edgar allan poe

Sıkılmanın Doğası Üzerine | Emrecan Doğan (Kısa Öykü)

Günümüzde stres ve gerginlik galaksinin her yerinde rastlanabilen ciddi ve toplumsal sorunlar arasındadır. – Otostopçunun Galaksi Rehberi, Douglas Adams

Sıkılmak, telepatik bir enerjidir. Bu bilimsel bir gerçektir ve kanıtlıdır. Sıkılmanın bir enerji türü olduğu 31. yüzyılın tuhaf Pluton kolonisine mensup bilim insanlarından Edgar Richies tarafından yazılan “Sıkılma Duygusunun Doğasına Dair Tespitler” başlıklı makalesinde uzun uzadıya anlatılır. Ancak bu makaleyi genişleterek daha kapsamlı bir araştırma kitabı hâline getiren asistanı Celal Yalıs olmuştur. Ona göre sıkılma duygusu telepatik bir enerjidir ve bu enerjiyi algılayabilecek teknoloji kullanılırsa ondan istifade edilebilir. Sıkılmanın ortaya çıkardığı telepatik enerji tıpkı radyasyon dalgaları gibi belirli bir seviyeye kadar cihazlarla ölçülebilir ve dönüştürülerek de bireylerin yararı için kullanılabilir.

İnsan ırkı bu gerçeği yeni keşfededursun, Oylum gezegeninde yaşayan Oylumlular bunu çoktan öğrenmiş ve gerekli teknolojiyi de inşa etmişlerdi. İnsan ırkının bebeklerine benzeyen bu insansı tür, teknolojik olarak yüzyıllardır kendisini düzenli bir şekilde geliştirmekle meşguldü. Evrenin herhangi bir yerinde sıkılan ve bir sıkılganlık enerjisi yayan kim olursa olsun tespit edilerek oraya gidiyor ve kişiyi daha çok sıkılması, tüm sıkılma potansiyelini ortaya çıkarması için özellikle teşvik ediyorlardı. Sırf bununla ilgili bir teşkilata dâhi sahiplerdi. Sıkılganlık Tespit ve Yakalama Teşkilatı’nın tüm çalışanları bu konuda en azından yüksek lisans derecesinde eğitim almış kişilerdi. Ancak tabii ki evren çok genişti, hatta bazen tahmin edilemeyecek kadar geniş, bu yüzden ulaşımda zaman sıkıntısı yaşanabiliyordu. Bazen sıkıntıyı tespit edip de gittiklerinde zaman geçmiş ve sıkılan kişi çoktan ölmüş oluyordu. Bunun için sıkıntı tespit aygıtları ilk başlarda yakın gezegenler için ayarlıydı, ancak zaman makinesi uzay gemilerine entegre olduğunda, bir de üstüne yıldız geçidi sistemine geçtiklerinde bu sorunu da çözdüler.

Hikayemiz, sıkıntılarımızdan  enerji üretebilen bu ırk hakkında değildir. Sadece onların bulaştığı ve yazar olmaya çalışan bir “kalfa yazar” hakkındadır.

***

Bir adam vardı canı sıkılan, canı sıkılan. Edgar Allan Poe geldi, sıkıntı büyüdü, sıkıntı büyüdü…

Hasan yanında bitiveren Edgar Allan Poe’ya baktı. Aslında bu Edgar Allan Poe değildi, Metaverse şirketinin piyasaya sürdüğü, istediğiniz özelliklerde kişiliğe sahip ve devamlı yanınızda olabilen 3 boyutlu bir hologramdı. Hasan bu hologram için şirketin bayisine gidip idol yazarı olan Edgar Allan Poe kitabını ve bir fotoğrafını şirkete teslim ederek onlara bir de Türkçe dil paketi yüklemelerini söyleyip ertesi gün almaya gitmişti. Orada sistemi denerken mutluydu ve heyecanlıydı. Mükemmel olmuştu, tıpkı tıpkısına Edgar Allan Poe’ydu. Bütün eserlerini, bütün yaşam öyküsünü okuduğu yazar kanlı canlı olmasa da teknoloji sayesinde şimdi karşısındaydı.

