The Silent Sea, olası ve korkunç bir gelecekte geçiyor: Kuraklık ve aşırı nüfus nedeniyle insanlık yok olmanın eşiğindedir. İçme suyu o kadar değerli hâle gelmiştir ki, insanlara toplumdaki konumlarına göre suya erişim hakkı verilmektedir. Yakın gelecekte mümkün olabilecek bu distopyada sınıf eşitsizliği tüm çıplaklığıyla yüzümüze çarpılmaktadır. İşte bu çalkantılı zamanlarda, Dr. Song Ji-an‘a Ay’ın yüzeyindeki Balhae İstasyonu‘na gitme ve Dünya’daki su krizini çözmenin anahtarı olabilecek önemli örnekleri alma görevi verilir. Yüzbaşı Han Yoon-jae ise, beş yıl önce gizemli bir radyasyon sızıntısı nedeniyle 117 araştırmacıya mezar olan terk edilmiş Ay üssüne gerçekleştirilecek bu sefere önderlik edecektir.
Bir düzüne mürettebata ev sahipliği yapan uzay gemisi, yolculuğun sonuna doğru ortaya çıkan teknik bir arıza nedeniyle Ay yüzeyine acil iniş yapmak zorunda kalır. Uzay aracını zar zor tahliye etmeyi başaran ekip ölümden kıl payı kurtulur ve numuneyi aramak için Ay üssüne doğru çetin bir yürüyüşe girişir. Yolda bir kişiyi kaybetmelerine rağmen son anda da olsa üsse ulaşmayı başarırlar. Ne var ki ekip, üssü tanıdıkça ve bazı gizemleri keşfettikçe olayların kendilerine anlatılandan ibaret olmadığını dehşetle fark etmeye başlar…
Bilimkurgu, mevcut manzaraya göre kolay hayal edilebilecek kavramları ele aldığında her zaman iyi çalışır. Bu nedenle söz konusu zor ve tehlikeli durum için daima bir çözüm hayal eder. Çoğu Kore draması karakter tabanlıdır, ancak The Silent Sea bir istisna olmayı başarıyor. Yazar Eun-Kyo Park, doğru yönde gittiğini hissettiren bir bilimkurgu ve gerilim hikâyesi anlatma konusunda hünerli. Özellikle dizi, karakterler üsse ulaştığında ve kendilerine verilen bilgilerden farklı durumlarla karşılaştığında tonunu ve klostrofobik havasını iyiden iyiye yakalıyor. Ayrıca karakterlerin tümü güçlü bir bireysellik ve kişisel çıkar duygusu sergilediğinde ilginç bir karışıklık da ortaya çıkıyor. Sık sık karakterler arası karşıtlığa bürünen bu karmaşa, bir yandan dizinin inandırıcılığını pekiştiriyor bir yandan da hikâyeyi besleyen çatışmaların ortaya çıkmasını sağlıyor.
Dizinin özündeki su krizini çözmenin yolu, aslında doğru kullanıldığında harikalar yaratan son derece basit bir bilimkurgu kavramından ibaret. Üstelik tür açısından yeni bir fikir de değil. Zira dünya dışı suyun yol açtığı dehşeti anlatan pek çok yapımla karşılaştık. Örneğin 2013 çıkışlı The Last days On Mars, benzer bir konuyu Mars arka planını kullanarak anlatıyordu. Yine Doctor Who’nun özel bölümlerinden biri olan The Waters of Mars‘ta da hemen hemen aynı olay örgüsü işleniyordu. Dolayısıyla The Silent Sea’nin bize yeni bir şey anlattığını söylemek pek de mümkün değil. Zaten dizinin özgünlüğü konusundan ziyade dünya yaratımında ortaya çıkıyor ve bu da başarısının altında yatan en önemli unsur olarak göze çarpıyor.
İlk birkaç bölümde bazı karakterler kendilerini birer anlatım makinesi gibi hissedip motivasyonlarını dile getirmekle yetinirken, üçüncü bölümden itibaren anlatım çok daha emin bir hâl alıyor ve olay örgüsünün detayları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Dizi tempo bakımından yer yer durgunlaşsa da, çok fazla çıkmaza girmeden dünyasını hızlıca kurmasını biliyor. Aksiyon sekansları ve sinematografisi de bu dünyayı kurmada epeyce başarılı.
Genel olarak insanlığa ve farklı yönlerine odaklanmak, en büyük düşmanımızın yine kendimiz olduğunu göstermeye hizmet ediyor. Öyle ki, insanlığı ve dünyayı kurtarmak gibi ulvi bir görevde bile kişisel ve ticari çıkarlar devreye girmekte gecikmiyor. Bunlar çokça kullanılmış bilimkurgu mecazları olsa da, iyi yapıldığında hâlâ işe yarıyor. Çünkü kabul etsek de etmesek de kumaşımız bu. Elbette şirket odaklı komplolara ve operasyonu raydan çıkarmak için didinen sabotajcılara odaklanmak gösteriye gereksiz eklemeler gibi gelebilir, ancak bunlar hem anlatıya çok iyi yediriliyor hem de arzu edilen gerilimi besliyor.
Belki de dizinin tökezlediği tek yer sonu. Zira The Silent Sea’nin sonu, birdenbire ortaya çıkan bir karışıklıktan daha fazlası değil. Bir yönüyle muğlak olarak algılanabilir. Özellikle de yeni sezonlarının çekilmesi düşünülüyorsa. Ancak izleyiciler, hemen her yapımda aynı şark kurnazlığına başvuran ve çoğunun da devamını getirmeyen Netflix‘ten illallah çekmiş durumda. Sonunu öğrenemeden bir başka diziye daha veda ettik. Ay’da verilen ölümüne mücadele işe yaradı mı, susuzluktan kavrulan dünya kurtuldu mu, sırrına erişilip ay suyunun kullanımı mümkün hâle getirildi mi? Bilmiyoruz…
Artık Netflix lütfedip de devamını çekerse göreceğiz. Peki çeker mi? Eh, şansımız yarı yarıya, her zaman olduğu gibi!
Yararlanılan Kaynaklar: