Baştan belirtelim, kütleçekim bir günlüğüne ortadan kalksaydı hayatımız tamamen altüst olurdu. Normalde hepimiz bu kuvvetin varlığını hissederiz; havaya sıçrayıp geri yere inmemizin nedeni ta kendisidir. Fakat kütleçekimin aniden yok olduğunu düşünmek bile başlı başına çarpıcı sonuçlar doğuruyor. Bilim insanları, bu düşünce deneyini gerçekçi kılmak için uzun süredir çalışmalar yapıyor.
Öncelikle, kütleçekim ortadan kalktığında vücudumuzun dengesi bozulur. Uzay istasyonlarında uzun süre kalan astronotların deneyimlerinden biliyoruz ki, kaslar ve kemikler kısa sürede güç kaybeder. Denge ve yön hissimiz Dünya’nın çekim kuvvetine göre şekillendiğinden, bu kuvvet kaybolduğunda beynimiz âdeta yeni bir gerçeklikle karşılaşır ve bedeni yönetmek zorlaşır. Uyku düzeninden bağışıklık sistemine kadar her şey etkilenir.

Kütleçekim, yalnızca insan vücudunun değil, evrendeki bütün düzenin de temelini oluşturuyor. Dünya’yı bir arada tutan güç ortadan kalktığında okyanuslar, atmosfer, hatta yeryüzündeki nesneler bile uzaya savrulur. Yerkabuğu, çekirdek ve magma katmanları yerinde duramaz, gezegenin bütün yapısı dağılır. Kütleçekim, koca bir kozmik tutkal gibi hem galaksileri hem yıldız sistemlerini hem de gezegenlerin iç dinamiklerini bir arada tutuyor. Bir günlük kütleçekimsizlik, tüm maddeyi parçalayacak ölçekte olmasa da Dünya yüzeyinde felaket anlamına gelir. Binalar, araçlar, denizler ve canlılar havada süzülür, nefes almak bile zorlaşır. Atmosferin de uzaya savrulmaya başlaması nedeniyle oksijen hızla azalır, yaşam koşulları saniyeler içinde dayanılmaz noktaya ulaşır.
Bu düşünce deneyi, aslında kütleçekimin ne kadar kritik bir kuvvet olduğunu anlamamızı sağlıyor. Evrenin dört temel kuvvetinden biri olan kütleçekim, maddeyi bir arada tutan, gezegenlerin yörüngelerini belirleyen ve yıldızların doğumunu, yaşamını, ölümünü şekillendiren temel unsur. Elektromanyetik kuvvet ve güçlü, zayıf nükleer kuvvet de evrenin mimarisinde kritik rol oynuyor, ancak kütleçekim bunlar arasında gündelik hayatta en çok hissettiğimiz ve sezgisel olarak kavradığımız olgu.

Kütleçekim yokluğunda doğan canlıların nasıl evrim geçireceği de ilginç bir soru. İnsan bedeninin kas ve iskelet sistemi, kütleçekime karşı koymak için gelişti. Kütleçekim olmadan iskelet ve kas dokusu zayıf kalır, kalp çok farklı şekilde evrimleşirdi. Organların, sıvıların, dolaşım sisteminin çalışması bile bugünkü biçimini alamazdı. Beynin yön bulma mekanizmaları, sinir ağlarının gelişimi, hatta iç kulaktaki denge organı gibi sistemler, kütleçekim olmadığı için bambaşka bir gelişim seyri izlerdi.
Bu senaryo elbette bilimsel bir gerçeklik değil; fizik yasaları kütleçekimin bir anda kaybolmasına izin vermez. Fakat bilim insanlarının yaptığı simülasyonlar, uzay ortamındaki deneyler ve teorik çalışmalar, kütleçekim yokluğunun etkilerini anlamamıza katkı sağlıyor. Günümüzde kütleçekim dalgalarının incelenmesi de bu kuvvetin kozmik ölçekte nasıl çalıştığını çözmemize ışık tutuyor.

Kısacası, kütleçekim yalnızca bizi Dünya’ya yapıştıran bir kuvvet değil; gezegenimizin yapısını, yaşamın temel biyolojisini, evrendeki bütün galaksi ve yıldız kümelerinin varlığını mümkün kılan kozmik bir örgü. Bu güç olmadan evren kaosa sürüklenir, yaşam imkansız hâle gelir. Dolayısıyla kütleçekimini anlamak, evrenin işleyişini kavramanın en temel adımlarından biri olmayı hâlâ sürdürüyor…