Amanda: İnsanlara pek güvenmiyorsun değil mi?
Dan: Hem de hiç?
Amanda: Bunu kabul edemem. İnsanlar özünde iyidir. Naziktir. Tanrım! David uygar bir toplumuz.
David: Tabii. Makineler çalışırken ve 911’i arayabiliyorken. Ama onları alıp insanları karanlığa itersen ödlerini kopartırsın. Kurallar kalkar. Ne kadar ilkelleştiklerini görürsün.
Dan: İnsanları yeterince korkutursan her şeyi yaptırabilirsin. Kim çözüm önerirse onun peşine takılırlar.
Amada: Ollie lütfen bana destek ver.
Ollie: Keşke verebilseydim. Tür olarak temelimizde delilik var. İkiden fazlamızı bir odaya koy, taraf belirleyip birbirimizi öldürmek için bahaneler yaratırız. Siyaset ve dini niye yarattık dersin?
Stephen King’in Sis (The Mist) adlı novella’sı, ilk kez 1985 yılında, çeşitli dergilerde yayımlanan öykülerinin bir araya getirildiği Skeleton Crew adlı kitapta yer alır. Derleme yirmi iki öykü içermektedir. King’in neredeyse her kitabını dilimize kazandıran Altın Kitaplar bu kitabını da es geçmemiştir. Ancak Gönül Suveren çevirisiyle yayımlanan kitabın Sis adını aldığını ve içindeki öykülerin yarı yarıya azaldığını belirtelim.
Yediden yetmişe onlarca insanın kapalı bir mekânda mahsur kaldığı Sis, tam bir King klasiğidir. Farklı dünyalara açılan bir kapının, bir kasaba dolusu insanın başına ördüğü dertleri konu edinen novella, ilk bakışta H.P.Lovecraft’ın hastalıklı öykülerini akla getirir. Sis adeta King karakterlerinin içine serpiştirildiği dehşetengiz bir Lovecraft öyküdür.
Stephen King’in sinema ve dizi sektörü için bir altın madeni olduğunu söylememize herhalde gerek yok. Yazarın hazırladığı bir alışveriş listesinin bile filme çekilebileceği söylenir. Elbette bu bir espridir. Ama mevcut durumu gayet güzel özetleyen bir espridir doğrusu. Bu yüzden Sis’i beyaz perdeye aktarmakta geç kalındığı bile söylenebilir. 1985’te yayımlanan Novella 2007 yılında uyarlanır. Film, Frank Darabont gibi King severlere yabancı olmayan bir isim tarafından yazılıp yönetilir. Darabont’un daha önce el attığı iki King eseri, Esaretin Bedeli (1994) ve Yeşil Yol’un (1999) sinema tarihine geçtiği düşünülürse, elbette beklentilerin yüksek tutulması şaşırtıcı değildir. Filmin beklentileri boşa çıkarmadığı, ancak kullanılan görsel efektlerin pek de parlak olmadığı söylenebilir. The Mist ülkemizde Şubat 2008’de, Öldüren Sis adıyla vizyona girer. Filmin konusu kısaca şu şekilde özetlenebilir:
David Drayton (Thomas Jane), karısı ve oğlu Billy (Nathan Gamble) ile sakin bir Amerikan kasabasının dışında, göl kenarındaki evinde yaşayan bir sanatçıdır. Bir gece ansızın çıkan fırtınada birçoğu gibi onun evi de hasar görür. David oğlunu da yanına alır ve evini tamir etmek için gereken malzemeleri satın almak amacıyla kasabaya iner. Yanlarında uzun süredir sorun yaşadıkları komşusu Brent Norton da (Andre Braugher) vardır. Başlangıçta her şey yolunda gözükmektedir. Ancak bu fırtına sonrası sessizliktir. Aniden bastırıp kasabayı gri bir canavar gibi midesine indiren sis, bir kâbusu da beraberinde getirir. Sisin içinde bir şeyler vardır. Merhametsiz, tehlikeli, ölümcül ve en kötü kâbuslarımızda bile rastlamadığımız, hayal gücümüzün sınırını zorlayan türde şeyler. Böylece David ve kasabalılar bir süper markette mahsur kalırlar. Artık sisin içindekilerle onların arasında, marketin ön camlarından başka bir şey yoktur.
Sis başta da belirttiğimiz gibi klasik bir Stephen King öyküsünün tipik özelliklerini taşır. King bu eserinde bize, kapalı bir mekânda tutsak kalan farklı yaşlara, inançlara ve düşüncelere sahip onlarca korkmuş insanın ne kadar tehlikeli olabileceklerini gösterir. Sis bu açıdan bakınca William Golding’in ölümsüz eseri Sineklerin Tanrısı’nı çağrıştırır. Filmde (ve elbette uzun öyküde) çatışma yaratan başkarakter, inancını saplantılı bir şekilde yaşayan ve işi Tanrı tarafından seçildiğini iddia etmeye kadar götüren Bayan Carmody’dir (Marcia Gay Harden). Carmody boğazına kadar korkuya batmış insanlara istediğini, yani ilahi kurtuluşu sununca marketin içindeki insanlar tıpkı Sineklerin Tanrısı’ndaki çocuklar gibi gruplara ayrılır. Artık tek düşman dışarıdaki canavarlar değildir.
Peki bu sis ve içindekiler nereden çıkmıştır? Sis yalnızca kasabayı mı etkisi altına almıştır, yoksa bu kâbustan tüm dünya mı etkilenmiştir? Kahramanlarımız bu gri canavardan kurtulabilecek midir? Elbette bu sorunların cevabını bu yazıyı okuyarak değil, filmi izleyerek (ya da novella’yı okuyarak) öğrenebilirsiniz. Size şimdiden keyifli (keyifli mi?) seyirler (ya da okumalar) dileriz. Yazımızı King’in sonu ile Darabont’un sonu arasında keskin farklar olduğunu belirterek tamamlayalım. Korku edebiyatı ile bilimkurguyu harmanlayan bu filmi (ve novella’yı) hayal dünyanıza katmanızı tavsiye ederiz.