İşte gerçek sorun da buydu; tıpkısının aynısı olması. Adam o kadar mutsuzdu ki bu mutsuzluğu veba kadar bulaşıcıydı. Her konuşmada kaybettiği başka bir sevgilisinden ve özelliklerinden bahsediyor, duyduğu acıyı en ufak detayına kadar anlatıyordu. Bir keresinde gecenin bir yarısında Hasan’ı uyandırmıştı. Hologram bir yapay zekâydı, istediğinizde kapatabiliyordunuz ama o kendisi isterse uyanabiliyordu. Tabii ki şarjı tamsa, şirkete göre bu acil durumlar için bir önlemdi. Poe içinse acil durum başka bir ölen sevgiliyi anlatmaktı.

“Hey, uyudun mu? Sana 19 yaşında nişanlandığım ama okuldan atılıp kendimi içkiye verince babasının benden ayırdığı kızdan bahsetmiş miydim?”

Hasan gözlerini zar zor açmıştı, yatakta vücudunu doğrultup holograma baktı. Adamın çevresinden yayılan soluk mavi ışık gözlerini alıyordu.

“Kim?”

“Kız,” dedi Edgar Allan Poe ve yorganı kaldırıp yanına yattı. Kolundan destek alarak hafifçe doğrulup adama baktı. “Adı Sarah Helen’di…”

Bundan sonrasında o anlatmaya devam ederken Hasan kendisini yatağa düşercesine bırakıp Poe’nun dramatik sesi eşliğinde uyumaya çalıştı.

Geniş kanepede Hasan’ın yanına oturan Edgar Allan Poe, fotoğraflarındaki görünüşüne benziyordu. Siyah ve kırmızı giysi yumağının altında çelimsiz bir beden ve bu bedeni idare eden umutsuz aklın bulunduğu, umutsuz bir yüz. İşte Edgar Allan Poe’nun hologramı bundan ibaretti, Hasan’ın buzdolabında sonra içmek için sakladığı sert biralardan birini almıştı. Bir hologram olmasına rağmen gerçek bir bedene de sahipti, bu yüzden bira vücudunun içinden akıp yere dökülmek yerine midesine iniyordu. Hasan, o yanına gelince oflayarak iç geçirdi.

“Ne oldu kadim dostum? Her ne derdin varsa anlat bana, derman olamasam da hemdert olayım sana.”

Bir de kafiyeli konuşmaya çalışması yok muydu! İnsanı deli ediyordu.

“Hiçbir şey yok, sadece sıkılıyorum. Boşum ya, canım sıkıldı öylesine.”

“Gerçekten mi? Yani bir sorun yok, öyle mi?”

“Evet, hatta o kadar sıkılıyorum ki neredeyse sıkılmaktan bile sıkılıyorum.”

***

Oylum gezegeninin baş ucunda, kabaca 148 ışık yılı uzağında konumlanan taşıt standart bir uzay gemisiydi. Uzun yapıdaki gövdesiyle öne ve arkaya doğru uzanıyor ve uzanırken de daralan yapısı en sonunda iki yandan da sivri bir şekle bürünüyordu. Aynı zamanda Oylumluların “Sıkılganlık Tespit ve Yakalama Teşkilatı’nın gemilerinden biriydi. SITYAT‘ın böyle birçok gemicikleri vardı. Geminin içerisinde yer alan aletler ötüşürken ve ortada resmen bir kaos ortamı varken, insansı bebek görünüme sahip kocaman Oylumlular çıngırak benzeri iletişim araçlarını sürekli sallayarak iletişim kuruyorlardı.

“En sevdiğim müzik grubunun şarkılarını kim çalıyor?” ya da “Bu aletler neden ötüyor?” gibi cümleler her yerdeydi.

Tek bir çıngırak, hepsini susturan ve tek bir yerde toplayan, bir araya getiren tek bir çıngıraktı. Gemiden sorumlu komutan ve teşkilat içinde de hatırı sayılır bir idareci olan Kumuk, herkese üstenci ve her an emretmeye hazır bir komutan edasıyla bakarak süzdü.

“Sizi beş para etmez deve güdücüleri sizi! Bu sıkılganlık algılayıcılarımız, eğer yaygaracılık yapmak yerine baksaydınız sinyalin yerlilerince Dünya dediği bir gezegenden geldiğini görürdünüz.” Çıngırağını kuvvetini belli etmek için daha gürültülü bir şekilde salladı. Koordinatöre dönerek devam etti. “Bizi hemen o saçma sapan yere götür. Şuna bak, algılayıcılar resmen deliye döndü. Voleyi vurduk!”

Bunun üzerine Kumuk büyük bir hevesle arkasına yaslandı. Orada bir yerlerde büyük balık yakalamışlardı, bu da onu zevkten dört köşe etmeye yeter de artardı.

