Alien Earth

Birinci Sezonuyla Alien: Earth

Alien: Earth’ün 2020’deki ilk duyurusu, serinin tutkunlarını büyük bir heyecana sürükledi. O dönemki bilgiler, dizide Xenomorph’lara yer verilmeyeceği yönündeydi. Bu da izleyicilerin seride ilk kez Dünya’yı göreceği ve Weyland-Yutani Corporation’ın karanlık emellerinin ardındaki motivasyonları keşfetme fırsatı yakalayacağı anlamına geliyordu. Ancak beş yıl süren sessizliğin ardından, sene başında paylaşılan kısa fragmanlarla dizi yeniden gündeme geldi ve beklentileri hızla tazeledi. Gösterilen bölük pörçük sahneler, âdeta büyük bir yapbozun eksik parçaları gibiydi. Fragmanlardan anlaşıldığı kadarıyla yapım, 1979 tarihli orijinal Alien filminin görsel dokusuna sadıktı. Hikâye, zaman çizelgesinde 2120 yılına, yani ilk filmin yalnızca iki yıl öncesine yerleştirilmişti. Bu da dizinin evrenle güçlü bir organik bağ kuracağı yönündeki beklentileri iyice arttırmıştı.

Projenin arkasında, Fargo’nun yaratıcısı Noah Hawley var. Yönetmen koltuğuna ise Dana Gonzales (4 bölüm) ve Ugla Hauksdottir (2 bölüm) oturuyor; Hawley ise birinci ve beşinci bölümlerde bizzat yönetmenlik yapıyor. Müziklerde, Fargo (2014-2024) ve Ripley (2024) dizilerinden tanıdığımız Jeff Russo imzası dikkat çekiyor. Russo, Alien ve Aliens (1986) filmlerinin efsanevi temalarından ilham alarak hem nostaljik hem de taze bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Görüntü yönetiminde David Franko altı bölümde, Bella Gonzales ise iki bölümde görev alıyor. Dizi, özellikle ilk beş bölümde sinematografik açıdan oldukça güçlü bir çizgi yakalıyor. Ancak final bölümlerine gelindiğinde bu istikrar sarsılıyor. Beşinci bölüme kadar olay örgüsünde sağlam bir ivme tutturulmuşken altıncı bölümle beraber tempo düşüyor ve anlatı da aceleye gelmiş hissi uyandıran bir kolaycılığa yöneliyor. Özetle Alien: Earth, büyük vaatler eşliğinde görsel açıdan tatmin edici ama anlatı bakımından dengesiz bir yolculuk sunuyor.

Altmış beş yıllık bir uzay yolculuğunun ardından Dünya’ya dönmeye hazırlanan USCSS Maginot gemisi, bir sabotaj sonucu mürettebatını kaybediyor. Görevi boyunca evrenin karanlık bölgelerinde beş farklı tehlikeli yaşam formunu toplayan ekip, yaratıkların salıverilmesiyle korkunç bir hayatta kalma mücadelesine sürükleniyor. Geminin güvenlik şefi olan siborg Morrow (Babou Ceesay), yaptığı araştırmalar sonucunda rotanın değiştirildiğini ve mürettebattan bir kişinin Prodigy CORP’un CEO’su Boy Kavalier (Samuel Blenkin) tarafından sabotaj için kiralandığını öğreniyor. Maginot, Dünya’ya çarpmadan hemen önce geminin ana bilgisayarı Mother’dan numunelerin korunmasına öncelik verilmesi yönünde emir alıyor. Morrow kendini güvenli bir hücreye kapatıyor, ancak o sırada ekibin büyük kısmını öldüren Xenomorph ana bilgisayar odasına kadar ulaşıyor. Güvenlik şefi son anda kurtulsa da, gemi Tayland’daki New Siam şehrinde bulunan Prodigy binasına çakılıyor. Bu çarpışmayla birlikte Xenomorph, devasa yapının içine sızarak yeni bir dehşet döngüsünü başlatıyor.

