the 4400

The 4400: Kaçırılmalarının Bir Nedeni Vardı!

Kaçırılmalarının bir nedeni vardı. Onlar gelecekte insanlığı bekleyen korkunç sonun önüne geçmek için görevlendirilmişti. Ancak kimse bunun nasıl gerçekleşeceğini bilmiyordu!

The 4400, 2004 yılında USA Network kanalı için geliştirildi. Scott Peters ve René Echevarria ikilisi tarafından yaratılan proje, başlangıçta dört bölümlük bir mini dizi olarak tasarlandı. Ancak güçlü konsepti, etkileyici oyuncu kadrosu ve izleyicide uyandırdığı merak duygusu sayesinde beklenenin ötesinde ilgi gördü. Yapımcılar, seyirciden gelen olumlu geri dönüşlerin etkisiyle projeyi genişletme kararı aldı ve böylece dört sezonluk tam teşekküllü bir diziye giden sürecin de önü açılmış oldu.

Dizinin çıkış noktası, farklı yıllarda ortadan kaybolmuş 4400 kişinin bir gün hiçbir açıklama olmaksızın ve yaşlanmamış hâlde geri dönmesiydi. Böylelikle hem bilimkurgunun klasik zaman-paradoksu temalarına dokunulacak hem de dönemin toplumsal meselelerine alegorik göndermeler yapılacaktı. Kaybolanların dönüşüyle birlikte kendini gösteren devlet kontrolü, toplumsal paranoya, dışlanmışlık ve kader gibi evrensel temaların da üzerine gidilecekti. Plan başarıya ulaştı ve yüzeyde gizemli bir bilimkurgu öyküsü anlatırken derinlerde dönemin toplumsal çalkantılarına ayna tutan çok katmanlı bir dizi çıktı ortaya.

Dizinin kurgusuna göre, 1941 yılından başlayarak dünyanın farklı yerlerinden farklı zamanlarda tam 4400 kişi gizemli bir şekilde ortadan kayboluyor, tüm arama ve araştırmalarsa sonuçsuz kalıyor. Ancak kaybolan bu 4400 kişi, 11 Temmuz 2004 tarihinde Washington yakınlarına düşen küremsi bir ışıkla beraber ansızın geri dönüyor. İçlerinde nereye gittiklerini ya da neden geri döndüklerini bilen yok. Üstelik geri döndüklerinde hiç yaşlanmadıkları ve zamanla doğaüstü birtakım yetenekler geliştirdikleri anlaşılıyor.

Bazıları geleceği görebiliyor, bazıları yaraları iyileştirebiliyor, bazılarıysa yıkıcı güçlere hükmedebiliyor. Tabii söz konusu durumun toplumu ikiye bölmesi gecikmiyor. Bir yanda bu insanlardan korkanlar, diğer yandaysa onları insanlığın evriminde bir sonraki adım olarak kabul edenler var. Amerikan hükûmetinin de kafası karışık; ne yapacağı, nasıl bir tutum sergileyeceği konusunda kararsız kalıyor. Nihayetinde, konunun araştırılması ve güvenliği için NTAC (Ulusal Tehdit Değerlendirme Merkezi) adlı bir örgütün görevlendirilmesine karar veriliyor.

Dizinin başrollerinde, eski bir FBI çalışanı olan Tom Baldwin karakteriyle Joel Gretsch ve istihbaratçı Diana Skouris karakteriyle de Jacqueline McKenzie yer alıyor. Baldwin, oğlu Kyle’ın bir 4400’le kurduğu ilişki sonucu komaya girmesi nedeniyle kişisel olarak da davanın içine çekiliyor. Diana ise istihbaratçı kimliğiyle olaylara bilimsel ve soğukkanlı bir perspektiften yaklaşıyor, ancak zamanla 4400’lerden bir çocuğu evlat edinerek onlarla daha duygusal bir bağ geliştiriyor. Hikâyenin ana soruşturma hattını sürdüren ikili, gelişen olaylarla birlikte ilişkilerini de gitgide derinleştiriyor.

4400 karakterlerinin her biri, farklı dönemlerden gelmiş olması nedeniyle kültürel ve tarihsel çeşitliliğe sahip. 1930’lardan, 1950’lerden, 1980’lerden gelen karakterler, kendi dönemlerine özgü değer yargıları, toplumsal roller ve kişisel travmalarla bugünün dünyasında yeniden var olmaya çalışıyor. Bu da senaristlere zengin bir anlatı alanı sunuyor. Örneğin, 1950’lerden gelen bir siyah karakterin modern zamanlardaki ırk eşitliği mücadelesine tanıklığı ya da Vietnam Savaşı’ndan dönen bir askerin günümüz militarizmine bakışı, dizinin sosyal katmanlarını zenginleştiriyor. 4400’lerin zamanla birer “mesih” ya da “tehdit” figürü olarak algılanmaya başlanması ise anlatının dini ve politik metaforlarla örülü yapısını ortaya koyması bakımından önemli.

The 4400, zamanla sadece bir gizem dizisi olmaktan çıkıyor ve bir dönüşüm hikayesine evriliyor. Karakterlerin çoğu, ilk başta sıradan bireylerken yeteneklerini keşfettikçe kendi içsel çatışmalarıyla da yüzleşmeye başlıyor. Bazıları bu güçleri iyilik için kullanırken, bazılarıysa yozlaşmaya ve intikam almaya yöneliyor. “Güç yozlaştırır mı?” ya da “İyilik için kötülük yapılabilir mi?” gibi sorular, karakterlerin seçimleriyle birlikte izleyiciye de yöneltiliyor.

Dizinin bağlamı, 11 Eylül sonrası Amerikan toplumunun paranoyalarını da yansıtıyor. Gözetim mekanizmalarının artması, “öteki” olana karşı duyulan güvensizlik ve potansiyel tehdit algısı, dizide bilimkurgusal bir dile işleniyor. 4400’lerin devlet tarafından kontrol altında tutulmaya çalışılması, medyanın onları şeytanlaştırması ve kamusal alanda ayrımcılığa uğramaları, açık biçimde dönemin politik atmosferine bir gönderme. Bununla birlikte, dizi geleceği şekillendirme fikrini merkeze alarak zaman kavramını da sorguluyor. 4400’lerin geri gönderilme amaçları anlaşıldığında ise kader, özgür irade ve determinizm konuları iyice gün yüzüne çıkıyor.

The 4400, özellikle ilk iki sezonunda güçlü bir anlatı ve karakter gelişimi sunuyor. Sonraki sezonlarda anlatı zaman zaman dağınıklaşıyor ve bazı yan hikâyeler tatmin edici şekilde sonuçlanamıyor. Ancak dizinin etkisi günümüzde de varlığını sürdürüyor; keza benzer temaları işleyen Heroes ve Fringe gibi yapımlara esin kaynağı olduğu biliniyor. Döneminin sınırlamalarına rağmen duygusal yoğunluğu ve atmosfer yaratımı dikkat çekici. Yine müzik kullanımıyla da öne çıkıyor. Özellikle jenerikte çalan A Place in Time parçası, dizinin melankolik ve gizemli havasını yansıtmada oldukça başarılı.

Kısacası The 4400, günümüz televizyon dünyasında hem anlatı yapısıyla hem de ele aldığı temalarla yankı bulmaya devam eden işlerden biri. Süper güçlere sahip bireyleri merkeze alırken çizgi roman estetiğine yaslanmaması, toplumsal ve politik alegorilerle örülü bir anlatı kurması onu benzer yapımlardan ayırıyor. Kahramanlık anlatılarını sadeleştirip insanileştirirken, izleyiciyi sadece “ne olacak?” sorusuyla değil, “ne olmalı?” sorusuyla da baş başa bırakıyor. Bugünün gösterişli ama içerik anlamında yüzeysel birçok bilimkurgu dizisine kıyasla, sadeliği içinde cesur sorular sorabilen nadir dizilerden biri olarak hatırlanmayı sürdürüyor.

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu ve black metal hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

marsta gecen bilimkurgu filmleri 2

Mars’ta Geçen Bilimkurgu Filmleri #2: Çatışma ve Karşılaşmalar

Söz konusu Mars olduğunda, mücadele yalnızca Mars’ın çetin doğasına karşı verilmez. Mars aynı zamanda zorlu …

Bir yorum

  1. Yahu şu diziyi iptal ettiler ya, ne zaman aklıma gelse küfür ederim. 🙂
    Cidden harika bir diziydi ve muazzam bi yerde bitmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin