noktasına getirmekte önemli bir rol oynadığı açıktır. Üçlemenin çoğu bölümü, isimsiz bir gözlemcinin düşünceleri ve açıklamalarıyla takdim edilir. Mavi Mars bu pasajlardan biriyle başlar. Gözlemci, Ann Clayborne’un gülümsediği, bir grup Kızıl’a seslendiği bir sahneyi anlatmaktadır. Mesajının can alıcı noktası gözlemci tarafından kaydedilir:
Dünya’dan Mars’a geldik ve bu geçişte belli bir arınma gerçekleşti. Her şeyi görmek bizim için daha kolaydı, daha önce sahip olmadığımız bir hareket özgürlüğüne sahiptik. Bu bize kendimizin en iyi yanını ifade etme şansı verdi. Biz de harekete geçtik. Yaşamak için daha iyi bir yol buluyoruz (Robinson, Blue Mars: 2).
Mavi Mars‘ta Ann’in Mars’taki insan yaşamını yakından gözlemlediği birkaç yer vardır. Bu gözlemler tamamen olumlu olmasa da, insanların gezegende nasıl yaşadıklarına dair merakı, bu yeni yeri sadece araştırma fikri lehine gerçekten ikamet etmeye karşı savunduğu kalkanında bir çatlak oluşturur. Bir noktada kendini “İnsanların yüzleri başrolde elbirliği içinde bu dünyayı yönetti’ (Robinson, Blue Mars: 16). Bu düşünce, insanların sadece Mars’tan birşeyler almadığını Mars’a değer kattığını kabul edişine işaret eder.
Kitapta, Ann’in Mars ve Mars ortamındaki insanlıkla yabancılaşmış ilişkisinden uzaklaşmaya başladığı özellikle önemli olduğu bir an var. Bu an, Sax’ın ısrarı üzerine, Ann’i olası intihar eğilimleri hakkında konuşmaya dahil eden İlk Yüz’ün bir diğer üyesi olan Michel Duval ile bir sohbetidir. Belki Ann’den daha uzak bir ilişkisi olduğu için veya belki de psikoloji eğitimi nedeniyle Michel, Ann ile Sax’ın yapamadığı bir şekilde konuşabilmektedir.
[Michel:] Kızıl Mars’tan geriye kalan çok şey var. Dışarı çıkıp bakmalısın! Dışarı çıkın ve zihninizi boşaltın ve orada ne olduğunu görün. Alçak irtifada dışarı çıkın ve havada özgürce yürüyün, sadece basit bir toz maskesiyle. Bu senin için iyi olurdu, fizyolojik olarak. Ayrıca, bu terraformasyondan bir fayda elde etmek olacaktır. Bize verdiği özgürlüğü deneyimlemek – yüzeyinde çıplak yürüyebilmek ve hayatta kalabilmek. Bu harika! Bu bizi ekolojinin bir parçası yapıyor. Bu süreç yeniden düşünülmeyi hak ediyor. Bunu düşünmek için dışarı çıkmalısın, aeroformasyon sürecini incelemelisin.
[Ann:] Bu sadece bir kelime. Bu gezegeni aldık ve onu sürdük. Ayaklarımızın altında eriyor.
[Michel:] Bu doğal suda erimedir. Satürn veya diğer yerlerden getirilmedi, oradaydı – en başından beri…(Robinson 1997: 252)
Ann, Michel’in argümanlarına karşı direnir, ancak bu konuşma onu hem insanların içinde hem de dışında gezegen etrafında bir yolculuğa çıkarır. Michel’in terraformasyon hakkında zor sorular sorduğu da açıktır. Suyla ilgili tartışma önemlidir çünkü Ann’in neyin “doğal” olup neyin olmadığına dair varsayımlarını sorgulamaktadır. Yolculuğu, bu satırlar üzerinde daha fazla düşünme talep eder.
Ann’in Sax ile ve Mars’taki insanlıkla yakınlaşmasının zemini, Mars’taki değişen siyasi durumdur. Blue Mars‘ın başlarında, yeni, bağımsız bir Mars hükümeti kurulur. Bu hükümet birçok Bookchinci özellik sergiler; konfederal bir yapı, toprağın ortak mülkiyeti ve birçok kurumda ve kesinlikle özel teşebbüs üzerindeki sınırlamalarda yansımasını bulan bir insan ve çevre etiği sistemi (Robinson, Blue Mars: 153-8). Bu yeni hükümet, Ann’in Mars’ta daha iyi bir yaşam, daha iyi bir insanlık biçimi inşa etme umutlarına dokunmaktadır.
Üçleme, Sax’ın uzun ömür tedavisi ve Mars’ın yerçekimi tarafından mümkün hale gelmiş aşırı yaşlılığın semptomlarından birini iyileştirmek için bir hafıza tedavisi bulunmasıyla sona eriyor. Geriye kalan İlk Yüz kolonici “hızlı bir düşüş”e geçerek ölmeye başlar ve bunun habercilerinden biri hafıza kaybıdır. Sax, ilk yerleşimden geriye kalanları tedavi için bir araya toplar. Ann bunu Mars’a terraformasyondan önce nasıl olduğuna odaklanmak için bir fırsat olarak kullanıyor ve bu deneyimden tamamen dönüştürülmüş biri olarak çıkar. O ve Sax, aralarındaki önceki anlaşmaya göre Sax’ın güneş enerjisiyle ısıtma düzenlemesinin son kısımlarını ortadan kaldırmasının bir neticesi olarak mavinin yanı sıra yeşil ve kırmızı da olarak oluşmakta olan Mars’ı aralarına alarak iç denizlerden birine yelken açarlar. Son bölüm başlarken, okuyucuya ‘A ne\ Ann’ tanıtılır. Sonunda tam bir Marslı Ann’ (Robinson, Blue Mars: 754). Bu dönüşüm, Ann tarafından, hala gelişmekte olan, yaşamı sürdüren Mars’ı yok edecek bir savaşı önlemek için Mars’a yasal Dünya göçüne izin verilmesi lehine halka hitap ederken ortaya çıkar. Daha özel olarak, kapanış paragrafları hem Ann’i hem de ve sembolik olarak insanlığı, Mars ile özgür bir doğa durumuna getirir.
Ann, Sax ve bir dizi aile üyesi ve arkadaş ile, orijinal yerleşim yerinde bir ev yaparlar. Sahilde, herkese dondurma getirdikten ve hızlı bir düşüş yaşadığını düşündüğü kısa, korkunç bir an yaşadıktan sonra, Ann suya, gökyüzüne ve geçen pelikanlara bakan bir çocukla karşılaşır. ‘Güzel di mi? Güzel di mi? Güzel di mi?’ Sonunda Ann ‘Evet’ yanıtını verir, ancak içten içe düşünmeye devam eder.
Ah evet, çok güzel! Ann kabul etti ve yaşamasına izin verildi. Dayan, kalp. Ve neden kabul etmiyorsun. Bu dünyanın hiçbir yerinde insanlar birbirlerini öldürmüyordu, hiçbir yerde barınak ya da yiyecek için çaresiz değildiler, hiçbir yerde çocukları için korkmuyorlardı. Anlatılacak şeyler vardı. O parmaklarını oynatırken kum ayaklarının altında gıcırdıyordu. Daha yakından baktı: küçük deniz kabuğu parçalarıyla karıştırılmış koyu bazalt taneleri ve çeşitli rengarenk çakıl taşları, bazıları şüphesiz Hellas çarpmasının breşleşmiş parçalarıydı (Robinson, Blue Mars: 761).
Mars sonsuza dek değişmişti, ancak onlara miras kalan Mars hala orada, ayaklarının altında, tam olarak yaratmadılarsa da harekete geçiren insanlarla karışmış durumda. Sonunda, hem Sax hem de Ann için, bu özel yerde yaşama arzusu, başlangıçtaki yabancılaşmalarının üstesinden gelmelerini sağlar.
Sonuç
Robinson, Sax’ı özellikle Mars’ın Dünya için tropik bir maden kolonisine dönüştürülmesi tehdidiyle mücadele ettirerek, (ilk) doğanın dönüşümüne insan müdahalesinin sorunlu tarihini ele alır. Dünya’nın aksine, Mars bu tarihin tüm ağırlığını yüklenmez. Mars, doğanın geri kalanını insan türüne dahil etme girişimiyle belirlenmemiş farklı bir yön olasılığını temsil eder. Sax ve Ann, kendi yollarıyla, insanların doğaya hükmedebileceği fikrinden vazgeçer. Sax, insanların yaşamın evriminde veya bir çevrenin dönüşümünde tam olarak efendi olduğu fikrini terk ederken, Ann, insan müdahalesinin mutlaka doğayı yok etmediğini kabul eder.
Mars üçlemesi, Sax ve Ann’in dönüşmelerinin izini sürerek ve terraformasyon oluşturma süreci üzerine spekülasyon yaparak, insan ve insandışı doğa arasındaki gerçekten bütünleşmiş bir ilişkinin olanaklarını algılamayı mümkün kılan üçüncü doğa için bir pencere açar. Robinson, temel soruların şunlar olduğu bir insan kültürü yaratır: Bir yerde yaşamak ne anlama gelir ve insan türü o yerin yaşamını iyileştirmek için yeteneklerini nasıl kullanabilir? Bu soruların yanıtlanmasının zor olmasının kendisi önemli değildir. Önemli olan bu soruların sorulması ve cevapların anlamlı ve önemli olmasıdır. Bu türden bir sosyal-kültürel bağlama ulaşacak mücadele, Robinson’un Kızıl, Yeşil ve Mavi Mars’ta üzerinden durduğu şeydir. Bu, aynı zamanda üçüncü doğa için mücadele etmek ve temel oluşturmaktır.
Dipnotlar:
- 1 Robinson ve Bookchin arasındaki bağlantı tesadüfün ötesindedir. Mars üçlemesi Bookchin’in çalışmalarına açık referanslarla doludur. Three Californias kitaplarından biri olan Pacific Edge (1990), Bookchinci bir yerel yönetimindeki bir yaşam kesitinin anlatısıdır. Robinson’ın Mars üçlemesi sonrası ilk kitabı olan Antarctica (1999), bir yerde yaşamanın ne anlama geldiği, radikal, reformist ve (tartışmalı) insan-sevmez ekoloji arasındaki ayrımlar ve kolektif özyönetim vaatleri gibi toplumsal ekoloji temalarını ele alır.
- 2 Terraformasyon: Bir gezegenin çevresini çok büyük bir değişime uğrakmaktır, öyle ki artık o başka bir gezegene, özellikle de Dünya karakterinde bir gezegene dönüşmüştür.
Yazan: Shaun Huston | Çeviren: Sezgin Ata
Kaynak: Shaun Huston, The Anarchist Library, “Murray Bookchin on Mars! The Production of Nature in Kim Stanley Robinson’s Mars Trilogy”, Erişim Bağlantısı