Dönemin yıldız isimlerini geride bırakıp yedi kez Mr. Olympia seçilen ve vücut geliştirme sporuna adını altın harflerle yazdıran Arnold Schwarzenegger, sporda olduğu kadar siyaset ve sinema sektöründe de önemli noktalara gelmiş bir isim. ABD’nin eski başkanı John Kennedy’nin kız kardeşi Eunice Kennedy Shriver’in kızı Maria Shriver ile yirmi beş yıl evli kalan ve iki dönem Kaliforniya valisi olarak görev yapan Avusturya kökenli Schwarzenegger, sinema ile 1970’te tanışır. Bu, vücuduna uygun bir rol olan mitolojik karakter Herkül’ü canlandırmasıyla olur. Hercules in New York kötü bir film olacak ve Arnold’ın beyaz perdede iz bırakan bir karaktere bürünmesi için on iki sene daha beklemesi gerekecektir. Bu isim, Robert E. Howard’ın yarattığı fantastik karakter Kimeryalı Barbar Conan’dır. Her ne kadar çizgi roman hayranları Arnold’ı bu role yakıştırmasalar da 1982 tarihli Conan the Barbarian, sinema tarihinin ve Arnold’ın kariyerinin unutulmazları arasında yer alır. Öyle ki Arnold iki yıl sonra kılıcını yeniden kuşanır ve filmin ikinci bölümünde (Conan the Destroyer) maceralarına kaldığı yerden devam eder. Arnold Schwarzenegger’in adını sinema tarihine kazıyan film ise, T-800’ü canlandırdığı The Terminator’dır (Yokedici).
1997 yılının 29 Ağustos’unda (Mahşer günü) insanoğluna savaş açan Skynet, Terminatör’ü 2029’dan 1984’e gönderir. Terminatör acımasız bir katil, bir suikastçıdır. Korku duymaz. Acı duymaz. Onunla pazarlık yapılamaz. Ağız kokusundan tere kadar sahip olduğu birçok özellik ile bir insandan ayırt edilmesi nerdeyse imkânsızdır. Görevi ise gelecekte insanlığı direnişe hazırlayacak ve makinelere karşı verilen savaşın ibresini insanlığın tarafına doğru çevirecek kişiyi, John Connor’ı daha doğmadan yok etmektir. Terminatör bunun için John’ı henüz doğurmamış olan Sarah Connor’ı hedef alır. Ancak John da karşı hamlede bulunmuş ve annesini koruması için gelecekten bir asker yollamıştır. John Connor’ın da babası olacak bu askerin adı Kyle Reese’tir. Böylece Terminatör ile Reese arasında ölümüne bir savaş başlar. Arnold’ın serinin bu ilk filminde pek de konuşkan olduğu söylenemez. Yine de karakolda, Sarah Connor’ı görmesine izin vermeyen polise söylediği cümle, sinemaseverlerin akıllarına kazınmıştır:
“I will be back.” (Geri döneceğim.)
Yönetmen koltuğunda yine James Cameron’ın oturduğu serinin 1991 tarihli ikinci filminde (Terminatör: Mahşer Günü), Arnold deri elbiselerini üzerine geçirir, güneş gözlüğünü takar ve yeniden Yokedici’ye dönüşür. Bu kez roller değişmiştir. Bu sefer görev John Connor’ı yok etmek değil, tam tersine onu korumaktır. Düşman ise yeni bir modeldir: T-1000. Sıvı metaldan oluşan T-1000, dokunduğu her şeyi taklit edebilen zorlu bir düşmandır. Serinin bu filminde, karşımızda ilk filmdeki Terminatör’ün aksine, çocuk yaştaki John’dan aldığı hayat dersleri ile gittikçe insanlaşan, yaşamın önemini kavramaya başlayan bambaşka bir Terminatör(!) vardır. Öyle ki filmin son sahnesinde gözyaşlarına boğulan John’a, artık insanların neden ağladığını anladığını söyleyecektir. Bu belki de bir makinenin gelebileceği son noktadır. Terminatör: Mahşer Günü’nü serinin en iyi filmi yapan da kuşkusuz bir makine ile insan arasında yaşanan bu duygusal ilişkidir. Ayrıca tıpkı ilk filmde olduğu gibi bu filmde de unutulmaz bir replik vardır. Terminatör sıvı nitrojen ile donan T-1000’e ateş etmeden önce şu cümleyi söyler:
“Hasta la vista baby.” (Görüşürüz bebeğim)
Schwarzenegger 2003 yılında bir kez daha Terminatör olarak geri döner. Bu seferki düşman, her ne kadar güzel bir kadın gibi görünse de T-1000’den de zorludur: T-X. Elbette ne Terminatör: Makinelerin Yükselişi, ne de Christian Bale’li Terminatör: Kurtuluş, Terminatör 2’nin yanına yaklaşabilecektir. Yine de Schwarzenegger, Terminatör: Genisys’te bir kez daha Terminatör’e dönüşecek, artık yaşlanmış olsa da işinin henüz bitmediğini gösterecektir.