Dizi, ölümsüzlüğün gelecekte siborglar, sentetikler ve hibritler aracılığıyla mümkün olacağı fikrini işliyor. Bu karanlık gelecekte Dünya, beş büyük şirketin kontrolü altına girmiş durumda: Weyland-Yutani, Lynch, Dynamic, Threshold ve Prodigy. Her biri farklı kıtalarda faaliyet gösteriyor ve ileri teknoloji alanlarında rekabet ediyor. İnsanlığın kaderini belirleyen bu şirketler, gezegeni fiilen yöneten bir tür kurumsal oligarşiye de öncülük ediyor. Bu da doğal olarak otoriter ve distopik bir toplumsal yapı doğuruyor.

Sekiz bölümden oluşan yapım, özellikle Weyland-Yutani ile Prodigy arasındaki güç mücadelesine odaklanıyor. Diğer üç şirket hakkında yalnızca yüzeysel bilgiler verilmesi, evrenin genişliğine rağmen hikâyeyi dar bir çerçevede tutuyor. Odak noktası, Yutani (Sandra Yi Sencindiver) ile Boy Kavalier arasındaki kişisel ve kurumsal çekişme. Ancak senaryo, her iki şirketin organizasyon yapılarını ya da iç çatışmalarını derinlemesine işlemiyor. Kıtalar arası devasa şirketlerin iç dinamiklerinden ziyade bireysel bir rekabetin etrafında şekillenen olaylara tanık oluyoruz. Weyland-Yutani’nin amacı, Kavalier’in elinde bulunan beş organizmayı ele geçirmek. Bu varlıklar, biyolojik silah olarak kullanılma potansiyellerinin yanı sıra genetik mühendisliği açısından da devrim niteliğinde bir güç sunuyor. Alien: Earth, klasik serideki hırs ve etik kavramlarının üzerine gitmeyi sürdürüyor, bunu da şirketlerin açgözlülüğünü merkeze alarak yapıyor.

Peter Pan hikâyesinden feyz alan Noah Hawley, masalın dinamiklerini senaryosunda lokomotif olarak kullanıyor. Peter Pan gibi haylaz biri olan Kavalier, deneylerini Neverland Araştırma Adası’nda gerçekleştiriyor. Bilinç aktarım teknolojisini geliştiren şirket, kanserden kurtulma şansı olmayan bir grup çocuğu adaya getiriyor. Zira bilinç aktarımı yalnızca çocuklar üzerinde yapılabiliyor. Çocuk zihinlerini yetişkin hibrit bedenlere aktaran Kavalier, onlara ölümsüzlüğü bahşediyor. Fakat yetişkin bedenindeki bu “Kayıp Çocuklar” artık şirketin birer malına dönüşüyor. Onların yeni baba figürleri ise yapay zekâya sahip Kirsh (Timothy Olyphant) oluyor..

Alien evreninde serbest bir Peter Pan hikâyesi anlatan Hawley, eserinde bunu gizlemiyor. Yaşama şansı kalmamış çocukların zihinleri yeni bedenlere aktarılırken Boy Kavalier onlara Peter Pan animasyonunu izletiyor. Bu detay, hem karakterlerin hem de anlatının alt metninde güçlü bir sembolizme dönüşüyor. Zaten güvenlik şefi Morrow’un (Babou Ceesay) robotik elinden çıkan bıçaklar, onu masaldaki Kaptan Hook’un karanlık yansımasına büründürüyor. Dünya dışı numuneleri ele geçirmek uğruna adayı istila etmeye çalışması da bu benzerliği pekiştiriyor. Bir zamanlar insan olan Morrow, yıllar önce geçirdiği bir kazada kızını kaybediyor. Onu ölümden kurtaran kişi ise Yutani’nin büyükannesi oluyor. Morrow, bu olaydan biyolojik varlıkları ele geçirmek üzere altmış beş yıllık uzak bir göreve çıkıyor. Şirkete duyduğu aidiyet duygusu, onu bir tür inanç savaşçısına dönüştürüyor. Hakeza 2120 yılında hâlâ hayatta kalmasının ardındaki itici güç de insanlıktan çok bu görev bilinci ve yarım kalan misyonunu tamamlama arzusu.