***

Hasan hâlâ sıkılıyordu. Aslında bu onun başına daha çok iş açacaktı çünkü kendisi bilmiyordu ama ışık yıllarınca ötesinde insan bebeklerine benzeyen uzaylılarla dolu bir uzay gemisi kendisinin sıkılarak yaydığı telepatik enerji akımını tespit etmiş ve kendisini almak için geliyordu. Tabii bir de Edgar Allan Poe’nun sıkıntısını tespit etmişlerdi, hangisinde ne kadar var bilmiyorlardı.

“İşte böyle azizim, ben de tüm çabalarıma rağmen yenildim. İnanabiliyor musun?”

Hasan, adama ters ters baktı.

“Biliyorum, biyografini baştan sona okudum.”

Poe alaycı bir sırıtış takındı.

“Peh, biyografimi okumuşmuş. Onlar neye yarar, asıl yaşamım onlarda yok. Aşklarım, umutlarım, yenilgilerim ve zaferlerim, hiçbiri yok.”

Hasan, başını ellerinin arasına alarak kulaklarını kapattı. Kulakları epey büyüktü, küçüklükten beri hep gözüne batırdı. Belki de Poe’nun konuşmasından bu denli acı çekiyor oluşunun nedeni de bu kulaklardı. Hasan o an kulaklarını söküp atmak istedi. Poe içkisini kafaya dikerken birden bir şey oldu. O şey her neyse, onlar ne olup bittiğini anlamaya ve onu anlamlandırmaya çalışırken de olmaya devam etti. Saniyenin binde biri kadar bir göz kırpış süresinde de kendilerini metalik bir kabın içinde buldular ama bu kap göz alabildiğine uzanıyordu. Hasan’ın ağzı bir karış açık kaldı, Poe da aynı vaziyetteydi. Sadece elinde içki şişesini tutuyordu, derken bunu fark etti ve ılımadan içmek için bir yudum daha aldı.

“Neler oluyor dostlar?”

İkisi de güvertede, ışınlanma kabinin içinden geminin geri kalanında duran bebeklere bakıyorlardı. Ellerinde çıngırak tutan on iki insansı bebek öylece duruyordu. En öndeki, kollarında parlak yıldızlar olan bir bebek öne çıkıp hırsla çıngırağını sallamaya başladı. Poe ve Hasan birbirlerine baktı, sonra bebeğin yüzü düştü ve gözlerini devirdi. Arkasını dönerek astlarına çıngırak salladı ve sessizce bekledi. Bebeklerden biri giderek birkaç saniye sonra cam fanusun içinde iki balık getirdi. Bebek, Poe ve Hasan’ın önüne kadar gelip fanusa elini soktu. Balıkların ikisini de çıkarıp önce Poe’nun, sonra da Hasan’ın sol kulağından içeriye doğru sertçe ittirdi. Zavallılar daha itiraz edecek kadar zaman bile bulamamışken lider bebek çıngırak sallamaya başladı.

“Şimdi beni anlayabiliyorsunuz değil mi?”

Eğer şaşkınlıktan ölünebilseydi, o an Poe ve Hasan şaşırarak ölebilirdi. Bereket versin ki böyle bir şey mümkün değildi. Hasan temkinli bir şekilde ileri atıldı.

“E..Evet,” dedi kekeleyerek.

“Güzel,” dedi bebek, neredeyse huşu duyarak. “Şimdi konuşabiliriz. Uzay gemimize hoş geldiniz Dünyalılar. Biz Oylum’dan geliyoruz ve adımız Sıkılganlık Tespit ve Yakalama Teşkilatı’dır. Aygıtlarımız sizlerin yoğun bir şekilde sıkıldığınızı tespit etti, bu yüzden sizi gemimize aldık. Sizlere bir teklifimiz var: Sıkıntı telepatik bir enerji türüdür. Eğer bu enerjinizi bize aktarmayı kabul ederseniz onu teknolojimiz için kullanabiliriz. Ne dersiniz?”

Eğer bir ölü şaşkınlıktan dirilebilseydi, Poe ve Hasan az önce şaşkınlıktan öldükten sonra şu an şaşkınlıktan dirilirdi. Ama böyle bir şey mümkün değildi ve olmadı.

“Nasıl yani? Siz sıkıntımızdan enerji mi üretiyorsunuz ve bizi de bunun için mi buraya çağırdınız?”

Ve Hasan bu cümleyi kurup bitirdikten sonra şoka girip sustu. Yine de Poe pek umursamadan birasını sonuna kadar içmeye devam etti. Sonuçta o bir hologramdı, şaşırmıyordu. Tamamen bittiğinden emin olunca şok içindeki Hasan’ın yanında ve insansı bebeklerin karşısında geğirip gülümsedi.

“Peki, ne kadar bira vereceksiniz?”

Şok olma sırası bebeklere geçmiş gibiydi. Sonra kendini toplayan lider bebek sözü aldı.

“Anlayamadım?” Tek kaşını kaldırmıştı, elindeki çıngırağı yüksek perdeden sallıyordu. Galiba bu onun bağırma biçimiydi.

“Karşılığında bira isterim, sıkıntımızı size veririm ama karşılığında bir şey almam lâzım. Anladınız mı, buna ticaret deniyor?”

Lider bebek Kumuk, biraz anlar gibi olmuştu. Arkasını dönüp yine cam fanusta balıkları getiren bebeğe baktı ve çıngırağını salladı. Poe kulağında çevirmen balık olduğundan bu kez ne dediğini anlayabiliyordu.

“Aygıtları getir, oranları ölçmemiz gerekiyor.”

Birkaç dakika süren bir sessizlik daha oluştu. Poe etrafa bomboş bakarken, Hasan hâlâ şoktaydı. Az önce gönderdikleri ast rütbeli olan geri geldi ve gürültülü bir çıngırak sesi eşliğinde aygıtı liderine teslim etti.

“Efendim, sıkılganlık tespit aracı. Buyurun!”

Kumuk, aygıtı aldı ve adamlara yaklaşıp üzerlerine doğru tuttu. Hasan’da fazla bir tepki vermedi cihaz. Bebek çıngırağını salladı.

“Sadece belli bir sebebe dayalı bir sıkılma var bu insanda. Fazla enerji vermez ama yararlanmak isteriz.”

Ve sonra sessizce durmaya devam eden Poe’ya tuttu aleti. Poe’ya tuttuğu anda alet, mavi ekran ve hata üstüne hata vermeye başlayıp duman çıkararak bozuldu. Bunun tek bir anlamı vardı. Bebek şok olmuş bir şekilde Poe’ya baktı.

“Muazzam,” diye çıngırdadı bebek. “Dünyalı! Sana istediğin kadar bira dediğin şeyden verebiliriz. Seni makinelerimize bağlamamıza izin ver, sendeki bu sıkıntıyla gezegenimizin uzun zaman enerjiye ihtiyacı kalmayacaktır.”

“Söz mü?” dedi Poe, işaret parmağını bebeğe uzatarak.

“Söz,” dedi Kumuk.

“O zaman tamam. Biraları görelim.”

Bunun üzerine Kumuk, astlarından iki bebeğe işaret edip Poe’nun koluna girmelerini söyledi. Bir başka üçüncüsüne de gelmesini ve Hasan’ı eski yerine ışınlamasını buyurdu. Bebek gelerek kolayca Hasan’ı kucağına aldı ve ışınlanma kabinine geri götürüp evine gönderdi. Bütün bunlar olurken Hasan şok içinde bakınmaya devam ediyordu. Bu öyküdeki yeri de böylece bitiverdi.

Poe ise kollarına giren bebeklerin eşliğinde dairesel şekle sahip teknolojik bir alete kolları ve bacakları açık vaziyette bağlandı.

“Şey, birayı bu işlemden sonra alabilir miyim? Bir de ne zaman mola vereceğiz?”

Kumuk o sırada işlemi izlemek için odaya gelmişti. Poe’nun karşısına geçip çıngırdadı.

“Bir daha asla.”

“Tuhaf,” dedi Poe. “Bu benim bir şiirime benzedi. Peki, bir daha arkadaşımı görebilecek miyim?”

“Bir daha asla,” dedi yine bebek Kumuk ve çıngırağını sallayıp adamlarına işleme başlamalarını emretti. Poe’dan bütün sıkıntısı alınırken kendisi de güverteye geri dönüp kaptan koltuğuna kuruldu ve dünden kalan bebek bisküvilerini nereye bıraktığını hatırlamaya çalıştı.

Kadri Kerem Karanfil’e…

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku kahraman bavul

Kahraman Bavul | Sinan İpek (Kısa Öykü)

Tüm ırkların ortak çocuğu gibi görünen alımlı kız, aynanın karşısında yandan görünüşünü inceledi. Sanki beli …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin