Astronomi ve Mitoloji #1: Güneş

Orta ölçekli bir yıldız olan Güneş, pek çok mitolojinin merkezinde yer aldı. Bazı kültürlerde tanrıça kimliği kazanmakla birlikte, çoğu toplumda eril bir güç olarak kabul edilen Güneş, her şeyi gören gözdü ve adalet ondan sorulurdu.

Güneş bizim yıldızımız. O olmasaydı ne Dünya ve diğer gezegenler var olurdu ne de biz… Bu yazıda Güneş’in kütlesinden, ısısından ve yaşından bahsetmeyeceğiz. Konumuz orta ölçekli bir yıldız olan Güneş’in mitolojilerdeki yeri.

Asıl konuya girmeden önce mitolojiyi eski insanların uydurduğu eğlencelik öyküler zannedenlere iki çift lafımız olacak… Hayır efendim, mitoloji öyle eğlencelik öyküler falan değildir; evrenin ve insanlığın kadim öyküsü saklıdır mitlerde. Atalarımızın doğayla bir arada ve uyum içinde yaşadığı günlerin bilgeliği gizlidir bir de… O nedenle dünyanın farklı bölgelerinde ortaya çıkmış kahraman mitleri hep aynı örüntüyü izler ya zaten. Gılgamış’tan Herakles’e, Perseus’tan Theseus’a kadar kahramanın yolculuğu hep aynıdır. Çünkü o kahraman biziz. Bütün insanlar birer kahraman. Doğası her devirde aynı olduğu için insanın kendini bulma ve gerçekleştirme süreci de değişmedi. Kadim zamanların bilgeliğini taşıyan mitler her birimize yolculuğumuzda rehberlik etmek için var.

Mitolojiye göre, Güneş de bir rehber. Sadece rehber de değil, kozmik bir gözlemci ve adalet dağıtıcı… Mezopotamya mitolojisinde Sümerlerin Utu, Akadların ve Babillilerin ise Şamaş dediği Güneş Tanrısı, her şeyi gören göz olarak adaletle ilişkilidir mesela.

Hammurabi’nin Değil, Güneş’in Yasaları

Öyle ki Mezopotamya’nın en eski yasa koyucularından biri olan Babil Kralı Hammurabi’ye meşhur kanunlarını Şamaş’ın verdiğine inanılırdı. Aslında Hammurabi’nin bizzat kendisi, yasalarını Şamaş’tan aldığı propagandasını yapmış ve Güneş Tanrı’dan kanunları alırken betimlendiği taş steller yaptırmıştı. Hammurabi’nin bu davranışı tamamen siyasi ve faydacıydı tabii ki. Halkına, “Güneş Tanrı Şamaş tüm gücüyle benim yanımda. Yasaları bana veren de o. Sakın Şamaş’a ve onun yeryüzündeki gölgesi olan bana karşı gelmeyin. Yoksa sonunuz kötü olur,” demek istiyordu.

Ancak Hammurabi’nin bu faydacı yaklaşımı, Güneş’in ve onu simgeleyen Şamaş’ın gerçek anlamda her şeyi gören göz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bugün de Güneş her şeyi görüyor. Onun ışığının girdiği yerde ne gizli kalabilir ki? Dünyanın her tarafında neler olup bittiğini bilen Güneş Tanrısı’nın adalet sağlayıcısı olarak görülmesi son derece normal değil mi?

Hitit Hanedanının Batmayan Güneşi

Şimdi Anadolu’ya gelelim. Anadolu ve Eski Çağ denince ilk akla gelenlerden biri de Hititler. Ne de olsa Hititler, Anadolu’daki ilk merkezi krallığın kurucusu. O krallık ki daha sonra Ege kıyılarından Suriye’ye kadar uzanan koca bir imparatorluk oldu. Dönemlerinin çok ilerisindeki, kısasa kısas değil, tazmin anlayışına dayanan hukuk sistemleri, kadına verdikleri değer ve etkileri günümüze kadar süren kültürleriyle gerçek anlamda büyük bir Anadolu halkıydı Hititler. İşte bu Anadolu halkının hem Güneş Tanrısı hem de Güneş Tanrıçası vardı.

Hititlerin Arinna’nın Güneş Tanrıçası dediği kutsal dişil güç, aynı zamanda Hitit hanedanının ve topraklarının da hanımı ve koruyucusuydu. Kökeni Hititlerden de eski bir Anadolu halkı olan Hattilere dayanan Arinna’nın Güneş Tanrıçası, gündüzleri yeryüzünü aydınlatır, geceleri ise yer altına inerdi. Güneş’in ısıtan, besleyen ve koruyan gücünü temsil eden Arinna’nın Güneş Tanrıçası, her daim Hititlerin dini yaşamında mühim bir role sahip oldu.

Hititlerin Güneş Tanrısı ise tıpkı Şamaş gibi adaletin ta kendisiydi. Işığının değdiği her yeri görür ve kimin suçlu kimin masum olduğunu bilirdi. Bu arada Hititler, krallarının ölümlerinden sonra Güneş Tanrısı olduğuna inanırlardı. O nedenle hiçbir Hitit kralı babasından bahsederken, “Babam öldüğünde,” demez. “Babam tanrı olduğunda,” der. Sağlığında halkının hâkimi olan Hitit kralının, ölümünden sonra da Güneş Tanrısı’nın varlığına katılarak adaleti sağlamayı sürdürmesi ilginçtir.

Neticede Güneş de tıpkı kral gibi merkezdedir. Güneş Sistemi’ndeki her şey onun çekim gücü ve varlığı sayesinde ayakta durur. Hitit bahsini kapatmadan evvel, Hitit sanatında Güneş Tanrısı’nın kıyafetiyle kralın rahip giysisinin aynı olduğunu belirtelim. Aynı zamanda halkının baş rahibi olan Hitit kralı, dini kimliğiyle ilgili betimlemelerinde ayak bileklerine kadar inen uzun bir giysi, başında takke ve elinde ucu kıvrık bir asayla betimlenirdi. Hititlerin ‘kalmuş’ dediği bu ucu kıvrık asa, erilliği ve hükmetme gücünü ifade ederdi.

Mısır’ın Güneş Tanrıları

Peki, ya Mısır mitolojisi? Mısır’da kimdi Güneş Tanrısı ya da tanrıları? Aton ya da Atum, Mısır’ın en önemli Güneş tanrılarından biriydi. Aton’un doğum öyküsü ilginçtir. Şimdi o öyküye bir göz atalım. Mısır mitolojisine göre, evrende ilk olarak kozmik bir okyanus olan Nu veya Nun vardı. Aslında Nu ya da Nun, evrenin düzenlenmesinden önceki aşamanın adıdır. Ortada madde vardır, ama henüz şekillenmemiştir. Benzer bir anlatımı Mezopotamya ve Helen yaradılış mitlerinde de görürüz. Mezopotamya yaradılış mitlerinde her şeyden önce ilksel deniz Namnu vardı mesela. Namnu da aynı Mısır mitolojisindeki Nun gibi kozmik bir okyanustu. İçinde sonsuz bir yaratım potansiyeli taşıyan Namnu’dan gök ve yer doğmuş ve akabinde evrenin düzenlenme süreci başlamıştı. Helen, yani Klasik Yunan mitolojisinde de ilk başta Khaos vardı. Geri kalan her şey Khaos’tan doğmuştu.

Namnu, Nun ve Khaos olarak isimlendirilen ilk maddenin ya da yaratım potansiyelinin eski devirlerde dişil güçler olarak görülmesinin de ilginç olduğunu ekleyip Mısır Güneş Tanrısı Aton’a dönelim. Her şeyden önce var olan kozmik okyanus Nun’dan bir lotus çiçeği çıkar, ardından da bir tepe. Güneş Tanrı Aton, o tepeden doğmuştur işte.

Mısır’ın diğer bir Güneş Tanrısı ise Ra’dır. Ra, günün on iki saatini arabasıyla göğü katederek geçirir. Sizin de kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi bu on iki saat, gündüz vaktine tekabül eder. Geri kalan on iki saat boyunca gök karanlıktır. Çünkü Ra, yer altına inmiştir ve karanlığı, kötücül güçleri temsil eden Apep adlı yılanla savaşmaktadır. Apep, daha sonra Helen dilinin etkisiyle Apophis olarak anılmaya başlandı ve bugün de genellikle bu ismiyle bilinir. Ra, her gece savaştığı Apep’i yener ve Güneş yeniden doğar. Güneş tutulması olduğunda ise Apep, Ra’yı yutar. Ancak Ra, eninde sonunda Apep’in karnından çıkıp yeniden gökteki yerini alır.

Helios’un ve Apollon’un Işığı

Şimdi sıra geldi Helen mitolojisine. Helen mitolojisinde de aynı Mısır’da olduğu gibi iki ayrı Güneş Tanrısı vardı. Bunlardan ilki Helios, ikincisi Apollon’du. Helios, Mezopotamya’nın Güneş Tanrısı Şamaş gibi her şeyi gören gözdü. Güneş ışığının değdiği yerde hiçbir şey gizli kalmazdı çünkü. Helios, Helen mitolojisinin Olimposlulardan önceki eski kuşak tanrılarındandı. Her sabah göksel arabasına binip gökte dolaşırdı.

Helios’un her şeyi gören göz olmasıyla ilgili bir anlatı vardır ki söz etmemek olmaz. Toprağın bereketini simgeleyen tahıl ve tarım tanrıçası Demeter’in biricik kızı Persephone, kırlarda çiçek toplarken ölüm tanrısı Hades tarafından yer altına kaçırılır. Demeter, günlerce kızını arar, ama bulamaz. Kimse güzel Persephone’yi kimin kaçırdığını görmemiştir. Tabii ki Güneş Tanrısı Helios hariç… Neticede her şeyi gören göz Helios, olan bitene şahittir ve gördüklerini Demeter’e anlatır.

Helen mitolojisinin ikinci Güneş Tanrısı ise Apollon’dur. Plastik sanatlarda çok çekici ve yakışıklı bir erkek olarak tasvir edilen Apollon’un tek özelliği Güneş Tanrısı olmak değildi, o aynı zamanda müziğin, güzel sanatların, ışığın ve kehanetin de tanrısıydı. Zaten kehanette bulunmak ya da gelecekten haber vermek biraz da her şeyi gören göz olmakla ilgili değil midir? Ne de olsa Güneş, zamanı da belirleyendir. Gece-gündüz döngüsü de mevsimler de onunla var olur.

Antik Çağ’da Apollon kehanet merkezleri meşhurdu. O zamanın bilinen dünyasından pek çok mühim şahsiyet, gelecekte onları nelerin beklediğini öğrenmek için, aynı zamanda birer tapınak olan Apollon bilicilik merkezlerindeki kahinlere başvururdu.

Apollon bahsini kapatmadan önce Daphne’nin yani Defne’nin öyküsüne de kısaca değineyim. İlk başta basit bir aşk öyküsü gibi görünen bu anlatıda da Apollon’un Güneş Tanrısı yönüyle ilgili bir hikmet gizlidir çünkü. Apollon, Ana Tanrıçanın rahibelerinden Daphne’yi görür ve güzelliğinden etkilendiği kızın peşine düşer. Tanrıçaya bekaret yemini eden Daphne ise tüm gücüyle Apollon’dan kaçar. Sonunda gücü tükendiğinde tanrıçaya onu kurtarması için yalvarır. Daphne’nin yakarışlarını duyan tanrıça da onu bir defne ağacına dönüştürür. Apollon sonunda kıza değil, defne ağacına sarılır. Defne ağacı Güneş’i sever ve ışık alan yerlerde bu ağacın yetişmesi çok daha kolaydır. Ezcümle bu öykünün içinde de bir doğa yasası vardır.

Güneş’in mitolojilerde çoğunlukla eril bir güç, yani tanrı olarak yer aldığı dikkatinizi çekmiştir. Bu yazıda sadece tek bir Güneş Tanrıçasından bahsettik ve o da Hitit dininin merkezinde bulunan Arinna’nın Güneş Tanrıçası’ydı. Bu yazıyı sonlandırmadan önce Türk mitolojisinde de Güneş’in dişil bir güç olarak görüldüğünü belirtelim. Eski Türk inanışında Ay ise eril güçtü.

Bu noktada Güneş’i dişil bir kuvvet olarak gören kavimlerin kadına daha çok değer veren kavimler olduğu varsayımında bulunabiliriz. Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın Hatti kökenli bir tanrıça olduğunu belirtmiştik. Hattiler, eski bir Anadolu kavmi olarak, Neolitik Dönem’den gelen güçlü Ana Tanrıça kültünün etkisi altındaydılar. Aslında Hititler’de de kadınlar değer görürdü ve toplum yaşamında etkindi. Mısır, Mezopotamya ve Antik Yunan’da ise kadın, erkeğin altında görülürdü.

Atalarımız ister kadın ister erkek olarak kişileştirmiş olsunlar, Güneş’in ne kadar önemli olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Dolayısıyla Güneş tanrılarını ve tanrıçalarını da çok önemsiyorlardı.  O tanrıçalar ve tanrılar, Güneş’in antropomorfik sembolleriydi. Sistemimizin merkezindeki Güneş gibi her şeye hâkim, etrafta olup biten her ne varsa bilen, adaleti sağlayan, hatta geleceği gören güçlerdi…

Bundan sonra Güneş’e bakarken onları da düşünün, olur mu? Düşünün ki mitolojinin eski insanların birikimlerini geleceğe taşımanın dışında, doğa yasalarıyla da ilgili olduğunu unutmayasınız.

Yazar: Özlem Ertan

Ankara’da doğdu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları memleketi İzmir’de geçti. 2005 senesinde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi bölümünden bölüm ve fakülte birincisi olarak mezun oldu.Diyarbakır Kavuşan Höyük, İzmir Ulucak Höyük ve Van Ayanis Urartu Kalesi kazılarında çalıştı. Anadolulu tanrıça Hekate’yi tüm yönleriyle anlattığı kitabı "Hekate: Bize Ne Mesaj Veriyor?" 2023’ün haziran ayında; Hitit döneminde geçen fantastik roman serisi "Bir Hitit Masalı"nın ilk kitabı "Kanatlı Güneş" ise 2024’ün ocak ayında; Destek Yayınları’ndan çıktı."Âşık Kadınlar Denizhanesi", "Benim Güzel Ölülerim" ve "Dolunay Ayini" adlarında yayımlanmış üç fantastik romanı daha bulunan yazar, pek çok antolojide öyküleriyle yer aldı.YouTube’da arkeoloji ve mitolojiyle ilgili videolar hazırlamayı, Instagram sayfasında antik medeniyetlerle ilgili içerikler üretmeyi, farklı etkinliklerde arkeoloji ve mitoloji anlatmayı sürdürüyor. Aynı zamanda kitap editörü, kültür – sanat gazetecisi ve müzik yazarı. Çeşitli basın organlarında klasik müzik, opera, arkeoloji, mitoloji ve edebiyatla ilgili yazılar yazıyor, söyleşiler yapıyor. Hititleri tutkuyla seviyor.

İlginizi Çekebilir

farkli dunyalar

Kısa Animasyon Filmi: Farklı Dünyalar

Doğa, denge üzerine kuruludur. Ancak bu denge, insanın doymak bilmez hırsı yüzünden gitgide bozuluyor. Dünya …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin