Küresel Isınma

Amerika gibi bazı ülkeler kabul etmek istemese de küresel ısınmanın gerçekleştiği yönündeki kanıtlar giderek güçleniyor. Bilim insanlarının çoğuna göre atmosferin alt katmanlarının sıcaklığı 20. yüzyılda 0,4°C ilâ 0,8°C arasında artmış durumda. Kesin olan bir şey de sıcaklıktaki bu artışın bütünüyle insan faaliyetlerinden kaynaklanması. Milyarlarca yıldır doğanın hemen hemen hiç değişmeyen dengesi, son yüzyılda değişmiş bulunuyor.

İşte bilim insanları tarafından yaygın olarak kabul edilen gerçekler:

  • İnsanın faaliyetleri atmosferin yapısını değiştirmektedir. Sanayi devriminden bu yana atmosferdeki CO2 miktarının sürekli artmakta olduğu kayda geçmiş ve kanıtlanmıştır.
  • Atmosferdeki CO2 ve diğer sera gazlarının miktarındaki artış, fosil yakıtların yakılması, tarım faaliyetleri ve ormanların kesilmesi gibi, çoğunlukla insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır.
  • Dünyanın sıcaklığındaki artış, 20. yüzyılda hem Güney hem de Kuzey yarım kürelerde gerçekleşmiş; ayrıca okyanus sıcaklığı da artmıştır.
  • Atmosfere salınan sera gazları burada onlarca hatta yüzlerce yıl kalmaktadır. Bu nedenle bu gazlardan kaynaklanan ısınma önümüzdeki birkaç on yılda da devam edecektir.
  • Sera gazlarının derişimindeki artış dünyayı ısıtmaktadır.

Peki nedir küresel ısınma? Adı üstünde, Dünya’nın yaşanabilir bölgesi olan atmosferin alt katmanlarının sıcaklığının artması anlamına geliyor. Temel neden olarak da sera gazları gösteriliyor. Peki ama sera gazı nedir ve bu gazlar neden dünyayı ısıtıyor? Sera gazlarının en önemlisi karbon dioksit’tir (CO2). Diğer önemli sera gazları ise Metan (CH4), Nitrik oksit (N2O) ve su buharıdır. Küresel ısınmaya az miktarda katkıda bulunan başka sera gazları da vardır. Bu gazlardan en önemlisi olan CO2’nin küresel ısınmaya katkısı %72 civarındadır. CO2 gazı temel olarak iki yoldan açığa çıkmaktadır. Birinci yol fosil yakıtların yakılmasıdır (petrol, kömür ve doğalgaz). İkinci yol, organik yakıtların yakılmasıdır. Canlıların besinleri temel olarak organik yakıtlardır, bunlar karbonhidratlar, yağlar ve proteinlerdir. Aslında, yaşayan tüm canlılar atmosfere CO2 salarlar. Ancak bitkiler ve okyanuslarda yaşayan plankton denen kimi tek hücreli canlılar fotosentez yaparak bu gazı atmosferden emerler. Bu nedenle kendi haline bırakıldığında doğada CO2 miktarında bir değişme olmaz. Peki o halde atmosferdeki CO2 miktarı neden artıyor?

Bu sorunun yanıtı sanayi devrimindedir. Eski çağlarda insanoğlunun kullandığı güç kaynakları sınırlıydı. Bunlar, kas gücü (köle, köylü ve işçilerin emeği), hayvan gücü (at arabaları, hayvan gücüyle çalışan çıkrıklı kuyular, öküzle sürülen tarlalar vs.) ile yel değirmeni gibi doğanın dengesini bozmayan güç kaynakları idi. Gerçi, köle ve işçilerin kullanılması sömürü gibi kimi toplumsal sorunlara yol açmaktaydı; ama, çevre açısından bu güç kaynakları zararsızdı. Ham madde olarak da sadece doğadan elde edilen malzemeler (kök boyalar, ağaç, kemik vs) kullanıldığı için, hammadde sorunu da yoktu. Kısaca insanoğlu doğanın kendisine verdiği ile yetinmekteydi.

Her şey İngiltere’de sanayi devriminin gerçekleşmesi ile başladı. Sanayi devriminin önce İngiltere’de başlamasının birkaç nedenini şöyle sıralayabiliriz.

  • İngiltere’de uzun süredir bir anayasal monarşi düzeni oluşmuştur. Bu düzenin temelinde mülkiyet hakkının ve bireysel hak ve özgürlüklerin korunması yatar.
  • 18. yüzyıl İngiltere’si zaten dünyanın mâli merkezi konumunda idi. Borsa ve bankacılık sektörleri diğer ülkelerden çok ileri idi.
  • Parlamento, kapitalizm ilkeleri doğrultusunda iç piyasada özgür rekabeti önleyici bütün engelleri kaldırmıştı.
  • İngiltere, sanayi için gerekli en temel hammaddeler olan kömür ve demir yönünden zengin yeraltı kaynaklarına sahipti.
  • İngiltere, dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu idi. Bu da ona hammadde kaynakları ve üretilmiş mallar için geniş pazar olanağı sağladı.
  • İngiliz donanması ve güçlü ticaret filoları, taşımacılığı kolaylaştırdı.
  • İngiltere Avrupa’da zaten Rönesans döneminden beri dokumacılık sanayinde başı çekiyordu.

Koşullar zaten hazırdı. Üretimde büyük bir patlama yaşanmaktaydı ve eski tip güç kaynakları yeterli gelmiyordu. Buhar makinesinin bulunuşuyla birlikte insanoğlu ilk kez fosil yakıtları kullanmaya başladı (kömür). Makineleşme üretimi arttırdı. Bir süre sonra petrolle çalışan makineler de devreye girdi (otomobiller, içten yanmalı motorlar). En son olarak elektrik enerjisi yaşamımızın bir parçası haline gelmiştir. Elektrik enerjisinin aydınlatma, ısıtma ve ev içi makinelerin çalıştırılmasında kullanılmaya başlanması son büyük darbeyi vurmuştur. Çünkü kullanımı çok kolay ve temiz olan elektriğin üretimi o derecede kirlidir. Elektrik temel olarak kömür ve doğal gazdan üretilmektedir. Yani evlerimizde kullandığımız elektrik aslında fosil yakıtların yakılması ile üretilmektedir.

Bütün bunlara ek olarak, günümüzde İngiltere ve Amerika’nın başını çektiği yeni dünya düzeni, insanların beynine her yoldan ve sürekli olarak “mutlu olmak için daha çok tüket” mesajını pompalamaktadır. Tüketimi pompalayan kapitalist sistem, tüketimin getirdiği çevre kirliliği ve küresel ısınma gibi sorunlara çözüm üretmeye gelince, sükunete gömülmektedir.

Sera Etkisi

sanayi

Sera etkisi ilk kez ünlü bir matematikçi olan Joseph Fourier (1768–1830) tarafından fark edilmiştir. Fourier, ısı transferi konusunu matematiksel yönden inceliyordu. Gezegenlerin milyarlarca yıl boyunca yıldızlar gibi dış kaynaklardan aldıkları enerjinin etkisi ile sürekli ısınmaları gerektiğini düşündü. Bu ısınmayı dengeleyen bir süreç olmalıydı. Fourier, gezegenlerin aynı zamanda kızılaltı ışıma yaparak soğuduklarını fark etti. Yani güneşten toplanan ısı enerjisi, kızılaltı ışınlar yolu ile uzaya geri veriliyordu. Böylelikle gezegende ısıl bir denge hali oluşuyordu.

Ancak sera gazları dünyanın yaydığı kızılaltı ışınları bir ayna gibi dünyaya geri yansıtmaktadır. Atmosferde biriken CO2 gazı, tıpkı bir battaniye gibi dünyanın çevresini sarmakta ve küresel bir izolasyon katmanı meydana getirmektedir. Sonuç olarak dünya dev bir seraya dönüşmektedir. Dünya gezegenine çok benzeyen Venüs’te küresel ısınma gezegen yüzeyini 500°C’ye kadar ısıtmıştır.

Bilim adamlarını asıl korkutan, küresel ısınmanın belli bir noktadan sonra yer kabuğunda depolanmış olan karbonu aniden serbest bırakacak potansiyele sahip olmasıdır. Normal şartlarda kayalar büyük oranda karbondioksiti bünyelerinde tutarlar (kireç taşı kayalar vs.). Ancak, sıcaklı belli bir seviyenin üstüne çıktığında karbon içeriklerini atmosfere salacaklar. Yoğun karbondioksit salınımı atmosferi aşırı derecede ısıtacak ve kısa bir zaman içinde gezegenimiz Venüs benzeri bir cehenneme dönüşecek.

Yazar: Sinan İpek

Yazar, çizer, düşünür, öğrenir ve öğretmeye çalışır. Temel ilgi alanı Bilimkurgu yazarlığıdır. Bunun dışında Matematik, bilim, teknoloji, Astronomi, Fizik, Suluboya Resim, sanat, Edebiyat gibi konulara ilgisi vardır. Ara sıra sentezlediklerini yazı halinde evrene yollar. ODTÜ Matematik Bölümü mezunudur ve aşağıdaki başarılarıyla gurur duyar:TBD Bilimkurgu Öykü yarışmasında iki kez birincilik, 2. Engelliler Öykü yarışmasında birincilik, Ya Sonra Öykü Yarışması'nda finalist, Mimarlık Öyküleri Yarışması'nda finalist, 44. Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışmasında finalist. Ithaki yayınları Pangea serisinin 5. üyesi "Beyin Kırıcı" adlı bir romanı var.

İlginizi Çekebilir

yesil binalar

Avrupa’dan Sıcaklara Doğal Çözüm: Yeşil Binalar

Avrupa Belediyeleri, sıcaklığın her yıl daha da çekilmez boyutlara gelmesi ve özellikle yaşlılar ile çocukları …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin