Dünya’ya geniş açıdan bakıldığında görülen ilk şey mavi bir örtüyle kaplı oluşudur, yani okyanuslarla. Bugün okyanus olarak adlandırdığımız uçsuz bucaksız su kütleleri hem gezegenimizin jeolojik geçmişini hem de evrenin derinliklerinden buraya kadar taşınmış elementlerin kadim dansını temsil ediyor. Dünya’nın sularla kaplanması, basitçe “yağmur yağdı, denizler doldu” şeklinde özetlenebilecek bir süreçten daha fazlası. Kozmik ölçekte parçacıkların birleşmesi, patlamalarla savrulan yıldız enkazları, çekim kuvvetlerinin devasa mücadelesi ve milyarlarca yıl süren enerji dönüşümlerinin sonucunda şekillenmiş bir süreç var karşımızda.
Evrende maddenin serüveni, Büyük Patlama’nın ardından ortaya çıkan hidrojen ve helyum bulutlarının soğumasıyla başlıyor. Bu bulutlar, kütleçekim etkisiyle çökerek yıldızları oluşturuyor. Yaşam döngüsünün sonunda gerçekleşen yıldız patlamaları, daha ağır elementlerin evrene yayılmasına zemin hazırlıyor. Bir nevi yıldız ölümleri, evrende oksijen gibi yaşam için temel kabul edilen atomların serbest kalmasını sağlıyor. Dolayısıyla her su damlası, sayısız yıldızın doğuşu ve ölümüyle bağlantılı. Bu anlamda su, evrendeki element üretme makinesinin milyonlarca yıllık sonucu.

Bir gezegende sıvı suyun bulunuşu, birçok rastlantısal uyumun bir araya gelişi. Dünya, Güneş’e ne çok yakın ne de çok uzak. İşte bu “yaşanabilir bölge” denilen kuşak, suyun sıvı hâlde kalmasına imkân tanıyor. Milyarlarca yıl önce, gezegenin yüzeyi henüz ateş püsküren bir cehennemken, suyun kalıcı hâle gelebilmesi için jeolojik ve kozmik pek çok dinamiğin dengelenmesi gerekmişti. İlk oluşum sürecinde Dünya’ya çarpan asteroitler ve kuyruklu yıldızlar, gezegenin yüzeyine buz ve kaya parçaları taşıdı. Bu çarpışmalar, Dünya’daki su stokunun zenginleşmesine de aracılık etti. Dünya’nın kabuğu soğuyup katılaşmaya başladığında ise yüzeyden atmosfere su buharı sızdı ve sonunda sıcaklık dengelendiğinde yağış döngüsü başladı.
Ancak mesele yalnızca fiziksel süreçlerin toplamından ibaret değil. Gezegenimizin okyanusları, bugün biyolojik çeşitliliğin beşiği ve iklim sistemlerinin omurgasını oluşturuyor. Okyanusların varlığı, atmosferdeki gaz dengesinden kara parçalarının şekillenmesine kadar çok sayıda sürecin etkileşim içinde kalmasını sağlıyor. Bir başka deyişle, gezegen üzerindeki yaşamı sürdüren şey, suyun varlığı kadar onun gezegen içi ve dışı koşullarla sürekli ilişkisi. Buharlaşma, yağış, deniz altı akıntıları, kutuplardaki buz tabakalarının devinimi… Bunların her biri, yaşamın hem taşıyıcısı hem de dönüştürücüsü.

Kavramsal açıdan bakıldığında okyanus, bir yandan kozmik bir mirasın Dünya’daki izdüşümü, bir yandan da gezegenin kendine özgü dinamiklerinin sahnesi. Dünya’nın suya sahip olmasının ardında tesadüfi süreçler kadar, evrenin temel işleyiş yasalarının ortaya çıkardığı zorunluluklar da bulunuyor. Hidrojenin evrende en yaygın element olması, oksijenin yıldızların yaşam döngüsü sonucunda üretilmesi ve bu elementlerin kozmik toz bulutlarında bir araya gelmesi, kaçınılmaz bir kimyasal evrim sürecine işaret ediyor. Dünya gibi kayaç gezegenlerde suyun kalıcı hâle gelmesi ise daha karmaşık, bölgesel dinamiklerle ilgili. Dolayısıyla okyanusların varlığını anlamak, hem kozmik ölçekte maddenin hareketini hem de yerel düzeyde gezegenin evrimini incelemeyi gerektiriyor.
Öte yandan okyanuslar, geleceğin de belirleyicilerinden. İklim krizi, buzulların erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi gibi güncel sorunlar, Dünya’daki yaşamın kırılganlığını hatırlatıyor. Gezegenin ilk zamanlarında gerçekleşen şiddetli jeolojik olaylar nasıl bugünkü ekosistemlerin temellerini atmışsa, bugünkü insan etkisi de geleceğin okyanuslarını şekillendiriyor. Okyanuslar atmosferle gaz alışverişi yapıyor, karbon depoluyor, ısıyı yutuyor ve yavaşça dağıtıyor. Yani insan türünün gezegendeki varlığı, okyanusların geçmişteki kozmik serüveninin yeni bir evresi.

Okyanuslar, sıradan bir doğa olgusu olmaktan öte, kozmik kökenleri bulunan, yaşamın ortaya çıkışına ev sahipliği yapan ve hâlâ canlılığın devamlılığını sağlayan karmaşık bir sistem. Kısacası onları anlamak, evrenin genişleyen zaman çizelgesinde maddenin dönüşümünü, elementlerin yıldızlardan gezegenlere yolculuğunu ve yaşam için elverişli koşulların nasıl oluştuğunu da kavramak demek…