1987 tarihli Predator (Av), Arnold Schwarzenegger’in kariyerinde rol aldığı ikinci bilimkurgu filmi olur. Bu filmde bir makine değil, etten kemikten bir askerdir. Gerillaların eline düşmüş bir bakan ve yardımcısını kurtarmak için Güney Amerika ormanlarına dalan bir kurtarma timi, ağaçların arasında ummadıkları bir düşmanla karşılaşır. Bir hayaletten farksız olan bu avcı, askerleri bir bir avlar. Sonunda içlerinden yalnızca teki hayatta kalabilir: Binbaşı Alan “Dutch” Schaefer (Arnold Schwarzenegger ). Ve filmin başında, ağzında kasları kadar iri purosuyla kendinden emin bir şekilde generalden bilgi alan Dutch’ın, üstün silahlarla donanmış bu katili tek başına alt etmesi hiç de kolay olmayacaktır. Film bir bilimkurgu efsanesine dönüşecek ve amacı meydan okuduğu canlıları avlayıp onur kazanmak olan bu gezegenler arası avcı hakkında devam filmleri çekilecektir. (Üzgünüz Arnold ama bu filmin yıldızı sen değilsin.)
1987 yılı Schwarzenegger için bereketli geçer. Aynı yıl içinde rol aldığı bir diğer bilimkurgu filmi de Running Man (Koşan Adam) olur. Film, 2015’te Ulusal Sanat Madalyası’nı boynuna takan Amerikalı yazar Stephen King’in (Richard Bachman mahlasıyla yazdığı) 1982 tarihli aynı adlı romandan uyarlanmıştır. Romanın, Stephen King’in neredeyse tüm kitaplarını dilimize kazandırmış olan Altın Kitaplar tarafından Azrail Koşuyor adıyla yayımlandığını da belirtmeden geçmeyelim. Elbette romanla film büyük farklılıklar gösterir. Örneğin romandaki Ben Richards hasta kızına doktor parası bulabilmek için yarışmalara gönüllü olarak katılır. Oysa filmde Schwarzenegger’in canlandırdığı Ben Richards bir polistir ve üstüne yıkılan suçun karşılığı olarak yarışmalara katılmaya zorlanır. Film ve romanın sonları da farklılık gösterir. Roman daha çarpıcı bir şekilde sonlanır. Film ise Arnold’ın mutlak zaferiyle son bulur.
Yıl 2017’dir. Dünya ekonomisi çökmüştür. Gıda, petrol, doğal kaynaklar artık az bulunan şeylerdir. Oluşan bir polis devleti, askeri bölgelere ayrılmış ülkeyi demir yumrukla yönetmektedir. Televizyon tamamen devletin elindedir. Aykırı seslere yer yoktur. İşte böyle bir distopik gelecekte Koşan Adam adındaki acımasız bir yarışma, tarihin en popüler televizyon programı haline gelmiştir. Bu yarışmada suçlular, onları avlamaya çalışan gladyatörlerle dolu bir bölgede hayatta kalmaya çalışmaktadırlar. Günlerden bir gün, bir gıda protestosunu bastırmak için gönderilen polis gücünün içinde Ben Richards da vardır. Üstlerinden halka ateş açmaları ve tüm protestocuları yok etmeleri istenir. Ben bunu reddedip emre itaatsizlik eder. Elbette bunun bir cezası olacaktır. Masum insanlara ateş açan oymuş gibi gösterilen Ben, kendisini Koşan Adam yarışmasında bulur. Ve eğer hayatta kalmak istiyorsa, peşinden yollanan gladyatörleri durdurmaktan da fazlasını yapmak zorundadır.
1990’da Schwarzenegger bu kez de bir başka önemli yazarın, bilimkurgu edebiyatının yıldız ismi Philip K. Dick’in We Can Remember It For You Wholesale (Sizin İçin Topyekün Hatırlayabiliriz) adlı öyküsünden uyarlanan Total Recall’da (Gerçeğe Çağrı) rol alır.
Gerçek nedir? Gerçek diye tanımladığınız şey aslında bir yanılsamadan ibaret olabilir mi? Sandığınız kişi olduğunuzdan kesinlikle emin misiniz? Sizi siz yapan şey nedir? Bir insan anılarının toplamı mıdır? Peki ya o anıları hiç yaşamamışsanız? Ya geçmişinizi oluşturan o anılar aslında hiç var olmamışlarsa? Ya bu anılar size başka biri tarafından yüklendiyse?
Bir inşaat işçisi olan Douglas Quaid (Arnold Schwarzenegger) Mars’la ilgili rüyalar görmektedir. Üstelik bu rüyalarda ona eşlik eden gizemli bir de kadın vardır. Kendisinde sıradan bir işçiden daha fazlası olduğunu hisseden ve önemli bir şeyler yapmak isteyen Quaid, Mars’a taşınmanın hayalini kurar. Ancak karısı Lori bu fikre sıcak bakmaz. Quaid bir gün işe giderken yolda bir reklama rastlar.
Antarktika’da kayak yapmak istiyorsunuz ama işlerden oluşan bir çığın altında kaldınız. Okyanusun altında bir tatil düşünüyorsunuz ama bütçenizi yormasından korkuyorsunuz. Her zaman Mars’ın dağlarına tırmanmak istemiştiniz ama sizi aşmasından korkuyorsunuz. O zaman gerçeğinden daha ucuz, daha güvenli ve daha iyi bir anı satın alabileceğiniz Recall Anonim Şirketi’ne gelin. Ömrünüzü boşa geçirmeyin. Hayatınızın anısı için Recall’u arayın.
Mars’ın adını duymak bile Quaid’in ilgisini çekmeye yeter. Bir iş arkadaşının ‘beyninle oynama’ uyarısını dikkate almayan Quaid, Recall adlı şirkete gider ve Mars’ta gizli ajan olarak görev yapacağı bir anı satın alır. Ancak Quaid için işler yolunda gitmez. Bir terslik yaşanır ve kafası karışan Quaid gerçekte kim olduğu hakkında şüphe duymaya başlar. Sandığı gibi sıradan bir inşaat işçisi midir, yoksa öyle düşünmesi istenen bir gizli ajan mıdır?
1994 senesine gelindiğinde ise Arnold, bu kez kaslarının ön planda olmadığı bir filmle adından söz ettirir. Dönemin popüler komedi oyuncusu Danny DeVito ve Emma Thompson ile kamera karşına geçen Schwarzenegger, eğlenceli bir komedi/bilimkurgu filmi olan Junior’da (Ufaklık) bir bilim adamı olan Dr. Alex Hesse olarak karşımıza çıkar. Hamilelik döneminde düşükleri engelleyen bir ilaç olan Expectane, şempanzeler üzerinde denenmiş ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Ancak Sağlık Bakanlığı bu ilaca onar vermez. Proje iptal edilir. Bu durumda deneylere devam edilmesi elbette imkânsızdır. Ne de olsa hiçbir kadın onaylanmamış bir ilacın üzerinde test edilmesini kabul etmeyecektir. Hal böyle olunca Dr. Alex Hesse, bu deneysel ilacı kendi üzerinde test etmeye karar verir. Elbette bunun için önce hamile kalması gerekmektedir. İlacın etkisi öğrenildikten sonra deneye son verilecektir. Tabii sizin de tahmin ettiğiniz gibi, işler hiç de beklendiği gibi gelişmeyecektir.
O güne dek işleri kas gücüyle çözen Schwarzenegger’i karnı burnunda görmek komik mi, yoksa tuhaf mı tartışılır elbet. Ancak Thompson ve Schwarzenegger’in filmindeki performanslarıyla Altın Küre’ye aday gösterildiklerini de hatırlatmakta fayda var.
Aklınıza gelecek her şeyi klonlamanın mümkün olduğu yakın bir gelecekte geçen The 6th Day (6. Gün) adlı filmde ise, Arnold, Adam Gibson isimli bir helikopter pilotunu canlandırır. Gibson içinde bulunduğu zamana pek de uyum sağlamış bir tip değildir. Eski moda bir adamdır. Lazer jiletler yerine hala klasik jiletlerle tıraş olur. Ve karısının aksine o, kızının ölen köpeğini klonlatmanın yanlış olduğunu düşünmektedir. Ona göre canlılar doğar, büyür ve ölürler. İşte bu kadar basittir. Bu hayatın doğal döngüsüdür. Ve kızı da bunu öğrenmelidir. Film de zaten bu çatışmayı ele alır. Canlılar zamanı gelince ölmek zorunda mıdırlar? Tekrar ve tekrar klonlanarak sonsuza dek yaşamak ne derece doğrudur? Peki, kimin yaşayıp kimin öleceğine kim karar verecektir? Bu Tanrı rolüne soyunmak mıdır? Yoksa bu teknoloji ile zaten artık Tanrı’ya ihtiyaç yok mudur?
Peki ya insan klonlamak? İşte cevabı en zor soru da budur ve Gibson bu sorunun yanıtını tecrübe ederek öğrenmek zorunda kalacaktır. Elbette 6. Gün adlı yasa gereği insan klonlamak kesinlikle yasaktır. Böyle bir klon, insan sayılmayacak ve hiçbir hakkı olmayacaktır. Ancak Gibson, doğum günü partisine katılmak için eve döndüğünde klonlanmış olduğunu görür. Klonu karısının, kızının ve arkadaşlarının yanında gayet mutlu görünmektedir. Dünyası başına yıkılan Gibson, artık bir yandan işleri düzeltmeye çalışırken, bir yandan da onu ortadan kaldırmak isteyen kişilerle mücadele etmek zorundadır.
6. Gün yazımızın son filmiydi. Çocukluğunuz 80’lerde ya da 90’larda geçtiyse tüm bu filmleri zaten izlemiş olmalısınız. İzlemedikleriniz varsa da hala geç sayılmaz. Size şimdiden keyifli seyirler dileriz.