Isaac Asimov “robotik” kelimesini literatüre kazandırdı ve robot davranışlarını yöneten “3 Robot Yasası”nı icat etti. Ayrıca birçok mit ve yanlış anlamayı etkisiz hâle getirerek günümüzde robotlara bakışımız üzerinde etkili oldu. Asimov tutkulu bir yazar ve evcimen bir insandı. Hatta belki de agorafobikti. Zira uzak dünyalarda geçen kurguların yazarı olarak, ironik şekilde yolculuktan nefret ederdi. ABD ordusunda görevliyken, Bikini Adaları’nda yapılan nükleer deneme öncesi Hawaii’den evine dönüşünden sonra uçağa hiç binmedi. (Asimov, nükleer deneme sırasında test alanındaki askerlerin maruz kaldığı etkiler düşünülürse, denemeden sadece birkaç gün önce bölgeden ayrılmasının kendisini lösemiden kurtardığını ifade etmiştir.)
1956’ya gelindiğinde Asimov kendisine “bilimkurgu üstadı” unvanını kazandıracak hikayelerinin çoğunu yazmıştı ve kendi icadı olan robotik kelimesi üzerine temel kurallar geliştirmişti. MIT’den Marvin Minsky ve Bell Labs’dan William Shockley gibi araştırmacılar 50’lerin başından beri yapay zekâ ve robotikle ilgili çalışmalar yapsa da, bilim ve iş dünyası dışında pek tanınmıyorlardı. Asimov ise ünlüydü, kitapları başarı elde etmişti. Öyle ki tam zamanlı yazabilmek için Boston College’deki kimya profesörlüğü görevinden istifa etmişti. İnsanlığın robotların gün gelip kendi türlerini yok edip etmeyeceğini merak ettiği bir zamanda, onlara robotların insanlığın dostu ve koruyucusu olduğu bir bakış açısı sunmuştu.
Asimov Ocak 1920’de, veya daha kuvvetle muhtemel Ekim 1919’da doğdu. Kesin tarihi belirsizdir, çünkü doğduğu küçük Rus köyünde doğum kayıtları tutulmuyordu. Ailesiyle birlikte 1922’de Brooklyn’e göç etti. Babası bir şeker dükkânı açabilecek parayı denkleştirene dek Amerika’daki hayatları tahmin ettiklerinden daha zor oldu. Babasının bu kararı, Isaac’in geleceği ve robot-insan ilişkileri ile ilgili bugün geldiğimiz nokta üzerinde kilit rol oynayacaktı. Isaac çocukluğunda uzun saatler boyunca şeker dükkânında çalışırdı. Burada müşterileri çeken iki şey ilgisini uyandırırdı: Biri arızalanıp durduğu için sık sık sökülüp onarılması gereken slot makinesi, diğeri de ölüm ışınları ve uzaylı yaratıkların yaşadığı dünyaları anlatan dergilerdi. 1920’lerin ortalarında ilk roket fırlatıldıktan kısa bir süre sonra, bilim insanları uzay yolculuğunun mümkün olabileceğini açıkladı ve bu uzayda geçen heyecan verici serüvenlerin kapısını açtı. Ölüm ışınlarının kaynağı olan atom enerjisi potansiyel bir süper silah olarak halkın bilincine yerleşiyordu. Ancak hem atom bombaları, hem uzay yolculuğu hâlâ kurgudan ibaretti, çok az insan ömrünün bunlarla ilgili atılımları görmeye yeteceğine inanıyordu.
Kağıda dökülen bu hikâyelerin türü yeni değildi. Bilim ve teknolojiden esinlenen fantastik hikâyeler 1823’te yayımlanan, Mary Shelley’nin Frankenstein’ına kadar gidiyordu. Jules Verne, H. P. Lovecraft ve Edgar Rice Burroughs, hepsi de zaman yolculuğundan atom enerjisiyle çalışan araçlara ve bugün genetik mühendisliği diye adlandırdığımız alana dek her şeye değinen romanlar yazdılar. Ancak bilimkurgu terimi bunlardan hiçbiri tarafından bulunup kullanılmadı. Ta ki bugün adına HUGO ödülü verilen, Modern Electrics adlı teknik içerikli derginin editörü Hugo Gernsbeck’e dek.
Gernsbeck’in bu türe ilgisi onun zamanında yeni bir alan olan elektrik mühendisliğiyle başladı. 1911’de bile elektriğin doğası daha tam anlaşılamamıştı ve rastgele meydana gelen elektrik çarpmaları hiç de seyrek yaşanmıyordu. Elektrikçiler sadece esnaf değil aynı zamanda bir eve elektrik tesisatı döşenirken ya da bir sokak aydınlatması yapılırken canlarını ortaya koyan gözü pek insanlardı. Gernsbeck belki indüksiyon bobinleriyle ilgili hikâyeler okumanın artık tatmin etmediği maceraperest okurlarıyla aynı duygulara kapıldı ve 1911’de 23. yüzyılda geçen kısa bir hikâye kaleme alıp, Modern Electrics’in çeşitli sayılarında seri olarak devam ettirdi. Bu karar abonelerini oluşturan bazı elektrikçileri şaşırttı. Başlarda Gernsbeck bu türe “bilimsel kurgu” demekteydi. Neyse ki bu telaffuzu zor kelimeyi “bilimkurgu” ile değiştirdi. Science Wonder Stories, Wonder Stories, Science ve Astounding dergilerini yayımlamaya devam etti. (Gernsbeck’in hayal gücü dergilerine daha orijinal isimler bulmaya yetmemişti.)
Asimov’un babası Gernsbeck’in dergilerini şeker dükkanında bulunduruyordu çünkü peynir ekmek gibi satıyordu. Ama onları tamamen çöp olarak kabul ediyordu. Genç Isaac’in uzay yolculuğu ve atom silahları gibi gerçek olmayan ve olamayacak şeyleri okumak için zaman harcaması yasaklanmıştı. Babasının itirazlarına rağmen -belki de babasının itirazları sayesinde, Isaac dükkânda bulduğu her bilimkurgu dergisini gizli gizli okumaya başladı. Babasının açılıp okunduklarını anlamaması için son derece dikkatli davranıyordu. Sonunda Isaac babasını bu dergilerin eğitsel değer taşıdığına ikna etti, neticede adlarında “bilim” geçiyordu, değil mi?
Isaac ilk kısa öyküsünü daha 18 yaşında, lise öğrencisiyken sattı ve editör John W. Campbell’a şahsen elden teslim etmek için Amazing Stories’in ofisine gitti. Campbell bu toy genç yazarın o öyküsünü geri çevirdi, ancak daha fazlasını getirmesi için de teşvik etti. Campbell zamanla artık üniversite öğrencisi olan Asimov’un onlarca öyküsünü yayımladı ve Asimov artık bir bilimkurgu yazarı olarak emeğinin karşılığını cömertçe aldı. Bugün ilk öykülerini okuduğumuzda Asimov’un yazar olarak zayıf yönleri apaçık göze çarpar. Okulunun, şeker dükkanının ve Brooklyn’in dışında deneyimi olmayan ve Hemingway, Fitzgerald gibi zamanın büyük yazarlarının eserleriyle tanışmamış genç Isaac, yazarken daha çok düz, basmakalıp karakterlere ve klişe olay örgülerine yer veriyordu. Onun en fazla önemsediği şey fen bilimleri eğitimi idi.
1940’ların başında Asimov, Columbia Üniversitesi’nde Kimya yüksek lisans öğrencisiydi. Ve aynı zamanda Brooklyn’in dört yanına dağılmış, üyelerinin fantastik dünyanın inceliklerine takıntılı (bugün herhangi bir ComicCon’da Klingon kostümü ile görebileceğimiz tarzda) olduğu birçok bilimkurgu hayran kulübüne üyeydi. Asimov yeni ortaya çıkan “geek” okuyucusuna hitap eden öyküler yazdı. Makul olabilmek adına bilimin sınırlarına yakın dururken, içgüdüsel olarak olağanüstü kurgusal dünyaların nasıl yaratılacağını çözdü.
Asimov ve editörü Campbell arasındaki iş ilişkisi, hem yazar hem de yayıncı için kârlı bir ortaklığa dönüştü. Ancak Asimov kalemini güçlendirip daha karmaşık temalarla uğraşırken bir engelle karşılaştı: Campbell sadece insan merkezli hikâyeler yazması için ısrar ediyordu. Uzaylılar öykülerde alelade kötü karakterler olarak bulunabilirdi, ama insanlar her zaman en üstte olmak zorundaydı. Campbell sadece insanların uzaylılardan üstün olduğuna inanmakla kalmıyordu; bazı insanların –beyaz Anglo-Saksonların, diğer herkesten üstün olduğuna da inanıyordu. Hâlâ nispeten genç bir yazar olan Asimov kârlı iş ilişkisini bitirip editörüyle yollarını ayırmak istemiyordu. O yüzden onun önyargılarını aşmanın yollarını arıyordu. Sonunda kendine verdiği cevap şuydu: “Robotlar hakkında yaz.”
Asimov’un mekanik varlıkları, insanlar tarafından, kendi görünüşlerine benzer surette yaratılan yandaşlar, ortaklar, yardımcılar, vekiller ve nihayet “yedekler”di. Yani şeker dükkânındaki slot makinesinden daha vasıflı, “pozitronik beyin” adını verdiği donanıma sahip ve daha akıllı varlıklardı. Kendisi hiç pratik becerilere sahip bir insan olmadı, yine de mekanizmaların nasıl çalıştığıyla ilgileniyordu. Ne zaman şeker dükkânının “tek kollu haydut”una bakım yapılması gerekse, Isaac tamircinin makineyi açıp sırlarını açığa çıkarmasını izlerdi. Slot makinesi öykülerindeki varlıkları tasarlamasında yardımcı oluyordu.
Asimov bir neslin robotlara olan sevgisinin fitilini ateşleyen kişi olarak kabul edilse de, robotların mucitlerinden farklıydı. “Ben, Robot”un adını bile kendilerine Eando Binder adını veren iki kardeşin 1939’da yazdığı çizgi romandan etkilenerek koydu. Ama Asimov ilk robot öyküsünde hem 1920’lerin popüler ilgi odağı, hem de köklü, kadim bir Yahudi efsanesi olan “Golem”den etkilendi. Golem çamurdan yapılmış ve sihirle hayat verilmiş bir adamdı. Robotların tarihi eskiye dayanır ve şaşılacak derecede tuhaftır. Kurbağa yürüyüşü yapan, spinet çalan, dans eden oyuncaklar, insanların hayal gücünü aşacak şekilde yüzyıllardır vardı. Ancak robotlar, düşünme ve akıl yürütme açısından 20. yüzyıl başlarındaki makineler çağına dek insanlara denk görülmüyorlardı. Çekçe “mekanik işçi” anlamına gelen “robot” kelimesi ilk kez Asimov’un doğum yılı olarak varsayılan 1920’de, bir patent ofisinde ya da teknik bir planda değil; Çek yazar Karel Capek tarafından, Rossum’s Universal Robots adlı fantastik tiyatro oyununda kullanıldı.
Asimov, robotları ana karakterler olarak benimserken insan hayatının zorluklarını ve etik kurallarını robotik dünyanın merkezine koydu ve böylece bir yazar olarak sesini buldu. Onun robotları insan karakterlerinden daha sempatikti ve üç boyutluydu. Özellikle 1954’de yazdığı Çelik Mağaralar’daki dedektif/robot yoldaşlığı gibi, robot-insan ortaklığının temellerini atarken, bilimkurgu dünyasına yeni bir alt tür katmış oldu. Asimov’un robotları 3 Robot Yasası tarafından yönetiliyordu. Bu yasalar bilimsel olmaktan ziyade, insan ve mekanik varlıkların bir arada bulunduğu hayali bir dünya için temel kuralları teşkil ettiler. Nihayetinde bugün, 1940’larda henüz adı konmamış iki akademik alanda –robotik ve yapay zekâ- hâlâ konuşuluyorlar.
İlk kez 1942’de, Astounding dergisinde, Asimov’un yayımlanan dördüncü öyküsü olan “Runaround”da geçen 3 Yasa şöyledir:
- Bir robot bir insana zarar veremez veya eylemsizliğiyle onun zarar görmesine seyirci kalamaz.
- Bir robot ilk kuralla çelişmediği müddetçe insanlar tarafından verilen emirlere uymak zorundadır.
- Bir robot ilk iki kuralla çelişmediği müddetçe kendi varlığını korumalıdır.
Asimov’un biyografisi “Isaac Asimov: A Life of the Grand Master of Science Fiction”ı yazan Michael Wilson şöyle der:
“Asimov kurgusal bir dizi bilim yasası icat ettiği için gurur duyuyordu. Her şeye rağmen 1940’ların başında robot bilimi sadece kurgudan ibaretti. O, icat ettiği bu yasaların, bir gün gerçek bir yasanın temelini oluşturacağını biliyordu.”
3 Robot Yasası yalnızca robot merkezli kitap ya da filmlerde kullanılmadı, Alien gibi filmlerde de görülmeye devam etti. Diğer yandan robotik ve yapay zekâ araştırmacıları, bir gün belki ölüm-kalım gibi önemli, bağımsız kararlar vermek zorunda kalabilecek makineler için nasıl bir ahlaki kod geliştireceklerini düşünüyorlar…
Hazırlayan: Münevver Uzun | Kaynak