Hawley, dizinin ilk beş bölümünde sağlam bir yapı kuruyor. Olaylar Weyland-Yutani, Prodigy, hibritler ve Morrow ekseninde tutarlı bir biçimde ilerliyor. İki şirketin karşılıklı çıkar çatışmaları sürerken Morrow da bu hengâmede adaya sızmanın yollarını arıyor. Ana karakter Wendy (Sydney Chandler), hibrit bedenine ve yetişkin kimliğine alışmaya çalışırken bir yandan da uzun süredir kayıp olan abisini bulma arzusuyla hareket ediyor. Kirsh karakteri ise sentetik doğasının yarattığı soğuklukla izleyiciye sürekli bir güvensizlik hissi aşılıyor. Tekinsiz tavırları, dizinin geleceğinde beklenmedik bir kırılma yaşanabileceğine dair ipuçları veriyor. Ne var ki, ilk beş bölüm boyunca dikkatle örülen bu dengeli yapı finalde çözülüyor. Hikâye, tüm vaatlerine rağmen dağınık bir sonla noktalanıyor ve Hawley’nin kurduğu masal, tıpkı çocukluğun kaybolduğu o efsanevi Neverland gibi yönünü bulamadan karanlıkta kayboluyor.

Yeni bedeninde birtakım özel yeteneklere kavuşan Wendy, Prodigy’in ağ sistemine uzaktan erişim sağlayabiliyor; ekipteki diğer hibritlerde bu özellik yok. Erişimi sayesinde abisinin bir sağlık çalışanı olduğunu ve yaralılara yardım etmek adına Maginot’un düştüğü binaya gittiğini öğreniyor. Bunun üzerine Kavalier’den bölgeye gitmek için izin istiyor. Alien: Earth’ün ikinci bölümünde abisini Xenomorph saldırısından kurtaran Wendy, kısa sürede amacına ulaşıyor. Ancak bu noktadan sonra karakterin motivasyonu sona eriyor ve senaryo onunla izleyici arasında bağ kurmakta zorlanıyor. Xenomorph’un dilini anlayabilen ve onunla iletişime geçebilen Wendy, giderek bir kukla oynatıcısına dönüşüyor. Yaratığa hükmetmeye başladığında ise âdeta bir “Kraliçe” formuna bürünüyor ve ekibiyle birlikte şirkete karşı isyana kalkışıyor. Başlangıçta insan olup olmadıklarını sorgulayan hibritler, Wendy’nin ani değişimine hızla uyum sağlayarak ölüm makinelerine evriliyor. Dolayısıyla Hawley, karakterleri çocukluktan yetişkinliğe taşırken fazlasıyla aceleci davranıyor.

Beşinci bölüme kadar ağır bir tempoda ilerleyen dizi, altıncı bölümle birlikte âdeta bir hız trenine dönüşüyor ve finaline ulaşmak için acele ediyor. Bu ani tempo değişimi hem prodüksiyon kalitesini hem de hikâye tutarlılığını zedeliyor. Kirsh’in hibritlerden biri olan Sinek’in öldürüldüğünü görüp sessiz kalması, ardından onlara adadan kaçmalarında yardım ediyor gibi davranması, karakterin gizli bir planı olduğunu düşündürtüyor. Ancak sonunda Prodigy ile bağlarını koparmadığı anlaşılıyor. Böylece dizideki en kritik rolü üstlenmesi gereken Kirsh de potansiyeli boşa harcanmış bir figüre dönüşüyor. Hawley’nin ilk yarıda kurduğu temeller, final bölümlerinde hızla yıkılıyor ve dizi güçlü bir açılıştan dağınık bir sona savruluyor.

Senaryonun temelini Peter Pan masalının oluşturması, özellikle altıncı bölümden itibaren dizinin ciddiyetini zedeliyor. Bilhassa Kavalier’in kendi şirketini oyuncak gibi yönetmesi, anlatının dramatik gücünü zayıflatıyor. Wendy ve arkadaşlarının “Kayıp Çocuklar”ı temsil eden dağınık hâlleri ise hikâyeye derinlik kazandırmak yerine izleyiciyi yapıma yabancılaştırıyor. Morrow ve Yutani’nin uzaylı örnekleri ele geçirme motivasyonu bir süreliğine diziyi ayakta tutuyor tutmasına, ancak bu da giderek dinamizmini yitiriyor. Ağır ilerleyen hikâyenin son bölümlerde hızlanması, projenin yapım sürecinde ani bir kısaltmaya gidildiğini hissettiriyor.

