Ayrılıklar bazen bir hikâyenin sonu, bazen de başlangıcı olur. Dave Mustaine’in Metallica’dan 1983’te alkol, kişisel anlaşmazlıklar ve gruptaki liderlik çekişmesi nedeniyle kovulması, metal müzik tarihinin en büyük hikâyelerinden birinin de başlangıcı oldu. Mustaine, bu aşağılanmayı kariyerinin bitişi olarak değil, ilk basamağı olarak gördü ve yeni bir grup kurarak yazacağı bir intikam hikâyesine dönüştürdü. Yolda, Los Angeles’a geri dönerken, kuracağı grubun fikri zihninde şekillenmişti: Metallica’dan daha hızlı, daha agresif, daha teknik ve daha sert liriklere sahip bir grup.
Lor Kane, David Ellefson, Greg Handevith ve Dijon Carruthers’in de katılımıyla grubun ilk kadrosu oluştu ve böylece Megadeth doğdu. Grubun adı ilk başta Mechanix olarak düşünüldü. Mechanix aynı zamanda Mustaine’in Metallica için yazdığı ama kabul edilmemiş bir şarkısının da adıydı. Gruba katılan bu dörtlü, Fallen Angels adlı başka bir grupta da birlikte çalıyordu. Bu yeni grubun yanı sıra Fallen Angels grubunun solisti olan Lor Kane, bir çizgi romanda gördüğü Megadeth‘i yeni grubun adı olarak önerdi ve kabul edildi. Megadeth‘in bestelediği ilk şarkı da Mechanix oldu. Ancak Lor Kane’in ses rengi Rock’n Roll tarzına daha uygundu. Mustaine tıpkı Hetfield’inki gibi çiğ, kirli ve sert bir ses istiyordu. Lor Kane gruptan ayrılırken Mustaine’e vokalist aramasına gerek olmadığını ve bizzat kendisinin aradığı ses tonuna sahip olduğunu söyledi. Böylece vokale de Mustaine geçti.

Lor Kane, grupta yalnızca birkaç stüdyo çalışmasına imza atmasına rağmen hem grubun adını koymuş hem de bugünkü Megadeth sound’unun özünü oluşturan Mustaine vokalinin fikir babası olmuştu. Mustaine bile ilerleyen yıllarda, “Grupta bu kadar az zaman bulunup da gruba bu kadar imza atması çok ilginç bir olay,” diyecekti. Mustaine önderliğinde ardı ardına şarkılar bestelendi, demolar kaydedildi ve bar konserleriyle grup tanınır olmaya başladı. 1980’lerin ortasında thrash metal yükselirken Megadeth’in müziği üç şeyle öne çıktı: Enstrümanlardaki teknik üstünlük ve virtüözlük, liriklerdeki politik ve sosyolojik paranoya ve bireysel çöküş ve toplumsal kaosu iç içe geçiren bir müzikal anlatı… Bu, Mustaine’in karakterinin ve dönemin ruhunun bir yansımasıydı. Trash metalin müzikal ve liriksel sertliği ile dönemin soğuk savaş paranoyası Megadeth‘e de yansımış ve Mustaine’in özgün üslubuyla dinleyiciye aktarılmıştı.
Sonunda 1985’te ilk albümleri Killing Is My Business… and Business Is Good! geldi. Grubun, o dönemki yapım şirketleri Combat Productions’ın albüm için verdiği parayı kişisel harcamalarla çarçur etmesi sonucu albüm kötü bir stüdyoda çok kötü bir kayıtla çıktı. Albümde grubun ilk kadrosundan yalnızca Dave Mustaine ve David Ellefson yer aldı. Megadeth‘in sonradan kimliğine dönüşecek kadro istikrarsızlığı daha ilk albümle başlamış oldu. Ancak tüm bunlara rağmen albüm çok beğenildi. Eleştirmenler yere göğe sığdıramadı ve yalnızca ABD’de 254 bin kopya sattı. Dünya çapında da 600 bine yaklaştı.

Ertesi yıl yine Combat Productions etiketiyle Peace Sells… but Who’s Buying? albümü geldi. Megadeth’in politik kimliğini belirleyen albüm oldu. Kapitalizm eleştirisi, medya güvensizliği, yolsuzluk ve Soğuk Savaş paranoyasının konu edildiği albüm, müzikal olarak çok daha sağlam bir yapıda dinleyicilerin beğenisine sunuldu. Combar Productions’ın Capitol Records tarafından satın alınmasıyla albümün hakları da bu yeni firmaya geçti ve sonraki basımları söz konusu firmaca yapıldı. Bu albümde Megadeth, dünya çapında bir milyon satış rakamına ulaştı ve adını büyük gruplar arasına yazdırdı. Metallica‘dan kovulmasını bir intikam hikâyesine çeviren Dave Mustaine, Metallica kadar büyük bir grup kurmuştu.
1988’de üçüncü albümleri So Far, So Good… So What! geldi. Yine Dave Mustaine ve David Ellefson dışındaki kadronun değiştiği bir albüm oldu. Daha sert, daha karanlık, ama grup içi sorunlar nedeniyle dengesiz bir albümdü. Albümün kayıt sürecinde her bir grup elemanının farklı bir ruh hâli içinde olması dolayısıyla şarkıların atmosferleri çok tutarlı değildi. Kimi daha melodikken kimi daha teknikti. Yine de “In My Darkest Hour” gibi Mustaine’in en kişisel parçalarından birini barındırıyordu. Dünya çapında 1,2 milyonluk bir satış rakamına ulaşan albümün ardından grup bir de dünya turnesi yaptı. Bu üç albüm, Megadeth’in hem politik distopyaya göz kırpan hem de bireysel yıkıma sık sık değinen lirik evreninin temelini attı. Ancak asıl patlama 1990’da gelecekti.

Çıkılan dünya turnesi Dave Mustaine için dünyayı ve değişen sosyo-politik düzeni gözlemleme fırsatı da olmuştu. Berlin Duvarı yıkılmıştı. Doğu Bloku bir domino etkisiyle çöküyordu. Sovyetler Birliği fiilen dağılma sürecindeydi. Komünizmin çözülmesiyle devasa bir güç boşluğu doğmuştu. Batı bu süreci özgür dünyanın zaferi olarak pazarlıyordu; ancak gerçekte dünya yeni bir istikrarsızlığa doğru kayıyordu. İşte 1990’da çıkan Rust in Peace, bu dönüşümün sancısını, yaklaşan kaosu, nükleer olmayan fakat çok daha dağınık bir distopyanın başlangıcını öngörüyordu. Bugün çoğu müzik otoritesine göre Megadeth‘in hâlâ en iyi albümü olarak görülen çalışma, 80’lerdeki nükleer felaket ya da üçüncü dünya savaşı öngörülerinden çok daha farklı, çok daha gerçekçi ve sert bir distopyayı önümüze seriyordu. Belki nükleer felaket yaşanmamış, üçüncü dünya savaşı çıkmamıştı ama yeni dünya düzeni sonrası kaos kapıdaydı ve albüm de bu yaklaşan kaosu haykırıyordu.
Albüm iki katmandan oluşuyordu: UFO’lar, gizli deneyler, devlet sırları ve gelişmiş füze sistemleri gibi doğrudan bilimkurgusal imgeler, iç savaşlar, ideolojik bölünmeler, kaotik dönüşüm gibi distopik dünyanın çöken güç dengeleri… Megadeth burada nükleer kıyamet korkusunu işlemiyordu; 1990 sonrası dünyanın parçalara ayrılmış, öngörülemez, gözetim ve şiddetle örülü jeopolitik distopyasına dair öngörülerini anlatıyordu. Mustaine’in fark ettiği şuydu: “3. Dünya Savaşı çıkmamış, nükleer felaket yaşanmamış olabilir ama dünya çok daha sessiz, çok daha kirli bir savaşın içine giriyor.” Albüm de tam bu noktadan bizlere yaklaşan distopyayı metaforik ve spekülatif imgelerle resmediyordu.

İsterseniz gelin albümü baştan sona inceleyelim ve her parçanın anlattıklarına kısaca bir kulak verelim.
1- Holy Wars… The Punishment Due
Albümün açılış parçası. İdeolojik çatışmaların küresel ölçekte nasıl kaosa dönüştüğünü anlatıyor. Ortadoğu’daki savaşlar, mezhep çatışmaları ve Latin Amerika’daki gerilla hareketleri şarkının ilk bölümünün konusunu oluşturuyor. Şarkının ikinci bölümü olan “The Punishment Due” ise çizgi roman karakteri Punisher göndermeleriyle karanlık bir kanunsuzlar (vigilante) distopyasına kayıyor. Gerçek savaşların ve ölümlerin pop-kültür içinde birer metaya dönüştürülmesi de kaotik yeni dünya düzenindeki medya eleştirisi şeklinde şarkıda yer buluyor.
2- Hangar 18
Albümün en net bilimkurgu parçası. 1980 tarihli aynı adlı kült bilimkurgu filminden esinlenme. Wright-Patterson üssündeki gizli hangarda saklanan uzaylılar ve teknolojilerini anlatıyor ama şarkı aslında hükûmetin sırlarla örülü karanlık gücünü gözler önüne seriyor. Üzerinde deneyler yapılan uzaylılar ve UFO’lar, burada devletin hesap vermezliğinin metaforu. Şarkıda bilimkurgusal komplo ile politik paranoya birleşiyor.
3- Take No Prisoners
Şarkı, albümdeki distopyanın militarist yüzü. Ufukta görülen tek kutuplu dünyada, ABD’nin âdeta askerlerine “Esir alma, herkesi öldür” diyen bir komutan misali dünya üzerinde acımasız bir siyaset izleyeceğine dair bir uyarı. Bitmek üzere olan Soğuk Savaş sonrası oluşacak güç boşluklarının nasıl bir kaos yaratacağı da şarkıda yer alıyor.
4- Five Magics
Fantastik bir hikâye anlatıyor gibi görünse de özünde diktatörlerin güç ve iktidar açlığının konu edildiği bir parça. Totaliter rejimlerin; yalan, korku, teknoloji, zorbalık ve manipülasyon beş ayrı araçla toplumu esir alıp yönlendirmesini anlatıyor. Distopik güç mimarisine dair derin bir çalışma.
5- Poison Was the Cure
Albümdeki en kişisel şarkı. Mustaine, dünya turnesi sırasında Batı pop kültürünün eski demir perde ülkelerine sirayet etmeye başlamasıyla birlikte o milletlerin de özlerinden nasıl koptuklarını gözlemliyor. Yeni dünya düzeninin bireyi nasıl zehirlediğinin, milli geleneklerin nasıl bozulduğunun bir itirafı gibi. Hatta Megadeth bile istemeden de olsa bunun bir aygıtına dönüşmekten kurtulamıyor. Kültürel bir distopyanın ilanı gibi.
6- Lucretia
Siberpunk gelecekte bir insanın paranoyası, yalnızlığı ve çevresinde dolaştığını gördüğü gölgelere yönelik sanrılarını anlatıyor. Özünde ise değişen düzenin bireyde yarattığı psikolojik çöküşün resmi. Blade Runner esintilerinin hissedildiği bir parça: kalabalık içinde yalnız, onca gözlemleme teknolojisi içinde güvensiz, gürültülü ve kaotik bir gelecek bizi bekliyor.
7- Tornado of Souls
Şarkı kişisel yıkımın, duygusal felaketin epik hâli. Yeni dünya düzeninin insan ruhunu parçalayan fırtınasını anlatıyor. Makineleşen bir topluma dönüşümün bireylerin ruhunu nasıl bitirdiği işleniyor. Poison Was The Cure şarkısının devamı gibi düşünülebilir.
8- Dawn Patrol
Albümün en distopik şarkısı olabilir. Yeni dünya düzeninde, sabah devriyesine çıkıp nöbet kulesinde kirlenmiş çevreyi izleyen, toksik bir dünyada yaşadığını gören bir askerin içsel çatışmasını ve sorgulamasını anlatıyor. Ekoloji çökmüş ve politik çürüme had safhaya ulaşmış durumda. Kendi kendine asker, ‘ben bu dünyayı mı koruyorum! Korunması gereken asıl dünya çoktan ölmedi mi?’ diye soruyor.
9- Rust in Peace… Polaris
Metal müzik tarihi boyunca Voivod, Kreator, Sepultura ve daha pek çok grup, potansiyel Üçüncü Dünya Savaşı, nükleer kıyamet ve distopik veya post-apokaliptik gelecek konusunda uyarı niteliğinde albümler yaptılar. Ancak kehaneti gerçek olan tek albüm Rust in Peace oldu. Bu albüm sonrasında 90’lı yıllarda dünya Yugoslavya İç Savaşı ve Bosna soykırımı, SSCB’nin dağılışıyla Karabağ savaşı ve Hocalı katliamı, çöken Doğu Avrupa ekonomileri ve sonucunda bu ülkelerde patlama yapan suç ve fuhuş oranları, yine Doğu Avrupa merkezli organize suçun yükselişi, iç çatışmalar, etnik gerilimler, yeni otoriter liderler gibi olaylara tanık oldu. Soğuk Savaş bitmişti ama barış gelmemişti. Yalnızca tehdidin şekli değişmişti. İşte Rust in Peace, bu dönüşümün sancısını, yaklaşan kaosu, nükleer olmayan fakat çok daha dağınık bir distopyanın başlangıcını öngörüyordu.
Bilimkurgu Kulübü Bu Sitede Gelecek Var!