Farklı yıldız sistemlerinden toplanan canlıların milyonlarca yıllık geçmişe sahip olduklarına dair imalar dizinin potansiyelini hatırlatır cinsten. Ne var ki bu kadim yaratıkların hangi sistemden getirildiği asla açıklanmıyor. Oysa orijinal Alien filminde, Xenomorph yumurtalarının Zeta Reticuli sistemindeki Acheron (LV-426) gezegeninde keşfedildiğini biliyoruz; o gizemli sinyal, türün sinematik mirasının en ikonik başlangıcıydı. Alien: Earth ise söz konusu bağlantıyı tamamen görmezden geliyor. Hawley’nin bu tercihi, diziyi önceki yapımlardan kopuk bir yeniden başlatma (reboot) niteliğine büründürüyor. Yönetmen bunu açıkça ifade etmese de, anlatı yapısı ve tonu itibariyle evreni baştan kurduğu izlenimini veriyor. Ancak beş yıl önceki ilk fikirlerine kıyasla bugün geldiği nokta oldukça farklı. Senaryo üzerindeki değişimlerde Disney’in olası bir etkisi olup olmadığı ise belirsiz.

Dizinin en dikkat çekici yıldızı, kimi sahnelerde âdeta başrolü çalan Ocellus. Ahtapotu andıran göz biçimli yaratık, girdiği canlıların bedenlerini ele geçirme yeteneğine sahip. Gözlerden içeri sızarak sinir sistemine ulaşıyor, uzuvlarını kullanarak kurbanlarının beyin fonksiyonlarını kontrol altına alıyor. Meraklı ve yüksek zekâsıyla öne çıkıyor ve dizinin en özgün tasarımlarından biri. Hatta öyle ki, varlığıyla zaman zaman Xenomorph’u bile gölgede bırakıyor. Yeri gelmişken, Xenomorph sahnelerinin CGI kısımları oldukça başarılı, ancak yakın planlarda kullanılan pratik efektler aynı başarıyı gösteremiyor. İlgili sahnelerde yaratığın kostüm giymiş bir aktör tarafından canlandırıldığı açıkça fark ediliyor. Ayrıca her bölüm sonunda çalan rock parçaları da dizinin tonuyla uyuşmuyor, atmosferi desteklemek yerine sahnelerin ciddiyetini gölgeliyor.

Kısacası Alien: Earth, sezonun ikinci yarısı itibariyle tartışmalı bir yapım hâline geliyor. Sonlara doğru orijinal Alien’ın ikonik gemisi Nostromo ile bağlantı kurulacağına dair beklentiler de boşa çıkıyor. Sezon ortasına kadar kurulan tutarlılık, sonlara doğru yerini kaotik bir anlatı yapısına bırakıyor. Noah Hawley’nin şu sıralar stüdyoyla ikinci sezon üzerine görüştüğü biliniyor, ancak dizinin geleceği küresel izlenme oranlarına ve izleyici tepkilerine bağlı. Yine de olası bir ikinci sezonda bu hatalardan ders çıkarılıp çıkarılmayacağı her şeyi değiştirebilir. Belki de Hawley, bu karanlık evrende yeni bir umut ışığı yakabilir…

Buğra Şendündar

1979 İstanbul doğumlu. Sinemaya olan ilgisi daha yedi yaşındayken dedesiyle sabahlara kadar film izlemekle başlar. Daha önce çeşitli mecralarda sinema üzerine makale ve eleştiriler kaleme aldı. Günümüzde, Bilimkurgu Kulübü'nde yazarlık serüvenine devam ediyor. Ona göre sinema, insanın kendini keşfetmesidir.

İlginizi Çekebilir

Andor

İkinci Sezonuyla Andor

Tüm Star Wars yapımlarında öne çıkan bazı kavramlar vardır. Direniş de bunlardan biri, hem de …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir